unutulmuş, ölü bir yürek.
Sultan Veled’in:
— Efendim vakit epey gecikti, hava da serinledi hastalanmayasınız sesi ile uyandım.
— Haklısın evladım, artık usul usul yola koyulalım. Neden daha önce uyandırmadınız
beni.
— Öyle güzel uyuyordunuz ki kıyamadım, üstelik başınızın üzerinde nur gölgelerden
çekindim.
— Gördüğünden kimselere bahsetme olur mu?
— Tamam efendim.
— Biliyor musun evladım, insanoğlu her türlü dünyevi şeylerle meşguldür ama ben hep,
ateşiyle beni arındırsın ve acımasızlığı yüreğimden silip atsın diye, aşkın meşalesine
sarılmaya çabalamışımdır.
Bir keresinde avucuma sis doldurdum. Sonra açtım ve işte sis, bir solucan olmuştu. Sonra
bir daha yumdum ve açtım avucumu ve orada bir kuş duruyordu. Avucumu bir daha yumup
ve açtım ve bu sefer içinde insan vardı, yüzünde hüzün. Derken bir daha yumdum avucumu
ve tekrar açtığımda orada sisten başka bir şey yoktu.
— Pirim merak ediyorum, siz Konya’dan ansızın gittiniz ya, kalmak mı zor, yoksa gitmek
mi?
— Konya bana, “Beni terk etme, zira burada geçmişin ikamet ediyor”, diyor. Ve yol bana,
“Gel beni izle, çünkü ben senin geleceğinim”, diyor. Ve ben her ikisine de, “Benim ne
geçmişim, ne de bir geleceğim var. Burada eğleşip kaldığım takdirde, kalışımın da bir gidişi,
gidişimin de bir kalışı vardır. Yalnızca aşk ve ölüm her şeyi değiştirecektir.” diyorum.
Dönüş yolunda devam ediyoruz. Karlı zirvesi ile Erciyes dağı gözüktü. Yolun çoğu
bitmişti. Konya’ya ne kadar kaldı şurada diye seviniyoruz. Kayseri’de bir hana uğradık.
Hamamda yıkandık. Namazlarımızı kılmak için camiye gidiyorduk. Dervişlere:
— Namazı camide değil, Hamuş’umun hocası Seyyid Burhaneddin’in makamında
kılacağız.
— Hocasının kabrini ziyaret edip dua okuduğumuzu duyunca babam çok sevinecek.
— Seyyid Burhaneddin’i çok sevişimin özel nedeni, babanın hocası olmasından çok,
sultanlara karşı onurlu duruşudur. Babanı bu konuda eğitmesi de harika olmuş.
— Bunu bilmiyordum. Şeyh sultanlardan uzak mı durmalıdır?
— Bir şeyhin asla bir sultanın konuğu olmaması gerekir. Bir sultanı ziyaret etse bile sultan
onun misafiridir. Şeyh ancak ve ancak sultanı eğitmeye ve ona iki cihanda kâr getirecek
şeyler öğretmeye gider, ondan bir şeyler almaya değil. Bir şeyh bile para, ün ve güç
belalarının kendini baştan çıkarmasından korumalıdır. Bu hususla ilgili yaşanmış bir hikâye
anlatayım:
Sultanın birisi dergâha ziyarete gelmiş. Dergâhtaki yaşantı ve dervişlerin hali çok hoşuna
gitmiş. Dergâha birkaç kez daha ziyarete geldikten sonra sultan, şeyhe:
— Buraya yaptığım ziyaretlerden, sizden ve dervişlerden tamamıyla etkilendim ve
memnun kaldım. Yapabileceğim ne varsa, her şekilde, size destek olmak istiyorum. Lütfen
benden herhangi bir şey isteyin.
Şeyh cevap verir:
— Evet, sultanım, benim için bir şeyler yapabilirsiniz, lütfen bir daha buraya gelmeyiniz.
— Şok olan sultan:
— Herhangi bir kusurda mı bulundum? Tasavvufun bütün inceliklerini bilmiyorum ve sizi
herhangi bir şekilde kırdımsa çok üzgünüm, af buyurunuz, demiş.
— Hayır, hayır demiş efendi. Bizi hiçbir şekilde kırmadınız. Fakat mesele sizden değil,
benim dervişlerimden kaynaklanıyor. Siz gelmeden önce Allah’ın Esma-i Hüsna’sını sadece
O’nun rızası için zikrediyorlardı. Şimdi zikir ve meşklerde sizi düşünüyorlar. Hayır sultanım.
Mesele siz değilsiniz, biziz. Korkarım ki sizin buradaki varlığınızı kaldıracak manevi
olgunluğa sahip değiliz. İşte bu yüzden bir daha gelmemenizi istemek zorundayım.
Seyyid Burhaneddin’in mezarına geldik. Namazımızı kıldık. Dualar okuduk. Beni kabrin
başına yalnız bırakmalarını tembihledim. Celaleddin’i riyazette yetiştirmek için gayret
gösteren bu Hak aşığı ile hasbıhâl etmeyi çok isterdim.
Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled vefat ettiğinde Horasan’da olan Burhaneddin’in ilmî
bir sohbet esnasında kalabalığın içinde birden ayağa kalkıp bağırarak şöyle konuştuğu
rivayet edilir:
“Yazık, şeyhim toprak aleminin mahallesinde temiz cihana hicret etti.” Seyyid Burhaneddin
artık Horasan’da kalamayacağını, şeyhinin yadigârı Mevlâna’ya karşı bir irşad vefakârlığı
göstermek zorunda olduğunu ifade ederek Anadolu’ya hicret etmeye karar vermiş.
Seyyid Burhaneddin, Mevlâna’yı çeşitli ilimlerden imtihan ederek onu, “kaal” (söz)
bilgilerinde eğitilmiş buldu. Mevlâna’ya: “İlme’l yakin olarak babandan yüz mertebe ileri
geçmişsin, fakat baban hem kaal ilminde kemâldeydi, hem de hâl ilmine vâkıftı. Ben isterim
ki ilme’l yakinde olduğun kadar Hakka’l yakin ve Ayne’l yakin mertebesine de vasıl olasın…
Arzu ederim ki, bu mertebelere ancak sofilik yoluyla başlayasın, şeyhimden bana erişen o
mânayı sen benden hasıl eyleyesin.” dedi. Böylece Burhaneddin, Mevlâna’ya öğretmeni
olma teklifini iletmiş oldu. Mevlâna, bu teklifi kabul ederek Burhaneddin’in müridi olur.
Şeyh Burhaneddin, öğrencisi Mevlâna’yı riyazet vasıtasıyla kendi nefsi ile cihada teşvik
etti. Varlığın darlığından, gamın, tasanın kaynağı olan paslardan kurtulmak, sevinç pınarı,
hoşluk cihanı olan gösterişsiz fezalardan kendi can kuşunun kolunu, kanadını açabilmek,
ebedî dirliğe kavuşmak için kendisini özü gibi ona teslim etti. Seyyid Burhaneddin,
Mevlâna’ya hamlık döneminde şeyhlik yaptı. Kâmil, arif Burhaneddin’in kılavuzluğu ile
Mevlâna baştan ayağa nur’a, feyze boyanmış.
Seyyid Burhaneddin Konya’da uzun bir süre kaldıktan sonra, Kayseri’ye dönmeye
Dostları ilə paylaş: |