Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə25/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   50

asılsızca  ileri  geri  konuşuyorsunuz.  Şems  mezhepsizin  teki  demişsiniz.  Haklısınız.  Her
mezhebi  okudum,  hiçbir  mezhebe  bağlı  değilim.  Her  çiçeği  kokladım,  hiçbir  çiçeğe  yaprak
olmadım.  Meşk  adamıyım;  ama  meşrebsizim.  Konuşurum;  ama  yazmam.  Okurum  ama
kitap kölesi değilim. Kâğıtlardan, derilerden değil gönülden okuyanım. Beni dilenci sandınız.
Varın  öyle  sanın.  Sizden  para  pul  istemem.  Benim  ödülümü  veren  verecek  nasıl  olsa.
Tiridiniz,  kebabınız  sizin  olsun.  Lokmanızı  değil;  ama  sultanınızı  elinizden  alacağım.
Tenekeleşen, pas tutan, küf kokan gözleriniz elmastan habersiz. Kirletmeyin kandilimi. Açın
yolumu.  Zıkkımlanın  sofranızda.  Kitap,  kadın,  kahır  ve  kapristen  iğrenirim.  Aşka  aç  olanı
doyurmaya geldim. Et ile kemikle oyalanın siz.
Handaki  konuşmam  şehre  yayılmış.  Kazanları  kaynatmışlar  dedikodu  akbabaları.
Mevlâna da duymuş olup biteni. Sıkılarak süklüm büklüm o akşam odama geldi.
— Seni konuşuyor bütün Konya ve ben buna çok üzülüyorum.
— Korkma, ne bana ne sana dokunamazlar.
— Beni, senin sevdiğin kadar onların da seni sevmesini isterdim.
—  Benim  senden  başkasının  sevgisine,  dostluğuna  ihtiyacım  yok.  Sen  okyanussun,
diğerleri çukurdaki çamurlu su birikintisi.
Benim  pervasız  oluşum  yaratılışımın  gereğidir.  Şimdi  benimle  yaşamak  zordur.  Nasıl  ki
Musa  Peygamber’in  o  üçüncü  dileği  Allah’a  karşı  duyduğu  arzu  ve  istek  ateşinden,  aşk
tutkunluğundan  idi.  Yoksa  Hızır  ile  buluşmak  için  değildi.  Musa’nın  bu  husustaki  açlığı
senden daha mı azdı. Ben bir tek sana açım anlıyor musun Mevlâna?
— Haklısın Şems. Şikâyetçi değilim sözlerden.
— Şimdi sana bir sofi hikâyesi anlatayım Mevlâna’m. “Ağır hastalanan bir sofi’yi dostları
alıp  hekime  götürmüşler.  Hekim  sormuş  “Anlat  bakalım  nedir  şikâyetin?”  Hekimin  bu
sorusunu  duyan  sofi  irkilmiş.  “Hiçbir  şikâyetim  yok  benim”  diye  cevap  vermiş.  Şaşıran
hekime  sofinin  yanındaki  arkadaşları  durumu  açıklamışlar.  “O  sofidir.  Şikâyet  etmez.
Şikâyetin  nedir  diye  boşuna  sorma.  Ona  neren  ağrıyor,  diye  sor,  ancak  o  şekilde  cevap
verir” demişler.
Bizse nelerden nelerden şikâyet ederiz. En ufak hoşumuza gitmeyen bir şeyden, acıdan,
aşktan,  hastalıktan,  üzüntüden  hatta  bazen  fazla  sevgiden,  fazla  ilgiden.  Buğday  ot
halindeyken  bir  işe  yaramaz,  onu  değirmende  ezmek  gerekir,  öğütmek  gerekir  ki  iş
yapabilsin. Tohum ekilmeden, toprağın altına gömülmeden ne işe yarar ki? İşte buğday gibi
ezilmeye yardım eder. O şikâyetler, tohum gibi bazen yerin dibine sokar bizi; ama sonu hep
güzeldir, çiçek açar her tohum gibi…


 
 
Kaç aşk eleğinden geçmem lâzım
yedi deryayı bir yudumda içebilmek için?
 
1246 yılının mart ayı başlarında, ansızın Konya’dan kayboluvermiştim. Konya’ya geldiğimi
kimse görmemişti, gittiğimi de kimsenin görmemesi gerekiyordu. Gelişim davetsizdi. Gidişim
de  elvedasız  olsun  istedim.  Gitmem  artık  kaçınılmazdı.  Kaçış  değildi  gidişim.  Kimseye
dargın  da  değildim.  Korktuğumdan  gittiğimi  düşünen  düşünsün.  Mevlâna’yı  seviyorsam
gitmeliydim.  Birisini  seviyorsanız  onun  iyiliğini  istiyorsunuz  demektir  ve  dost  için  gitmeyi  de
bilmelisiniz.  Esrarengiz  gidişimle  Mevlâna’nın  pişmiş  mi  çiğ  mi  kalmış  bunu  da  öğrenmem
gerekiyordu.  Gidişim  feda  içindi.  Dosta  feda,  dosta  veda.  İçim  kan  ağlasa  da  gitmeliydim.
Mevlâna’ya  danışsam  ölür  de  bırakmazdı.  İkimiz  için  de  doğru  olan  buydu.  Gitmeliydim,
karanlığı  yara  yara  yaralarımı  içimde  uçurumlaştırarak.  Mevlâna’dan  başkası  aklımda
yoktu.
Gökyüzünün  yıldız  yıldız  kandilleri  yanık,  şehrin  kandilleri  sönük.  Zifiri  bir  karanlık  var
Konya  sokaklarında.  Solukları  donduracak  kuru  bir  ayaz,  insanlar  yataklarına  çekilmiş.
Dergâhta  da  tek  tek  söndü  kandiller.  Mevlâna’nın  odasından  da  ışık  gelmiyor.  Kapının
önünde  bir  derviş.  Selam  verip  “Biraz  dolaşıp  geleceğim”  diyerek  çıkıyorum.  Bağların,
bahçelerin  ıssız  tenha  yollarından  geçerek  şehir  dışına  çıktım,  aklı  karışıkları  hesapları  ile
baş  başa  bırakarak. Ayın  ışığının  altında  bir  hayalet  gibi  süzülüyorum,  gecenin  koynundan
bilinmez yönlere dudağımda bir cümle:
“Dünyada garip bir yolcu gibi ol!”
Gün  ışıdığında  hâlâ  yürümekteydim.  Yoruldum.  Acıkmıştım.  Önümde  bir  bozkır  köyü
gözüktü.  Bir  ahıra  girdim.  Otlardan,  çalılardan  bir  minder  yapıp  uzandım.  Uyuya  kalmışım.
Köylülerin  sesi  ile  uyandım.  Tandır  ekmeği  ikram  ettiler.  Yanımda  bir  dirhem  dahi  para
yoktu.  Köylülere  bana  uygun  bir  iş  var  mı  diye  sordum.  Amacım  birkaç  dirhem  kazanıp
kendime  bir  merkep  almaktı.  Bir  köylünün  tarlasında  ırgatlık  yapmam  karşılığı  boz  bir
merkep  almıştım.  Merkebin  sırtında  güneşin  doğduğu  topraklara  doğru  yol  aldım.
Memleketim Tebriz’e gelmiştim.


Uzun  yıllar  olmuştu  Tebriz’i  görmeyeli.  İncecik  bir  yağmur  çiselerken  toprağa,  gözlerim
bulut bulut aile mezarlığına uğradım. Vefat etmiş aileme dualar okudum ağlayarak. Tebriz’de
fazla kalmak istemedim. Niyetim Mevlâna’nın çocukluğunda ve gençlik dönemlerinde geçtiği
şehirlerde onun kokusunu aramaktı.
Hüzün  senelerim  başlıyordu.  Ayrılık  hallerinden  bir  haldir  hüzün.  Dünya  dediğimiz  bir
hüzün gurbeti değil miydi zaten? Hüzün ki en çok yakışandı âşıklara. Yandık, yakıldık; ama
hüzünden  yana  asla  yakınmadık.  Ne  de  olsa  biz  mahzun  bir  peygamberin  ümmeti  değil
miyiz? Hüzün taze tutar aşk yarasını. Yaramdan da hoşum, yârimden de.
Hüzün  dalgası  çarptıysa  bir  insanın  yüreğine,  ya  Mevlâsını  özlemiştir  ya  da  Mevlâsı
onu...  Mevlâ’yı  özleyen  gönül  ya  hüznü  bekler  ya  da  hüzündedir.  Bela,  gam  ve  keder
Mevlâ’nın  sevdiklerine  gösterdiği  kamçıdır.  Vurdukça  kendine  çeker.  Hüzün  ki,  Mevlâmın
Mevlâna’mı özlem özlem içime dokuduğu kumaş.
Nereye  baksam  Mevlâna’yı  görür  oldum.  Göğe  baksam,  suya  baksam  tek  gördüğüm
Mevlâna.  Rüzgârın  sesinde,  rüyalarımın  üveykinde  hep  Mevlâna.  Yıldız  şavklarında,  cami
şadırvanlarında  gördüğüm  daima  Mevlâna.  Sen  canımın  içindesin,  canımsa  senden
habersiz... Dünya seninle dolu, dünya senden habersiz... Gönlüm, canım nasıl bulsun seni?
Çünkü sen, tümüyle gönüldesin... Sense gönülden habersiz.
Ey  maşukum,  ah  Mevlâna’m;  kimsenin  bilemediği  yerlerde  sakladım  yüreğimi,  sürgün  ve
azade  yüreğim  seninleydi.  Sen  bilmiyordun,  yüreğimde  büyüttüm  içimdeki  yetimliği.
Gitmeliydim.  Yalnızca  yalnızlığımda  suladım  sana  olan  susuzluğumu..  Sesini  duyabilmek
hayatımın en nefessiz anı seni görebilmek, en ulaşılmaz hayalimdi. Bırak hakikati... Kuru bir
hayali bile çok gördüler bu Şems’e.
Ne vazgeçilebilirim senden ne de sana ulaşılabilirim. Her gece hasretinle kapanır artık bu
gözlerim,  her  sabah  güneşim  solgunlaşır  ayrılığın  sancısıyla.  Saklı  tutamadığım  sevgimi
başladığım gibi bitirmeli, geldiğim gibi gitmeliydim.
Gözlerimden  “sen”  diye  düşerken  gözyaşlarım,  gitmeye  mecburdum.  Sen  bana  bir  ömür
uzakta olsan da ben bir nefes kadar yakınındayım. Sen olmasan da sensizlikte seninle soluk
alıyor  olacağım.  Baharları  bir  çiçek  olup  kokusuyla  gönlüne  dolacağım.  Karanlığına
saklandığında  gözlerimde  bir  avuç  güneşle  geleceğim  seni  aydınlatmaya.  Kimsenin  ne
dediğini  duymak  istemiyorum…  Sadece  yaşamak  ve  görmek  istiyorum.  Hiçbir  hayale
sığdıramadığım tek gerçeğimsin. Sevdim işte ötesi de yok gerisi de….
Kayboluşumun Mevlâna’yı can evinden yaralayacağını biliyordum ama gel gör ki aşkın bir
adı  da  fedakârlık  değil  mi?..  Sonradan  öğrendiğime  göre  gidişimle  buna  sebep  olanlara
kırılmış  dostum.  Hücresine  kapanmış,  hicranının  ateşinde  yanıp  yakılıyormuş.  Bu
mukadderdi,  Mevlâna’nın  Mevlâna  olabilmesi  için  bu  lâzımdı.  Eline  kalem  kâğıt  almış,  ah
edip inleyişlerini dökmüş.
Beni  aramak  için  birkaç  kere  Şam’a  gelmiş.  Bu  aramalar  bir  teselliydi.  Ben  ortaya


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə