Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
315
2013/20
Kozmolojik açıdan, hiçbir nihai erek yoktur. “‘Erek’ kavramını biz icat ettik:
gerçeklikte hiçbir erek yoktur” (TI §8, s. 182). Oysa sorun, bizzat yaşamın kendi
değerini teşkil edip etmemesidir, fakat ‘yaşam’ bilimsel olarak anlaşıldığı sürece bu da
şüpheli hale gelir. Nietzsche’nin yukarıda sözünü ettiğimiz Darwinizm eleştirisi de bunu
doğrular. Yani, biyolojik bilimler yaşam için bir erek belirleyemezler çünkü başlıca
amaçları yaşamın mekanik sebeplerini betimlemektir. Ne hayatta kalma mücadelesi ne
de diğer türlerle rekabet birer değer gibi iş görür; bunlar organik yaşamın varoluşunun
temel koşullarıdır, ama amaçları değillerdir.
Yeni bir yaşam kavramına ihtiyaç vardır. Yaşamın ta kendisi aşkınlık haline
gelmelidir; dünyanın dışındaki bir şeye yönelmek yerine, yaşamın ta kendisine
yönelmelidir. Peki Nietzsche’ye gör
e yaşamın Varlığı ne anlama gelir? Yaşamın Varlığı
oluştur. Bu ifade, varlık ile oluşun ayrılığına dayanan Hıristiyan-Platonik metafiziğiyle
doğrudan karşıtlık içindedir. Varlık daimidir ve değişmez; oluş ise tam tersi. Fakat
Nietzsche’nin anlatmak istediği şey, Varlığın bu aşırı-değerlendirmesinin oluşu hiç
hesaba katmadığıdır. Platon’a göre, oluşta her zaman bir karmaşa vardır: bir şey var mı
yok mu asla ayırt edemeyiz. Bu yüzden de değişen şey asla bir şey değildir;
anlaşılamayan ve hatta adaletsiz bir çoğulluktur. Dolayısıyla, değişen şey ancak onu bir
şey yapacak olan değişmeyen bir idealle açıklanabilir. Bu durumda oluşun Varlığı,
Varlığın bir yoksunluğu olmaksızın nasıl düşünülebilir? İşte yapılması gereken budur.
“Oluş, nihai yönelimlere başvurmadan açıklanmalıdır, oluş her an gerekçelendirilmiş bir
şekilde belirmelidir … şimdi asla geleceğe referansla temellendirilmemelidir, geçmiş de
şimdiye referansla” (WP §708, s. 377). Burada vurgulanan sadece nihai ereklerin reddi
değil, bu reddin aynı zamanda adalet problemi ve zaman ile ilişkisidir. Nietzsche’nin
onayladığı şey, her anının kendini temellendirdiği olumsallıktır. Bu, ‘-meli, -malı’ya
dayanan ahlaki yargıların imkanını da reddeder. Olan şey, ‘olması gereken’ tarafından
aşıldığı ve ‘olan’ – örneğin; şimdi, bu dünyadaki durum- dünyanın dışındaki koşulsuz
bir ahlak yasasıyla ölçüldüğü için, meselenin aslında dünyanın ahlaki bir yorumuyla
ilgili olduğunu bir kez daha görürüz. Böylece, oluşun Varlığını düşünme girişimi,
Hıristiyan ahlakını ve ardıllarını devirme girişimiyle örtüşür.
Bu görevi yerine getirmek Nietzsche’nin felsefesinde öne sürülen en önemli
problemdir diyebiliriz. Bir yandan, oluş olarak yaşam güç istemidir. Güç isteminin özü,
belirli bir zamanda yaşamın değeri ne ise, onu, yeni değer(ler)in yaratılmasıyla sürekli
kendisine yeni bir amaç belirleyerek aşmaktan oluşur. Yaşamın devinimi, Platon’un
geçiciliği tanımladığı gibi, amaçsız bir oluş değildir. Aksine, kendisini gerçekleştiren bir
gücün ifadesidir. Bunu ise o gücü stoklayarak değil, yaratıcı bir dürtüyle harcayarak
yapar. Özellikle bu konuda Nietzsche’nin yaşam kavrayışı ile Darwinci kavrayış
arasındaki zıtlık oldukça derindir. Darwinizmin en büyük hatası, organik yaşamın
evrimini, çevrenin dayattığı dışsal zorluklara adapte olma süreci olarak yorumlamasında
yatar. Burada yaşam, özü itibarıyla tepkisel [reactive] olarak tanımlanır. Oysa güç
istemi yaşamı etkin [active] ve dinamik olarak yorumlar: “yaşam sürecindeki özsel şey,
işini içerden yürüten ve ‘dışsal koşullardan’ istifade ederek onları sömüren o
şekillendirici, biçim yaratıcı muazzam güçtür” (WP §647, s. 344).
Öte yandan, oluşun Varlığı aynının bengi dönüşü olarak tekrar yorumlanır.
“Dönüş, oluş halinde olanın varlığıdır”, der Deleuze (Deleuze, 24). Nietzsche’nin
aynının bengi dönüşü fikri üzerine çok şey yazılmıştır. Bu düşünceyi doğru ve tutarlı
Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
316
2013/20
bulmayan köklü bir Nietzsche eleştirisi geleneği bile vardır.
11
Bu düşünceye giderek
daha çok meydan okunmuştur. Ama aslında Nietzsche’nin bu düşüncesi bize bir bütün
olarak varlıklara ilişkin bir yorum sunar ve bu onun diğer temel görüşleriyle de özü
itibarıyla uyuşur.
12
Nietzsche’nin külliyatında bu düşünceye yer verdiği çok önemli
yerler vardır; ilki Şen Bilim’in 4. Kitabıdır ve belki de en önemlisi, Zerdüşt’ün 3.
Kitabıdır, burada Zerdüşt’ün kaderi ona hayvanları tarafından ifşa edilir: “Fark et, edebi
dönüşün öğretmeni sensin – bu artık senin kaderin!” (Z III, s. 189).
Aynının edebi dönüşü ne anlama gelir? Şu iki farklı ifade bize biraz ipucu verir.
Birincisi
Zerdüşt’tendir. Nietzsche bu sözleri Zerdüşt’ün hayvanlarının, kartalın ve
yılanın ağzından seslendirir:
“Herşey geçer, herşey geri döner; varlığın çarkı ebediyen döner. Herşey ölür,
herşey yeniden filizlenir; varlığın yılı ebediyen sürer...
Her Şimdi’de varlık başlar; Orada’nın topu hep Burada’nın etrafında dolanır.
Merkez her yerdir. Ebediyetin yolu eğri büğrüdür” (Z, s. 187).
İkinci ifade ise Nietzsche’nin Nachlass’ından bir pasajdır:
“Dünya vardır; oluş halindeki birşey değildir, geçip gitmez. Veya: olmaktadır,
geçip gider;
fakat olmaya hiç başlamamıştır ve geçip gitmeyi hiç durdurmamıştır
– her ikisinde de kendini sürdürür” (WP §1066, s. 548).
Bu iki pasaj bize ne anlatmak ister? Öncelikle, kozmolojik bir meseledir
tartışılan. Varolanların zamanla ilişkili devinimi dairesel ve döngüseldir; fakat oldukları
yere geri dönen varolanlar değil, zamanın ta kendisidir. Geleneksel kavrayışa göre
zaman iki asimetrik yöne doğru sonsuzca uzanır: geçmiş ve gelecek. Geçmiş veya
‘öyleydi’ olmuş bitmiştir ve değiştirilemez. Gelecek veya ‘öyle olacak’ ise henüz
belirlenmemiştir, dolayısıyla bir imkanlar çeşitliliğine açıktır. Zamanın geleneksel
yorumundaki sorun,
zamanın iki yönde sonsuza kadar uzandığını varsaysa bile, örtük
bir biçimde bunun bir başlangıcı ve bitişi, bir kökeni ve telosu olduğunu varsaymasıdır.
Eğer zaman bir çizgi üzerinde ilerleseydi, zamanın sonsuzluğu paradoksal hale gelirdi.
13
Bu yeni yoruma göre zaman ne başlar ne de biter. Bu yüzden de oluşun ne bir kökeni ne
de bir sonu vardır, dönüşün kastettiği de tam budur: başlangıcı olmayan ve nihai bir
duruma ulaşmayan bir oluş. Bu da, ‘olmaya hiç başlamamış’ olandır. Fakat ebediyen
geri dönen şey tam olarak nedir? Nietzsche bunu yanıtlarken her zaman tutarlı değildir.
Kimi zaman her varlığın ve her olayın geri döndüğünü ima eder gibi görünür ve şöyle
der, “şu anda ve daha önceden yaşadığı hayatı, bir kere daha ve hatta sayısız kere
yeniden yaşamak zorundasın” (GS §341, s. 273). Bu kavrayış pek inandırıcı değildir,
çünkü şeylerin aslında değiştiğini ve geleceğin geçmişle aynı olmadığını gördüğümüz
11
Lou Salomé, Georg Simmel, Karl Jaspers ile Walter Kaufmann’ın eserlerine bakılabilir.
12
Bunların arasında Heidegger, Fink, Deleuze, Kiossowski ve son dönemden Lawrence
Lampert ile Paul Loeb’’in eserleri sayılabilir.
13
Kant’ın ilk antinomisi bu kozmolojik ikilemi ifade eder. Dünyanın zamanda bir başlangıcı
olduğu ve dünyanın zamanda ve mekanda bir başlangıca sahip olmadığı iddialarının her ikisi
de tartışılabilir konumlardır ve akıl tek başına bu sorunu çözemez. Kant, ‘Saf Aklın
Antinomisi, Transandantal İdeaların İlk Çelişkisi’, Saf Aklın Eleştirisi, A426-A435, s. 458-
464