33
tercihimizi belirleyen şey olur. Hilmi Ziya Ülken, ihtiyaçlarımızın değer biçmeye neden
olduğunu yazar ve bu tür değer biçmenin arzuları tatmin etmeye benzeyen bir yönü
olduğunu haklı olarak zikreder.
“Değer dediğimizde kendine muhtaç olduğumuz, kendisini aradığımız, bizi tamamlayan
bir şeyi anlarız. ‘Suya muhtacım.’ dediğimiz zaman bizim bir ihtiyacımızı giderdiği için
değerli olan bir şeyi ifade ediyoruz. ‘Su bir değerdir.’ dediğimizde, her susadığımızda
kendisini aradığımız ve kendisi ile bir ihtiyacımızı tamamladığımız şeyi anlıyoruz. ‘Bu
tablo bizim için bir değerdir.’ dediğimizde, yine ihtiyacımızı (gideren veya) tamamlayan
bir şeyi anlıyoruz. Ancak sudan farklı olarak burada haz, elem, ihtiras, duygu, hayal,
irade, düşünce gibi çeşitli ruhî yetilerimizin rol oynadığı ihtiyaçları tamamlayan şey değer
oluyor.”
82
Akıl ve his arasında yapılan ayrımda olduğu gibi arzu ile ihtiyaçlar arasında
yapılan ayrım da yapaydır. htiyaçlar dediğimizde biz daha ziyade maddî beklentilerin
karşılanmasını anlarken arzu dediğimizde manevî beklentilerimizin karşılanmasını anlarız.
Birincisi, “karşılama”; ikincisi ise “tatmin etme” ile zikredilir. Ancak değer biçmenin bir
ş
ekilde hissiyata bağlı veya hayatın iç yüzü ile irtibatlı olduğunu
83
düşündüğümüzde maddî
ihtiyaçlardan ziyade maddî ihtiyaçların tatmin edilmesini değer biçmenin konusu olarak
görebiliriz.
Bir şeye değer vermek, ona karşı olumlu veya olumsuz bir tavır almaktır. Bu
tavır; algı, duygu, düşünce, arzu ve davranış sürecinde farklı standartlar tarafından
yönlendirilir. Ancak her olumlu tepki, o şeye değer verildiği anlamına gelmez. Duygusal
olarak olumlu tepki verdiğimiz bir şeye, rasyonel olarak olumsuz tepki verebiliriz.
Örneğin, yanımda ırkçı bir şaka yapıldığında, gülebilirim; fakat güldükten sonra bunun
aşağılayıcı kötü bir şaka olduğunu düşünebilirim; hatta bu şakaya güldüğüm için mahcup
da olabilirim. O halde her olumlu tepkinin, olumlu bir değer yükleme olduğunu iddia
etmek zordur. Bir şeye değer verdiğimize hükmetmemiz için o şeyin her açıdan rasyonel
bir şekilde değerlendirilmesi gerekir.
Duygusal tavırların değer ifade etmediği zamanlar da
vardır. Kapris veya kıskançlığı düşünelim. Bilgisi, görgüsü veya serveti bizden daha fazla
olan birini takdir edebiliriz, ancak onu kıskanabiliriz de. Burada takdir etme ve kıskanma,
iki ayrı tavır olarak bir araya gelmiştir. O halde “Hangi varlıklar değer biçebilir?”
sorusuna, arzu sahibi ve ihtiyaçlarını bilen varlıklar şeklindeki cevap, çok anlamlı olmaz.
Değer biçme, arzu sahibi, ihtiyaçlarını bilen rasyonel varlıkların bir özelliğidir.
84
Diğer taraftan memnuniyetle eğilim arasındaki farkı da görmek gerekir. Çünkü
biz rasyonel eğilimlerimize göre eylemde bulunduğumuzda ahlâkî davranmış oluruz, fakat
ş
ehvet gibi şeyleri tatmin/memnun ederiz. Şehvet eylemeye temayül ettirebilir, fakat bunun
açlıktan daha fazla eylemeye sevk edeceğini söylemek zordur.
82
Ülken, age., s. 219.
83
Gaus, age., s. 3.
84
E. Anderson, age., ss. 2, 3.
34
Liberal gelenek içerisinde genel olarak değer biçmeyi sağlayan ilk nedenleri
duygu ve akıl şeklinde iki temel tasnifte ele alabiliriz. Deontolojiler, aklı değer biçme
sürecinin ilk nedeni kabul ederek ilke ve kurallara tabi olacak kişilerin ahlâkî statülerini saf
akıl yoluyla birbirine eşitlemeyi amaçlarlar. Deontolojiler, ahlâkî faillerin statülerini, ya
Locke, Rawls, Gewirth ve Gauthier’de olduğu gibi bir soyut sözleşme fikriyle ya da Kant
ve Sandel’de olduğu gibi bir azamîleştirme (maximization) ölçütü (maxim) ile yaparlar.
Deontolojinin hak temelli bir düşünceye dayanmasının ve eşitlik fikrine sonuççuluğa göre
daha fazla vurgu yapmasının temelinde bu ahlâkî statüleri eşitleme düşüncesi vardır.
85
Değer biçmenin olayların ve durumların bizim üzerimizde meydana getirdiği
tavırlarla başladığını düşünen sonuççu yaklaşımlar için ilke ve kurallar, saf akıldan değil
arzu ve beğenilerden çıkar. Bu açıdan sonuççulukta eşitlik fikrinden ziyade kişisel menfaat
veya karşılıklı menfaat fikri ön plandadır. Bu şekilde sonuççuluk, duygular üzerinden bir
ahlâk düşüncesi ortaya koymak için duygular üzerine bazı sınırlamalar koyar. Hare, ahlâkî
ideallerin bir takım arzu ve beğeniler olduğunu savunur. O, bu arzu ve beğenilere ahlâkîlik
özelliğini vermek için onlara bazı sınırlamalar koyar. Örneğin bir tanesi, kendi arzularımızı
başkalarının arzuları ile eşit ağırlıkta görmektir.
86
Fakat burada üzerinde durulan temel
konu, sonuççuların değer biçme yetisini yani ahlâkî ilk nedenleri duygulara ait şeyler
olarak görmeleridir.
b. Değer Tecrübesi
nsanlar, değerli/iyi olan şeyleri nasıl belirler? Değer biçmeye veya ahlâkî karar
almaya duyulan ihtiyaçtan sonra öncelikle içinde bulunduğumuz durumu ve olguları
gözlemleriz. Bu olgular, bize ne yapmamız gerektiğini söyleyemez. Değer biçme
yetilerimizin etkisi ile mevcut durum ve olgular üzerinden zihnimiz bir hükme doğru
eğilim gösterir. Bu eğilimin ortaya çıkmasında duygular, akıl, hisler ve ihtiyaçlardan biri
veya hepsi etkili olabilir. Bu eğilim karşısında kendimize bazı sorular sorarız: Bu karar,
bizi ne kadar etkiler ve beklentilerimizi ne kadar karşılar? Bu karar, başkaları ile benim
aramda bir güven sorunu ortaya çıkarır mı? Herhangi bir kimse bundan fayda veya zarar
görür mü? Bu kararda kişisel durumumu gözetmeli miyim yoksa göz ardı mı etmeliyim?
Bu, benim ve hemcinslerimin daha önce almış olduğu kararlara benziyor mu? Bu kararla
yaşayabilir miyim? Ailem başta olmak üzere çevremdeki insanlara bu kararımı söyleyebilir
miyim? Bu kararı yerine getirebilir miyim? Çocuklardan benim bu kararıma uymalarını
isteyebilir miyim?
85
Jan Narveson, “Liberalism Utilitarianism and Fanaticism: R. M. Hare Defended”, Ethics, cilt 88, sayı
3, s. 256.
86
Agm.
, s. 251.
Dostları ilə paylaş: |