Subjektivizme göre:
Gerçek yoktur veya
bilinemez.
Diyalektiğe göre:
Gerçek vardır ve
objektiftir.
II
Dogmatizme göre:
Gerçek soyuttur.
Diyalektiğe göre:
Gerçek somuttur.
Sübjektivistler: Gerçeklerin izafilikle bağını görünce, Gerçeği hiçe
saydıkları için, bir nevi Dogmatiktirler. (Gerçeğin Somut olmayacağı
dogmasından yola çıkarlar.)
Dogmatikler: Gerçeği akıllarından uydurmaya kalktıkları için kendi
iddialarının tersine, Sübjektivisttirler.
Her ikisi de "Gerçek"i olayların dışında arar veya inkâr ederler.
Diyalektiğe göre, Olaylar dışında Gerçek olamaz; olayın kendisi
gerçektir. Gerçekler de, soyut ve metafizik değil, izafi veya Mutlak
olur. Yakından bakılırsa, Mutlak denilen Gerçek, İzafilerin bütünü gi-
bidir. Birtakım İzafi Gerçekler birike birike, en sonunda nicelikten ni-
teliğe, izafilikten mutlaklığa doğru atlar. Bütün büyük keşifler, küçük
gözlemleri bir araya getirmekle elde edilirler.
Bütün Metafizik Felsefe sistemlerinin yanıldıkları yön, Gerçeğin
izafilikten birike birike diyalektik bir sentezle mutlaklığa doğru ge-
lişmesini kavrayamamaktan veya kavramak istememekten ileri gelir.
Onlara göre; bir Gerçek ya izafidir, ya mutlaktır. Bütün Gerçekler iza-
filikle başladığına göre, izafi şeylerin mutlak olmasına imkân yoktur.
Adeta, insan Mademki fanidir, şu halde, insan varlığı diye mutlak bir
gerçek olamaz, denir.
Dogmatizmler: Gerçeği sırf Mutlak saydıkları için, yani İzafiliği
gözden kaçırdıkları için yanılırlar.
Sübjektivizmler: Gerçeği sırf İzafi saydıkları için, yani Mutlaklaş-
mayı gözden kaçırdıkları için yanılırlar.
Niçin böyledirler? Çünkü sözlerini işleriyle kontrol etmezler. Gerçek
diye öne sürdüklerini, olaylarla ölçmek, Pratiğin mihenk taşına vur-
mak akıllarına veya işlerine gelmez. O yüzden, Metafizik Felsefelerin
"Gerçek" diye dövünmelerine rağmen, yaptıkları spekülâsyon ötesine
kolay geçemez.
Burada çok mühim bir noktaya işaret edelim: Bugün Felsefe sis-
temlerinin şimdiki düşüncemizle kıymet takdirini yaparken, gelmiş
geçmiş bütün düşünücüleri hiçe saydığımız gibi kötü bir ukalâlık ve
nankörce kendini beğenmişlik yapmıyoruz. Biliyoruz, yedi bin yıldır,
insan bilgisinde kalan derin boşlukları düşünce zoru ile doldurmak bir
ihtiyaçtı. Bu zorunluluk, her çağın başka başka sınıf ve zümrelerinde
çeşitli yorumlarla, çeşitli felsefelerle kapı açıyordu. Biz bugünün (20.
Yüzyılın) insanı olarak, geçmiş asır düşüncelerini önce açıklamak,
sonra asırlarca birikmiş gerçekler ışığı altında değiştirmek zorunda-
yız. Geçmiş düşünücülerin buldukları bütün gerçekleri, izafi de olsalar,
saygı ile takdir ederiz. Ama, bu izafi gerçekleri ancak bugünkü Sen-
tezleri içinde benimseyebiliriz.
Mesela 19. Yüzyıl ortalarında bilimler, artık bir adamın, filozof da
olsa, uyduracağı Sistem'lere hacet bırakmayacak dereceye ulaştılar. O
zamana kadarki felsefelerin sistem olarak tarihsel değerleri inkâr edi-
lememekle beraber, hâlâ ve aynen düşüncemizi kalıplamalarına imkân
yoktu. Yalnız bütün felsefelerin bir de insan kafasını işleyişleri vardır
-
.
Buna Düşünce tarzı veya Yöntem (Metot) denir. 19. Yüzyıl ortasında
bütün felsefe metotlarının sentezi gerekti ve o Diyalektik metot oldu.
Diyalektik, Pratikle candan bağlılık, Olaylar dışına çıkmamak pren-
sibi ile gerçeklere baktı. Büyük Süreç (gidiş) kanununa göre, İzafi
Gerçek sayıları'nın bir hadde kadar biriktikten sonra, ansızın Mutlak
Gerçek özelliği'ne (niteliğine) eriştiğini belirtti. Ondan sonraki felsefe
görüşleri için; ya bu deveyi gütmek, ya bu diyardan gitmek düşüyor-
du. Eski Felsefe Sistemlerinin hâlâ insan düşüncesinde rol oynama-
ları, ancak, Toplumu geride bırakmak isteyen sınıfların işine gelirdi.
Felsefe sistemlerinin henüz yaşadığı yerler var mı? Olabilir. Bu traktör
çağında karasabanın, atom çağında kavlı çakmağın kullanıldığı zavallı
insan kümeleri bulunduğunu göstermekten başka anlama gelemez.
Eskiden, Felsefe Sistemlerinin, insan düşüncesinde oynadıkları ta-
rihsel rol inkâr edilemez. Kimse o rolü küçültemez. Mesela Dogma-
tizmler Gerçeğin Mutlak tarafını, Sübjektivizmler İzafi tarafını enikonu
işlemişlerdir. Lâkin tek taraflı kaldıkları için, Diyalektik olamamışlardır.
İlk Yunan diyalektikleri bile, bugünkü olgun Diyalektiğin gerçek can-
lılığına ulaşamamışlardır. Fakat, maksat, eski büyük düşünücüleri kü-
çültmek veya alaya almak değildir. Onlar Kültür tarihimizde ne iseler
odurlar. Bugün, ilkokul çocuğu, eski Aristoteles'e çok şeyi daha doğru
öğretebilir. Bu hâl, Aristo'nun "İlk Öğretmen"liğini kaldırmaz. Bununla
beraber, aynı Aristo'yu da, bugün yeryüzü okullarına biricik Gerçek ve
Birinci Öğretmen de yapamaz. Tarihsel değerler, müzelerdeki varlık-
ları ile büyüktürler. Taş yerinde ağırdır
-
.
II- KARŞILAŞTIRMA
Şimdi, Metafizik Felsefe Sistemleri ile Diyalektik Materyalizmi GER-
ÇEK önünde birbirleriyle yüzleştirelim. Bunu en kestirme yoldan göze
çarptırmak için, iki tarafı karşılıklı iki sütun üzerinde şemalaştıralım.
DOGMATİK Felsefeler genellikle Mutlak Gerçeğin İzafi Gerçekler-
den doğacağını anlamazlar.
Dogmatizmlere göre:
1- Gerçek Objektiftir:
Yani düşüncemizin dışında dahi
vardır. Lâkin, bu kanaat sözde kalır
-
.
Meselâ İdealistlere göre, Gerçek,
gene bir Fikir veya Düşünce'dir. Ma-
teryalizme göre, düşüncemizin tec-
rit imbiğinden geçirildiği için, adeta
maddeliği kaybolmuş yahut mevcut
kaba şekliyle kaskatı kalmış, değiş-
mez bir cevher'dir [tözdür]. Madde
ise maddedir. Kuvvet ise kuvvettir.
2- Gerçek metafizik
ve felsefîdir:
Fizik, yani doğa ve madde-öte-
si Gerçek, mutlak ve kesin olabilir.
Madde çelişki ve değişikliklerle dolu
olduğundan, Gerçek ondan kurtul-
muş ve yükselmiş, doğanın üstünde
yer almış olmalıdır. Bilimlerin buldu-
ğu gerçekler maddeye bağlıdır. Asıl
Gerçek, o somut bilim gerçeklerinin
üstünde (doğaüstü, insanüstü) bir-
takım ilk sebepler ve ilk prensipler
içindedir. Ancak bu prensiplere da-
yanarak birtakım sırf teorik sistem-
ler kurulur. Sonra, bildiğimiz evren,
o sisteme göre yorumlanıp uydu-
rulmaya çalışılır. Varlık, düşünceye
göre ayarlanmaya kalkılır. Böylece
"uydurma" sınırına girilmiştir: İn-
sanlık ötesinde insan, Doğa ötesinde
doğa... Uydurmadan başka nedir?
3- Gerçek soyuttur:
Birtakım şartlara ve ilişkilere
bağlı kalmaz. O gibi "ikinci derece
arazlar"dan [ilineklerden] (fels. Bir
nesneye zorunlu olarak bağlı ol-
mayan, onun özünde bulunmayan,
rastlantıyla olan nitelik.) ayrı mü-
tecanis [homojen], yekpâre [tek-
parça], her yanı bir cevherdir. Bu
gerçek cevheri zaman ve mekâna
bağlı değildir. Her zaman, her yerde
gerçektir. Gerçeğin gerçek olduğu-
nu mutlak mantık ispat eder.
Diyalektiğe göre:
1- Gerçek Objektiftir:
Lâkin, bu ne kendi düşüncemiz-
den ayrı (insanüstü) bir düşüncedir
(İdealizm), ne kafa imbiğimizden
süzülerek adeta maddeliğini kay-
betmiş bir cevherdir (materyalizm).
Madde ve Kuvvet aynı varlığın şe-
kil değiştiren Zıtların beraberliğidir.
Gerçek, ancak bütün yönleri ile,
ayrıntıları ve çelişkililiği ile Hareketi
bir arada bulundurur.
2- Gerçek fizik
ve bilimseldir:
Eldeki bilimlerin bize verdikleri
bilgilerden ayrı ve üstün bir Ger-
çek olamayacağı gibi, bilimlerin ve
maddenin ötesinde gerçekler keşfe-
decek bir Felsefe de bulunamaz. İn-
san biliminin pek çocuk olduğu çağ-
larda bilgi boşluklarımızı doldurarak
bilgiler arası bir bütünlük tasavvuru
[tasarısı] yaratmak için Felsefe sis-
temleri bir işe yararlardı. Bugünkü
Pozitif Bilimler, artık her türlü sis-
tem icatlarına gerek bırakmamış-
tır
-
. Düşüncemiz, varlığın yapısına
uymalı, olaylara göre kurulmalıdır.
"İlk sebep" uydurması yersizdir.
Her olay kendinden sonraki olaylara
sebep, kendinden öncekilere göre
sonuçtur.
3- Gerçek somuttur:
İçinde bulunduğu şartlara ve iliş-
kilere bağlıdır. Çamur içine düşmüş
bir elmas gibi çevre şartlarından te-
mizlenmesi gereken bir cevher de-
ğildir. Çok taraflı, zamana, mekâna
bağlı bir ilişkidir. Gerçeğin gerçek ol-
duğu iddia ile anlaşılmaz. Canlı iliş-
kileri içinde incelenerek kavranılır
-
.
Dostları ilə paylaş: |