ruh-u meleki, ruh-u sır ve ruh-u sırrı-us sır. Rüyadaki semboller bağlı oldukları ruh
seviyesine, onları kavrayan ruha ve gören kişiye göre farklılık gösterirler. Sultan, köleyle
aynı rüyayı görebilir, fakat anlamları farklıdır.
Rüyayı hangi seviye ruhun gördüğü çok önemlidir. Ruh-u hayvani ve nebatinin gördüğü
rüyalar kişinin güdülerini ve nefsanî arzularını yansıtır. Meselâ aç yatarsanız rüyanızda
büyük ihtimalle yemek yediğinizi görürsünüz. Ruh-u insani semboller görür. Meselâ yılan mal
anlamına gelebilir, ama derviş tarafından görüldüğünde alt derecedeki ruha işaret olabilir.
— Ermiş mi olmak iyidir, ilahiyatçı olmak mı?
— Eğer maneviyat (ledün ilmi) bahis ve eğitim ile öğrenilebilseydi o zaman Fahrettin
Râzi’nin huzurunda Beyazıt ve Cüneyt’in üzüntü yüzünden başlarına dünya kadar toprak
dökmeleri ve en az yüz yıl ona öğrencilik yapmaları gerekirdi. Bir söyleyişe göre Fahrettin
Râzi, Kur’an tefsiri üzerine bine yakın sayfadan oluşan kitap yazmıştır. Ancak ne var ki yüz
bin Râzi, Beyazıt’ın sokağının tozuna bile ulaşamaz. O dış kapı tokmağını çalan kişidir. İç
kapı tokmağına ulaşamaz. Zira o kapı has dostlara açılır. Dışarıdakiler oraya ayak
basamazlar.
Bazı erenlerin kerametleri gizlidir. Gizli oldukları için herkese sırlarını açıklamazlar.
Sizlere bu husus için birkaç tane hikâye anlatayım:
Beyazıt hacca daima yaya giderdi. Yetmiş kez hacca gitmişti. Bir gün yolda insanların
susuzluktan dolayı perişan ve mahvolduklarını gördü. Kuyunun yanında bir de köpek vardı,
hacılar kuyuyu sıkıca sardıkları için köpek suya ulaşamıyordu. Köpek, ona bakar bakmaz
içine şu ilham geldi, “Git, köpek için su temin et.” Hemen bağırarak ilan etti, “Bir tas suya
karşı tertemiz ve makbul bir haccı bağışlıyorum, isteyen var mı?” Kimse aldırmadı. Beyazıt
artırmaya devam etti. “Altı, yedi yaya olarak yapılan hacca karşı” fakat kimseden ses
çıkmayınca “Peki yetmiş defa yapılan haccın tamamını bağışlarım” deyince birisi bu teklifi
kabul etti. Bu arada Beyazıt’ın kafasından şu düşünce geçti, “Ne mutlu bana (ne iyi insanım
ben). Bir köpek uğruna haclarımı sattım”. Suyu bir tasa koyup köpeğe uzattı, köpek yüzünü
başka tarafa çevirdi. Bunun üzerine Beyazıt yere kapanıp tövbe etti ve kendisine şu ilham
geldi, “Ne zamana dek övünerek ben Allah için şunu yaptım, bunu yaptım” diyeceksin.
Gördün ya köpek bile suyunu kabul etmedi.” Ağlayarak dedi ki, “Tövbe ettim, artık böyle
düşünmeyeceğim.” Bu söz üzerine köpek başını suya uzattı ve suyu içmeye başladı.
— Efendim içimizde bazen ölüm korkusu peyda oluyor. Bunu dervişliğimize
yakıştıramıyor, kendimizden utanıyoruz. Ölüm korkusunu nasıl yenebiliriz?
— Peygamberimizin bir hadisi vardır: “Müminler ölmezler, fakat nakil olurlar.” Yani ölüm
ayrı şeydir, nakil olmak ayrı şeydir. Meselâ: Sen dar ve karanlık bir evdesin ve orada
gezemiyorsun; ayaklarını uzatamıyorsun fakat oradan, geniş bahçeli bir köşke nakil olsan
buna ölüm denir mi? Bu sözlerim ayna gibi apaydındır. Eğer sende aydınlık ve zevk varsa
ölümü arzu edesin (korkmayasın). Allah senin yardımcın olsun! Tebrik ederiz ve beni de
dualarından eksik etme. Eğer böyle bir zevk ve arzu sende yoksa o zaman böyle bir zevki
yarat, ara ve çabala; zira Kuran’da bunu nasıl yapacağın hakkında şu bilgi vardır: “Eğer
samimi bir mümin iseniz, ölümü arzularsınız” (Bakara: 94). Erkekler ve kadınlar arasında
mutlaka böyle samimi imana sahip insanlar vardır. Bu sözler size ayna olsun ve kendi halinizi
bu aynada görün. Ölümden nefret etmedikçe hangi hal ve işte iseniz iyi sayılır. Bir işte ve
hâlde çekingenlik oldu mu bu aynaya bak ve karar ver. Parlak bir ışıkta oturup ölüme
hazırlan ve bekle veya çabalayan gibi sen de çabalayarak bu hali elde et.
Yiğit olan kişi sıkıntılı halinde hoş ve kederli iken mutlu olmasını bilen kişidir; zira muratlar,
muratsızlık içinde gizlidir. Umutsuzluğunda nice umutlar vardır ama hemen kaygılanmak asıl
umutsuzluktur. Ben ateşli ve hasta iken mutlu idim; çünkü biliyordum ki yarın sıhhate
kavuşacağım ve sıhhatli iken yarın hasta olabilirim, kaygım vardı. Bazen derler ya, “O
yemeği yemeseydim bugün hasta olmazdım.” Bu sözlerde teselli ararlar. Yiğit olan ise her
türlü sıkıntıya dayanabilen insandır. Onun yüceliği budur. O, bu şekilde kâmil insan
olmuştur.
— Hakkı tanımak, halkı tanımaktan daha mı kolaydır?
— Bu insanları anlamak Allah’ı anlamaktan daha zordur. Allah’ı delilleriyle bulabilirsin.
Örneğin güzel işlenmiş bir tahta parçasını görünce onu işleyen hakkında hayal edebilirsin;
çünkü tahta kendiliğinden o hale gelemez. İnsanlara bakınca onlar zahirde sana
benzeyebilirler; ama iç âlemlerini bilemezsin. Senin düşünce ve hayallerinden çok uzak
olabilirler. İşlenmiş tahta parçasına bakarak sanatkârın ustalığını idrak edebilirsin; ama o
sanatın genişliğini ancak erenler anlayabilirler.
— Evet dervişler bana epey soru sordunuz. Bir soru da ben size sorsam?
— Buyurun efendim sorun sormasına da sizin sorularınızın kıyamet surundan beter
olduğunu duymayan yok.
— Ağlayışınız neye?
— …………………
— Cevabı ben sizlere bir derviş hikâyesi ile vereyim. Bir sofi yıllardan beri İlahi sırrı
arıyordu ve bunun için çok uğraşıp, çabalıyordu. Nerede bir şeyh veya ermiş bulsa ona
hizmet ediyordu fakat henüz zamanı gelmediği için muradına eremiyordu ve mâna kapısı bir
türlü açılmıyordu.
“Zamanı gelmeyince ne işin olursa olsun,
Sana yararı olmaz, dostun kim olursa olsun.”
Bir gün mezarlığa gitti. Aklına arayışı geldi. Çok ağladı ve başını bir tuğlaya koyup
uyuyakaldı. Rüyada bütün isteği yerine geldi. Kalktı ve tuğlayı koltuk altına koyup nereye
giderse gitsin hep yanında götürür oldu, hamama, camiye, tuvalete, semaya, çarşıya
velhasıl her yere. Tuğlayı öper, yüzüne sürer ve bazen başına koyardı. Birisi sordu, “Neden
bu tuğlayı bir kenara koymuyorsun?” dedi, “Mezara kadar götürüp bunu yastık yapacağım.
Dostları ilə paylaş: |