Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə29/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   50

Bir  gül  yaprağını  usulca  naifçe  koparır,  gözyaşına  sürerek  ıslatır  parmağının  ucunu,
yaprağa dokundurur ve boş bir kâğıda tek bir kelime yazar: “HAMUŞ”…
Hancının  getirdiği  zarfı  açtım,  okudum.  Dönmem  için  istediğim  kelime  yazılmıştı;  artık
durmanın  anlamı  yoktu.  Hamuş’umun  çiğlerin  arasında  tekrar  hamurlaşmasına  gönlüm  razı
olmamıştı.  Ne  olacaksa  olsun  dönmeliydim.  Ya  Hamuş  “aşk”  olacaktı,  ya  ben  aşk  için
ölecektim.
Sevgiliye  bu  kadar  serzeniş  çok  görülmez  umarım.  Evet,  yaşadım,  gördüm,  öğrendim.
Sevgi  ve  aşk  sadece  tek  kişi  tarafından  yaşanabiliyor.  Aşkın  karşılığı  yok.  Bazı  insanlar
sadece  sevmeyi  bilir,  karşısındaki  sever  mi  sevmez  mi  hiç  düşünmeden  sever.  Hep  bekler
sevecek diye ve sonunda görür ki sizi kırmamak adına hatır için kendini zorlayarak karşılık
verme  çabasındadır.  Oysaki  herkes  duygularında  özgürdür  ve  kimse  kimseyi  zorla
sevemez.  Kırgınlık  olmaz  aşkta.  Seviyorsan,  gerçekten  aşkını  yüreğinde  hissediyorsan
bırakacaksın  sevgiliyi  özgürce,  kanat  çırpsın  ve  nerede,  kiminle  mutluysa  tadına  vararak
yaşasın... Onun mutluluğunu uzaktan seyrederek yaralarını sarmayı da öğrenmek gerekir...
Anmaktı  ismini  muradım,  aşiyan  yüreğinin  damar  damar  atışlarında.  Ağlatmak  değildi
matlubum. Oysa sen her harfte bir gözyaşı döküyordun, güneş içinde devran ederken tir tir
titriyordun. Ey aşk! Sen kavur kavur yakandın, peki sol yanım neden üşüyor?


 
 
Sen nasıl bir pınarsın Mevlâna’m,
içtikçe daha çok susuyorum.
 
Mevlâna’ya  yorgun  olduğumu,  yola  dayanacağımı  ama  dönmekle  iyi  mi  yapıp
yapmadığımı  sorgularken  belki  olur  da  vazgeçerim  dönmekten  diye  Sultan  Veled’i  beni
alması için Şam’a yollamasını yazdım.
Mevlâna; mektubumu alır almaz, oğlu Sultan Veled’i çağırarak:
— Durma! Şam’a git, şeyhimizi al getir, der.
Sultan Veled, hediyeler ve yirmi kadar müridiyle Şam’a hareket etmiş. Babası kadar, beni
seven  Sultan  Veled  bu  zahmetli  yolculuğa  canla  başla  katılmış,  durup  dinlenmeden  yol
almış. Bir an evvel Şam’a varabilmek, beni bulup Konya’ya getirebilmek için çırpınıyor yirmi
kişi.  Yollarda,  hemen  hemen  hiç  konaklanmamış,  dağlar  bayırlar  gece  gündüz  demeden
aşılmıştır.
Nihayet  Şam  şehri  görünmüştü  dostun  elçilerine.  Şam’da  Cebel-i  Salihiyye  hanında
kalıyordum.  Odada  Hıristiyan  bir  delikanlı  ile  satranç  oynamaktaydım.  Kapım  üç  kez
vuruldu. Açıldı sinem. Açıldı kapı kilidim. Sultan Veled ve yanında birkaç genç derviş. Usulca
içeriye  girdiler.  Tıpkı  avcının  ağına  düşmüş  bir  maral  gibi  ürkek  ve  tedirgindiler.  Çıt  yok.
Selam  yok.  Zaman  donmuştu.  Gelenler  pencereden  süzülen  gölgelerdi  sanki.  Bekleştiler.
Benim  tepkimi  bekliyorlardı.  Onlar  odada  yokmuş  gibi  davranıyordum.  Kilimin  üzerindeki
çarığımı  eline  aldı  Sultan  Veled.  Çarığın  yönünü  Konya  istikametine  çevirdi.  Heyecanlı
yüreği ellerini titretiyordu. Gözüne baktım gözleri ağlamaklı, ha boşaldı ha boşalacak. Diğer
derviş  keseden  altınları  avucuna,  avucundan  da  çarığın  içine  boşalttı.  Kalktım  divandan.
Geri  çekildiler.  Suç  işlemiş  mücrimler  gibi  geri  geri  yürüyerek.  Yüzleri  yere  eğik,  sırtları
kapıda. Edepten bana sırtlarını dönmüyorlardı…
Altınları  pencereden  aşağı  saçtım.  Halk  hanın  girişine  toplandı.  Mevlâna  bana  ne  kadar
hediye  gönderdiyse  fakir  fukara  halka  dağıttım.  Kolumu  sonuna  kadar  açtım.  Sarıldık
evladımla dakikalarca, o ağlıyordu ben ağlıyordum. Koklaştık. Sultan Veled’e dönerek:
— Bana Mevlâna’dan değerli hediye mi olur, Rabbim yılların ve yolların çilesine dayanma


mükâfatı  olarak  babanı  karşıma  çıkardı.  O  ne  güzel  bir  lütûfdur  bilene,  dedim.  Odadaki
diğer dervişler ve kapı önünde atların başında bekleşen dervişler elime kapanarak:
—  Bizleri  de  bağışla  Şeyhim.  Senin  kutbunu  görmeyen  gafil  gözlerimizden  ne  kadar  yaş
akıtsak  nafile.  Dervişler  bir  yandan  elime  kapanıp  öpme  yarışında  diğer  yandan  ağlayarak
dizlerini vuruyorlardı. Şam halkı gördüklerine anlam vermeye çalışadursun:
— Haydi, düşelim yola, yol uzun, maşuku bekletmeye gelmez.
Beklenmedik gidişimin ardından neler yaşandığını az çok tahmin ediyordum. Sultan Veled
dönüş yolculuğumuzda istirahata çekildiğimizde anlatıyordu neler olup bittiğini dediğine göre.
O  sabah  dergâhtakiler  gök  gürültüsünden  daha  çok  etkileyici  bir  sesle  yataklarından
fırlamışlar. Avluya  çıktıklarında  o  da  ne,  üstünü  başını  yolan,  elbiseleri  taş  zemine  fırlatan
Mevlâna  “Nerede,  Şems’im.  Nerede,  ona  ne  yaptınız”  diye  bağırmış,  ağlamaya  başlamış.
Ayakları yalın, destegül gömleğini yırtmış, taş zemine diz çökmüş, yarı baygın, yarı uyanık
yüksek  sesle  hâlâ  bağırıyormuş.  “Vicdansızlar!  Hayırsızlar!  Nihayet  muradınıza  erdiniz.
Yarenimi  kaybettim.  Ben  nasıl  yaşarım  şimdi?”  Sultan  Veled  babasına  sarılıp  birlikte
ağlamışlar. Avludaki  meraklı  kalabalık  çoğalınca  babasını  yerden  kaldırıp  odasına  götüren
Sultan  Veled,  bir  yandan  yanağındaki  yaşlarını  silerken  babasının,  diğer  yandan  da  teselli
için  “Üzülme,  harap  etme  kendini  can  babam,  candaşını  bulacağım  sana”  demiş.  Sultan
Veled’in  çabaları  ile  zar  zor  odasına  çekilen  Mevlâna  gün  boyu  baygın  uyumuş.  O  günden
sonra  odasından  Cuma  namazları  haricinde  pek  çıkmamış.  Kederli  hali  ile  gün  be  gün
yemeden  içmeden  kesilir  olmuş.  Teselliyi  neyzenin  tepesinde,  Selahaddin  Zerkubi’nin
sohbetinde  bulmaya  çalışmış.  Söz  Zerkubi’den  açılmışken  birkaç  kelâm  da  ondan
bahsedelim:
Selahaddin  Feridun,  Konya  köylerinden  birinde  doğmuştu.  Konya’ya  gelip  yerleşmiş,
orada  kuyumculuk  sanatını  öğrenmiş,  bir  dükkân  açmış,  rızkını  temin  ediyordu.  Dindar  ve
faziletli  bir  kişi  olan  Selahaddin,  Mevlâna’nın  babasının  aziz  dostu  ve  halifesi  Seyyid
Burhaneddin’e  intisap  etmiş,  ahlâkı,  ibadete  düşkünlüğü  ile  sufilik  yolunda  hayli  ilerlemiş  ve
şeyhi Seyyid Burhaneddin’den icazet alarak, şeyhlik makamına yükselmişti. Şeyhi, bu temiz
kişiyi,  bu  Hak  âşıkını  çok  severdi.  Gerçekten  de  Selahaddin  ümmi,  yani  hiç  okuma  yazma
bilmiyordu;  ama  muttaki,  ibadetine  çok  düşkün,  çok  nurlu  bir  mümindi.  İlahı  aşka  gönlünü
vermiş,  birçok  haller  elde  etmişti.  Selahaddin-i  Zerkubi  yani  Kuyumcu  Selahaddin,  şeyhi
Seyyid Burhaneddin Kayseri’ye gidince, köyüne dönmüş, orada evlenmiş, çoluk çocuk sahibi
olmuştu.
Bir cuma günü tekrar Konya’ya dönmüştü. Cuma namazı kılmak için, Ebu’l-Fazl Camii’ne
girmiş.  Namazdan  sonra  Mevlâna  vaaza  başlamış.  Mevlâna  çok  heyecanlı,  çok  güzel
konuşuyormuş.  Mevlâna  o  günkü  vaazında,  şeyhi  Seyyid  Burhaneddin’in  hallerinden,
faziletinden,  aşkından  bahsetmiş.  Kuyumcu  Selahaddin  can  kulağı  ile  Mevlâna’yı  dinlerken,
birdenbire Mevlâna’nın zatında, büyük bir nur gibi şeyhi Seyyid Burhaneddin’i görmüş. Sanki


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə