35
Değer verme tecrübeleri, bizim “iyi” şeklinde hüküm verebileceğimiz sorunlarla
ilgilidir; çünkü onlar, bizim tecrübe ettiğimiz şeylerle ilgili kaygılarımızın dışa vurumudur.
Değer verme veya aynı anlama gelen bir şeylerden kaygılanma, değerin anlaşılmasının
temelini oluşturur; zira doğrudan tecrübe konusu olmayan birçok şey, iyi olabilir; fakat
onlar sadece teoriyle veya tasvirle bilinebilir. Örneğin, bizim okuma yazma oranı, refahın
paylaştırılması ile ilgili yöntem ve süreçlerdeki adalet, nesli tükenen hayvanlar için doğal
ortamların korunması gibi konulardaki bilgilerimiz yalnız tecrübe ürünü değildir; iyilik
olarak nitelendirdiğimiz bu tür şeylerin ortaya çıkması, onlarla ilgili endişelerimiz olması
veya onlara değer vermemizden ileri gelir.
87
Deontolojik yaklaşım, bu türden değer tecrübelerini ahlâkın başlangıç noktası
kabul etmez. Onlar, bu tecrübelerden sonra başka bir ahlâkî başlangıç noktası oluşturmaya
çalışırlar. Locke ve Nozick, bu tür tecrübelerin yaşandığı zamanı sözleşme öncesi “ilk
konum” veya “doğal durum” olarak nitelendirirler. lk konum, ahlâkî karar almanın
başladığı yer değildir, aksine bizi ahlâkî bazı ölçüler ve kurallar belirlemeye zorlayan
karmaşa durumudur. Bu karmaşa durumu, bizi devlet ve ahlâk olmak üzere toplumsal
kurumları oluşturmayı sağlayacak bir başlangıç noktasına getirir. Başlangıç noktası ne
kadar temel olursa yani insan durumunun ne kadar temel, önemli ve kaçınılmaz
özelliklerini seçerse o kadar iyi olur. Keyfî (bireysel de diyebiliriz) ve önemsiz başlangıç
noktası, bizi amaca ulaştıramaz.
88
Rawls, ilk tecrübelerin bize adil bir başlangıç noktası oluşturmamızın
zorunluluğunu gösterdiğini düşünür. Bu başlangıç noktası, insanların özel durumlarını
gözetecek ve kendi özel çıkarlarını koruyucu tarzda toplumsal örgütlenmelere girişmelerini
sağlayacak şekilde kararlar almalarını engelleyen ahlâkî karar alma durumudur. Rawls,
başlangıç noktasında tüm bireyleri birbirine eşit kılacak ahlâkî sınırlamalar için “bilgisizlik
peçesi” (veil of ignorance) ifadesine başvurur. Bilgisizlik peçesi, ahlâkî faillerin rasyonel
kararlar almasını ve her birinin ahlâkî statülerinin birbirine eşit olmasını sağlar. Başlangıç
noktasında bireyler, bilgisizlik peçesi takarlar ve bu şekilde kendilerinin ve diğer insanların
maddî ve manevî durumlarını ve sosyal pozisyonlarını bilmezler. Onlar, hangi dünyevî
koşullarda yaşadıklarını, bu dünyadaki ekonomik durumlarının, makam ve mevkilerinin ne
olduğunu bilmezler. Böyle bir durumda almış oldukları kararlar ancak ahlâkî olma
özelliğine sahip olur.
89
Deontolojilerde değer tecrübeleri ahlâkî başlangıç noktaları değildir; başka türden
ahlâkî başlangıç noktası belirlemek gerektiğini bize gösteren keyfî/şahsî durumlardır.
87
Anderson, age., s. 2.
88
Nozick, age., s. 35.
89
Rawls, age., ss. 12, 18, 19.
36
Ancak sonuççu yaklaşımlarda değer tecrübeleri, ahlâkî başlangıç noktalarıdır ve bu
tecrübeler üzerine bazı sınırlamalar koyularak ahlâkî olanlar tespit edilir. Adam Smith,
“tarafsız gözlemci” ve “duygudaşlık” (sympathy) gibi terimlerle ilk değer tecrübeleri
arasında ahlâkî olanı belirlemeye yarayan bir yöntem geliştirmeye çalışır. Smith,
duygudaşlığı şu şekilde açıklar: “ nsan ne kadar bencil sanılırsa sanılsın onun doğasında,
görme zevkinin dışında hiçbir şey beklemeksizin, diğer insanların kaderleriyle
ilgilenmesini sağlayan, onların mutluluğunu kendisi açısından bir zorunluluk haline getiren
bazı ilkeler bulunur. Başkalarının acı çektiğini hissettiğimizde ortaya çıkan şefkat ve
merhamet duygusu, bunlardandır ve bu duygular, onları iyice anlamamızı sağlar.”
90
Smith, bu ifadelerle değer tecrübelerinin insanların birbirleriyle olan duygusal
bağlantıları üzerinden sınandığını ifade eder. Bu duygudaşlık süreci içinde ahlâkî failler,
birbirlerinin tarafsız gözlemcileridirler. Gözlemciler, hangi talep ve beklentilerin
karşılanmasının uygun olduğuna, hangi duyguların tatmin edilmesinde sakınca olmadığına
karar verirler. Bu karar, tarafsız gözlemcinin tasvibi ile ortaya çıkar.
91
Sonuççulukta anlık
tecrübelerin ahlâkî durumunu belirlemeye yarayan bir yöntem vardır. Bu açıdan
sonuççuluk, değer biçmenin bir eylem olduğunu ve ahlâkî karar almanın bir eğilimle
ortaya çıktığını savunan bir düşüncedir. Oysa deontolojide ahlâkî karar alma, bir eylem ve
eğilim olarak değil bir yatkınlık olarak ortaya çıkar.
c. Yatkınlık ve Eğilim
Değer biçme bir eylem midir; yoksa bir süreci ifade eden yatkınlık durumu
mudur? Değer biçmenin bir eğilimle başladığını ifade ettik. Acaba gerçekten böyle midir?
Eğilim (tendency), bir şeye ilgi duymayı, meyletmeyi ve bir şeyi yapmak için bilgi ve
duygularımızın bizi o şeye doğru yönlendirmesini ifade eder. Eğilim, bir eylemdir. Bugün
ders çalışma eğiliminde, yarın çalışmama eğiliminde olabiliriz. Eğilimle ahlâkî karar
vermek, bu anlamda, her ahlâkî durumla karşılaştığımızda yeniden bir zihin durumu
kazanmayı/oluşturmayı ve yeni bir tavır almayı ifade eder. Bu, diğer anlamıyla ahlâkî
kararların sürekli değiştiği ve şahsî olduğu anlamına gelir. Aristoteles’ten beri ahlâkî
kararların bir eğilim değil bizde bulunan bir yatkınlık durumu olduğu anlayışı vardır. Bu
düşünce özellikle erdem teorisini savunan düşünürler arasında yaygındır ve yatkınlık,
ahlâkın ön doğrusudur.
Yatkınlık (disposition), eğilimden farklı bir şeydir. Yatkınlık bir alışkanlığı, bir
ş
eyi genel bir tavır veya üslup haline getirmeyi ifade eder. Yatkınlık, bizim bilinçli veya
9
9
0
0
Smith, Moral Sentiments, s. 9.
9
9
1
1
James R. Otteson, “Adam Smith: Bir Ahlâk Filozofu”, Piyasa, çev.: Atilla Yayla, sayı 3, Ankara,
2002, s. 51; Gilbert Harman, Explaining Value, Oxford University Press, London, 2003, s. 189.
Dostları ilə paylaş: |