Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə39/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   50

 
 
Cehalet, seni senden almayan
ilimden yüz kere daha iyidir.
 
Sabah namazını kıldım. Kur’an okurken Mevlâna içeriye girdi. Mevlâna bana sordu:
— Bu sabahki ikramın ne? Önceleri sabahları Esrarnâme ile güne başlardım.
—  Neden  sürekli  kitaplardan  konuşuyorsun.  Sürekli  başkalarının  sözlerini  tekrarlayıp
duruyorsun. Senden olan cümleler yok mu?
— Peki Şems, Ariflerin Sultanı’nı tanıyor musun?
— Kimmiş o?
— Muhyiddin İbnu’l Arabî.
Bırak,  o  ne  demişse  demiş.  O  ölü  bilgilerini  ölülerden  alıyor;  ama  ben  bilgimi  ölmez
yaşayandan alıyorum.
—  Arif  o  kişidir  ki,  dostun  zikrinden  geri  kalmaz,  onun  dostluğuna  doymaz.  Rıza
sofrasında yakin ağzına giren zikirden daha tatlı bir yemek yoktur.
— Manevî ilim, üç şeyle elde edilir. Zikreden dil, şükreden kalp, sabreden ten. İlimsiz bir
vücut  susuz  bir  şehre  benzer.  Nihayet  kuru  bir  kalıptır.  Vücudu,  perhizle,  ahlâkla,  nefis
terbiyesi ve gayretle sulandırmalı ve bezemelidir.
— Beni arifliğinle aşiyan et Şems’im.
— Ben nur diyorum, sen çamur anlıyorsun, ben seni aşka davet ediyorum sen beni ateşe
salıyorsun.  Gerçi  hoş  ateşinde  yanmak  da  var  yazgımda;  ama  yaktığın  ateşlerden  büyük
ateşlerde  yanmaya  yan  çizeceksen  ben  niye  yanayım.  Ben  aşk  diyorum  sen  “aşk  olsun”
diyorsun.  Ben  gönül  diyorum  sen  gölgelerin  peşinde  yol  alıyorsun.  Uslan  artık  yüreğim,  bir
derdim olmalı ki bin dermana değişmeyeyim. Şimdi söyle sen dert misin?


 
 
Dostluk gül olmaktır,
yaprağı ile de dikeni ile de.
 
Mevlâna sen bir gülsün, o gül halin için diyar diyar dolaşıp dizine başımı dayadım. Sana
niçin gül olduğunu anlatayım mı?
— Memnun olurum, buyurunuz.
—  Bir  derviş  hikâyesi  vardır.  Horasandan  Anadolu’ya  bir  derviş  gelir,  amacı  kendisine
dergâh  bulmaktır.  Sivas  yöresinde  bir  dergâhın  kapısını  vurur.  Tak.  Tak.  Tak...  O  esnada
mürşit  sohbettedir  talebeleri  ile  henüz  kapı  açılmadan  kapıya  doğru  giden  talebesine
seslenir.  Evlat  dur  hele.  Kapıda  bir  derviş  var,  kapıyı  vurma  şeklinden  sesinden  belli...
Muradını  anladım.  Cevabımı  vermek  için  bana  bir  bardak  getirin.  Gelen  bardağı  su  ile
doldurur  mürşit.  Öyle  doldurmuştur  ki  bir  damla  daha  konsa  bardak  taşacak  şekildedir.
Şimdi bu bardağı kapıdaki gelene sun, o mesajımı anlar.
Derviş  kapıda,  talebe  suyu  dökmeden  götürme  sancısında.  Açar  ve  bardağı  uzatır...
Derviş tebessüm eder, anlamıştır mesajı. Mesaj şudur:
—  Evladım,  dergâhımız  ağzına  kadar  talebe  ile  dolu,  sana  yer  yok,  seni  alırsak  yerimiz
dardır,  taşar,  bir  talebeye  dahi  yer  kalmayacak  kadar  doluyuz.  Sen  var  git  kendine  başka
bir  kapı  bul.  Derviş,  bahçedeki  gülden  bir  yaprak  koparır  ve  bardağın  üzerine  koyar.  O  da
ne; su taşmamış, bardaktan dökülmemiştir. Der ki derviş:
—  Şimdi  bardağı  hocama  götürünüz  o  arzumun  ifadesini,  maksadı  matlubumu  anlar.
Bardağın üzerine gül konulmasına rağmen taşmadığını gören mürşit anlamıştır mesajı.
Derviş: Ey üstadım, ey pirim beni dergâhına kabul buyur, ben bir gül yaprağıyım, gül dert
vermez,  dert  alır;  bana  destur  et,  al  yanına,  asla  taşkınlık  yapmam,  taşırmam.  Hikmet
kokundan, hizmet suyundan bu fakiri mahrum bırakma.
— Hakiki dost Allah gibi mahrem olmalıdır. Dostun çirkinliklerine, hoşa gitmeyen hallerine
tahammül  etmeli,  hatasından  incinmemelidir.  Dosttan  yüz  çevirmemelidir,  dosta  itiraz
etmemelidir.  Nitekim  rahmeti  bol  olan  Allah  kullarının  ayıplarından,  günahlarından,
noksanlarından  dolayı  onlardan  yüz  çevirmez.  Tam  bir  inayet  ve  şefkatle,  onlara  rızkını


verir, işte garazsız, ivazsız dostluk budur.
Bir  taraftan  irşatlarıma  devam  ediyor,  diğer  taraftan  gecelerce  devam  eden  riyazetlerde
Mevlâna’yı pişiriyordum. Zaten bu gelişmeye hazır olan Mevlâna, benimle tanıştıktan sonra
beni bile geçmişti. Mevlâna bir gazelinde şöyle diyordu:
—  Seher  çağı  gökyüzünde  bir  ay  göründü,  gökten  indi  de  gözünü  bize  dikti,  bakmaya
başladı.  Ay  zamanında  bir  kuş  vurmuş  doğan  gibi.  Ay,  beni  kaptı,  gökyüzüne  uçuverdi.
Kendime baktım göremedim. Çünkü o ayın lütfuyla bedenim can kesildi. Can âlemine gittim.
Orada da o aydan başka bir şey göremedim. Hâsılı ezelî tecelli sırları, tamamıyla anlaşıldı.
Yine bir gazelinde Mevlâna, bu değişikliği şu beyitlerle terennüm eder:
— Aşkın  sarhoş  etti  beni,  ellerimi  çırpmaya  koyuldum.  Sarhoşum,  kendimden  geçmişim,
ne bilirim ne yaptığımı. Koruktum, üzüm oldum şimdi. Artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem
ki. Halk, “Böyle olmamak gerek” diyor. Böyle değilim ben de, beni, o böyle yaptı. Ve yine:
— Çöp atlayamazdım zahittim, dağ gibi ayağımı diremiştim. Fakat hangi dağ var ki, seni
tanısın,  onu  saman  çöpü  gibi  kapıp  gitmesin.  Seni  övmek  gerçekten  de  adamın  kendisini
övmesidir. Çünkü güneşi öven kendini övüyor demektir...
Mevlâna’ya  dedim  ki  sen  ve  yarenlerinin  mal  mülk  adına  neyi  varsa,  can  aşkına,  aşkın
canına bağışlayın.
Mevlâna şaşırdı.
— Anlamadım, diye cevap verdi.
Dedim ki Hz. İbrahim’i anlatayım, dinle:
Allah,  onu  Nemrut’un  ateşinden  kurtardıktan  sonra  İbrahim Aleyhisselam  minnettarlığının
bir ifadesi olarak bin koç, üç yüz öküz ve yüz deve kurban etti. Daha önce kimse böylesi bir
cömertliği ne görmüş, ne de duymuştu.
Bu  kadar  büyük  bir  serveti  neden  bağışladığı  sorulunca,  İbrahim  Aleyhisselam,  “Ben
kendi canımı bile O’nun uğruna feda ederim. Malımı feda etmişsem ne olmuş? Zaten kimin
malını  kime  feda  etmişiz  ki?  Benim  ve  sahip  olduğum  her  şeyin  sahibi  Allah’tır.
Bağışladıklarım hiçbir şeydir. Allah’ın uğruna en değerli şeylerimi bile feda ederdim. Meselâ,
bir oğlum olsa, Allah isterse onu bile O’nun yoluna kurban ederdim” dedi.
Bayezid-i  Bestâmi  Hazretleri’nin  talebeleri  bir  gün  kendisine  şeytanı  şikâyet  ettiler  ve
“Şeytan imanımızı alıyor” dediler. Şeyh şeytanı çağırdı ve onu sorguya çekti. Şeytan:
“Kimseyi  bir  şey  yapması  için  zorlayamam.  Allah’tan  o  kadar  çok  korkarım  ki  bunu
yapmaya  cesaret  edemem.  Aslında,  insanların  birçoğu  bazen  bir  ıvır  zıvır  için  imanlarını
atıyorlar. Benim tek yaptığım atılan imanları toplamak” dedi.
Şeytan da bir şey hariç bütün insani özellikler mevcuttur; şeytan aşkı bilmez. Aşk şeytana
verilmemiştir. Aşk âdemoğullarına verilmiştir.
Allah (c.c.), Cebrail Aleyhisselam’a, “Ya Cebrail! Seni bir âdemoğlu olarak yaratsam bana
ne şekilde ibadet ederdin?” diye sordu.


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə