Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
313
2013/20
“Hala kendine inanan bir halkın elbette kendine ait bir tanrısı olacaktır. Halk
kendini öne çıkaran koşullara ve erdemlerine bu tanrı figürü üzerinden tapacaktır
– ke
ndinden aldığı hazzı, güç duygusunu, bunun için müteşekkir olacağı bir
varlığa yansıtacaktır. Her kim servete sahipse, vermek de isteyecektir; dolayısıyla,
gururlu bir halkın kurban sunacağı bir tanrıya ihtiyacı vardır... Bu varsayıma göre,
din bir tür minnettir.” (AC §16, s. 13)
Yine dikkat edilmesi gereken şey, Nietzsche’nin burada dini, değer açısından
yorumladığıdır. Mesele dinin bir değere sahip olup olmaması değil, bir halk adına hangi
değeri yansıttığıdır. Nietzsche’nin kavrayışı kültürel-antropolojiktir elbette, fakat
oldukça sıra dışı bir biçimde. Din, bir halkın kendini, hem hayvani hem de kutsal olanla
ilişkisinde ifade ederek kozmik ve toplumsal bir düzen kurmasını sağlayan uygulamalar
serisi değildir; din istemi, en yüksek erdemleri bir varlıkta cisimleştirme ve bu
cisimleştirme sayesinde, en yüce olanı temsil etme arzusundan kaynaklanır. Tanrıya
şükürlerini sunma, bir halkın en yüksek ve en mükemmel farz ettiği şeyi –erdemlerini-
kutlamasını mümkün kılar.
Belli ki soru Tanrının varolup varolmamasıyla ilgili değildir, dinin yaşamın özsel
hareketi olan kendini aşma hareketini ne ölçüde teşvik ettiğidir. Değer bu hareketin
içinde yaratılır veya ortaya koyulur. Bu yüzden Nietzsche Tanrının ölümünü, basitçe
olgusal bir olay veya bu tür olayların altında yatan ve onları belirleyen yasanın bir
sonucu olarak görmez, tarihsel bir olay olarak ele alır. Fakat Nietzsche’nin bir tarihsici
olduğu yolundaki iddialar da meseleyi ıskalarlar, tabii eğer ‘tarihsicilik’le, Karl
Popper’ın açıklıkla ifade ettiği gibi, tarihin kaderini ampirik-olmayan, doğrulanamayan
yasaların yönettiği görüşü kastediliyorsa.
8
Nietzsche bir tarihsel kaderden söz etmez.
Ona göre tarihsel zorunluluğun doğası belirlenimci yasalara değil, başka bir şeye
dayanır. Nietzsche, bir yandan, Hıristiyan öğretisini çürüttüğüne inandığı ampirik
kanıtlara başvurur. “Sözde ‘ahlaki dünya düzeni’ ilkesinin” dünya tarihinin bütünü
tarafından, “deneysel bir biçimde çürütülmesi”, Nietzsche’nin İnsanca, Pek İnsanca ile
Tan Kızıllığı’nda etraflıca konu ettiği bir şeydir. Diğer yandan, ve daha önemlisi, ‘olay’
kavramı, olguyu değerden ya da olguyu yorumdan ayıran geleneksel bilimsel bakış
açısıyla ele alınamaz.
Gilles Deleuze, Nietzsche üzerine yazdığı kitabında bunu çok iyi açıklar. “Bir
şeyin (insani, biyolojik ve hatta fiziksel bir fenomenin) hangi kuvvet tarafından ele
geçirildiğini, sarıldığını, kullanıldığını ya da onda hangi kuvvetin ifade edildiğini
bilmiyorsak, o şeyin anlamını da hiçbir zaman bilemeyiz.” Der Deleuze, Nietzsche’ye
göre bir fenomene veya
olaya benzer birşey, “bir görünüş ya da bir ortaya çıkış değil,
mevcut bir kuvvette anlamını bulan bir belirti, bir göstergedir” (Deleuze 3). Eğer
Nietzsche haklıysa, basit bir görünüş söz konusu değilse, görünen şey aslında bir
gösterge veya güçlerin belirli bir düzeninin belirtisiyse; o halde olay bir güçler
bileşkesini ele geçiren ve onu yeniden düzenleyen bir istemdir. Bu yeniden düzenleme
anlamı değiştirmekle kalmaz, görünümü de değiştirir. Şeylerin tarihi, bir istemler
çoğulluğunun onları ardarda gelen özümsemelerinin tarihidir, her biri farklı bir amaca
8
Karl Popper,
Tarihsiciliğin Sefaleti. Popper’e göre tarihsicilik bir monizm biçimidir. Tüm
olayları tek bir hakikate indirger. Bu bağlamda Nietzsche elbette monist değil, plüralist bir
düşünürdür.
Aşkınlık ve Yaşam: Nietzsche ve ‘Tanrının Ölümü’ Üzerine
314
2013/20
ve farklı değerler kümesine sahiptir. Bu yüzden de, şeyler anlamlarını nihai bir ereğe
borçlu değildirler
9
: “varolan her ne ise, bir şekilde varlığa gelmişse, kendinden daha
üstün bir güç tarafından yeni amaçlar için tekrar tekrar yeniden yorumlanır, ele geçirilir,
dönüştürülür ve yeniden yönlendirilir” (GM II, §12, s. 77). Bundan çıkarılacak sonuç,
Tanrının ölümünün de, bir yorumlama sonucu ortaya çıkmış bir olay olduğudur; burada
yorumlama bir metnin
anlamının çözümlemesi ediminden çok daha fazlasını kasteder.
Bu yorumlama, bir özümseme edimidir; Hıristiyan metafizik ve ahlak tarihinin
tamamını, baskın olmak için didinen yeni bir güce tabi kılar. Bu durumda, Tanrının
anlamı ve değeri, Doğru, İyi, Ebedi ve Bir olanla özdeş olmaktan çıkar. Yaşam
açısından bakıldığında, yaşamın değersizleştirilmesinin nihai sonucu olarak hiçlik
istemini ifade eden şeye dönüşür. İstemi hiçliğe yönelten şey ise, bir intikam ruhudur.
Aynının Edebi Dönüşü ve Aşkınlık Sorunu
Tanrının ölümü, aşkınlığın sonunun habercisidir. Tanrının ölümünün şafağında,
nihai ne bir anlam ne de bir amaç mümkünken, bir özümseme ve bir anlam çoğulluğu
ortaya çıkar. Ama aşkınlık sorunu açıklığa kavuşmadığı sürece, modern durumun
nihilizmini aşma imkanı hep askıda kalır.
Nietzsche bu felaketin gücünü deneyimlemiş, bu sorunu eşsiz bir cesaret ve
azimle ele almıştı. Sözleri sadeydi ama inanılmaz zordu; çünkü insanı, ‘insan’ olduğu
ölçüde, tüm varlığını tehlikeye atmaya ve yeni bir değerlendirme biçimi yaratmaya
zorluyordu. Lazım olan sadece yeni bir değerler grubu değildi, kaynakları ve yaratım
süreçleri bakımından tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi gerekiyordu. Peki bu
yeniden değerlendirmenin unsurları nelerdir? Nietzsche’nin Felsefesi adlı kitabında
Eugen Fink, değerlerin yeniden değerlendirilmesini dört ana başlıkla özetler: Tanrının
ölümü, üst insan, güç istemi ve aynının ebedi dönüşü
10
(Fink, 73). Bu yazının amacı
maalesef bunların dördünü de detaylarıyla ele almak değildir. Aynının bengi dönüşüne
odaklanmayı seçmemin sebebi, aşkınlığın çöküşü problemiyle doğrudan ilişkili
olmasıdır.
Burada sorulması gereken soru, aşkınlığın, Tanrının ölümünden sonra hala
mümkün olup olmadığıdır. İnsanın nihilizmi aşması ve yeni amaçlar ortaya koyabilmesi
mümkün müdür, bunun koşulu nerededir – başka bir alemde mi, yoksa gelecekte mi? Bu
dünyada
kalan bir aşkınlık mümkün müdür?
Bir önceki kısmın sonucunu tekrar edersek, ideal alemin çöküşü yüzünden
yaşamın değeri artık yaşamı aşamaz. Bu ise, ya bir değersizlik hissi ile hiçlik istemine
ya da içkinlikteki bir aşkınlık imkanı için yeni bir arayışa yol açar.
İlk bakışta Nietzsche bir tür içkinliği benimser gibi görünür. “Fakat bütünün
dışında hiçbir şey yoktur!” diye yazar Putların Alacakaranlığı’nda; bu da dünyanın
dışında hiçbir şeyin -ne Tanrı ne de başka bir causa prima- olmadığını ima eder.
9
Bu, Nietzsche’nin tarihsi
cilikle suçlanamayacağını bir kez daha doğrular.
10
‘Üst insan’, Nietzsche’nin Übermensch
kavramını ifade eden sözdür, çünkü üst insan bir
insan değil, insanın ötesine-geçme hareketidir.