Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə26/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   50

çıkmaya  niyet  etmedikçe  bulamayacağını  biliyordu.  Şam’a  bir  keklik  gibi  giden  Mevlâna,
Konya’ya alıcı bir doğan gibi dönmüştü. Aşk yalnızlığı kabullenmektir...
Aşkın  denklemi  çözümsüz.  Alışmak  gerek  sadece  sevmeye.  Sevilmeyi  tatmadan  da
yaşamayı  öğrenebilir  insan.  Ama  birini  sevmeyi,  birine  sımsıkı  bağlanmayı  mutlaka
yaşamalı. İşte o zaman hayata bir bağlılık olur...
Bense  Şam’da  değil,  Afgan  köylerinde  divane  dolaşıp  duruyordum.  Afganistan
topraklarında  Haşhaşilerin  dergâhlarında  Rafizi  şaşkınların  doğru  yola  gelmesine  gayret
göstermekle kendimi oyalıyor, bu şekilde Mevlâna’dan ayrılışımın acısını teselli edeceğime
inanıyordum. Ama  nafile.  Gün  geçtikçe  acım  daha  da  derinleşiyordu.  Baktım  olmuyor,  bari
Mevlâna’mı ilk gördüğüm Şam sokaklarında onun hatırası ve kokusu ile teselli bulayım, diye
Şam’a dönmeye niyet ettim.
Tebriz’de  çok  sevilen  Seyyid  Şahmer  denen  bir  şeyhi,  talebelerinin  gözleri  önünde  rezil
rüsva  ettim.  Sahte  şeyh  olduğunu,  halkı  kandırdığını  söyledim.  Yine  dilimi  tutamamıştım.
Dervişleri  beni  orada  linç  edeceklerdi.  Halk  benim  etrafımı  sarınca  vazgeçtiler.  Seyyid
Şahmer arkamdan bağırıyordu:
—  Sana  bir  haller  olmuş,  önceden  de  dengesizdin  ama  bu  kadar  divane  değildin.  Ne
olduysa  sana  Konya’da  olmuş.  Andolsun  Konya’yı  sana  mezar  edeceğim.  Moğol
şeytanlarından beter bela olacağını sakın unutma!
Şam’da  beni  aramakla  meşgul  olan  Mevlâna’nın  derdi,  Konya’yı  sarmıştı.  Konya  halkı
endişeli  günler  geçirmişti.  Ya  Mevlâna  olup  bitenlere  gücenerek  Konya’ya  bir  daha
dönmezse, Şam’a yerleşir kalırsa? O zaman, Mevlâna’sız tadı tuzu olmazdı bu şehrin. Koca
başkent.  Onsuz  pek  yavan,  pek  sönük  kalırdı.  Bu  endişelerini  Konyalılar,  saraya  kadar
duyurur. Mektuplar yazılır, ricalar edilir ve dost döner memleketine. Onun dönüşünün ertesi
günü  ben  girmişim  Şehr-i  yâr  Şam’a.  Mevlâna  şehr-i  sevda  Konya’da,  bense  sevdanın
hatırasını han odalarında, Şam sokaklarında aramada.
Beni  Şam’da  bulma  umudunu  yitiren  Mevlâna  biçare  döner  Konya’ya.  Döndüğü  gece
rüyasında  beni  Şam’daki  handa  görmüş.  Sabah  bir  mektup  yazıp  dervişin  birisi  ile
göndermiş. Onu sıkı sıkı tembihlemiş:
— Eğer müjdeli haber ile gelirsen dile benden ne dilersen.
— Yüreğinizin sağlığını talep ederim efendim.
— Var git selametle, dön esenlik muştuları ile.
Şam’da hancıyı hem tembihledim hem de tehdit ettim:
—  Beni  tanımıyorsun,  bilmiyorsun.  Soran  olursa  aylardır  uğramaz  dersin.  Dediğimi
yapmazsan bir intizarımla hanını başına yıkarım.
Derviş  mektubu  getirmiş.  Hancının  sözleri  ile  şevki  kırılmış.  Bir  ümit  belki  gelir,  diye
mektubu hancıya emanet bırakmış.
“Seni  ne  huzuru  arayanlara,  ne  huzuru  bulanlara,  ne  de  huzurdan  kaçanlara  sordum.


Güneşin  sıcaklığını  en  iyi  kim  anlatabilir?  Sıcaktan  düşüp  bayılan  mı?  Hayır,  onun  aşkı
zayıftır.  Güneşe  yolculuk  yapan  mı?  O  da  değil,  gitse  gitse  nereye  kadar  gidebilir  ki?
Gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı...
Aşk mabedim… Efendim… Söyler misin? Nedir bu çektiğim acıların mânası? Bu ayrılığın
esrarengizliği  yüreğime  saldığın  alevlerin  lavlaşması  içinse  yeterince  erimedim  mi  ateş
toplarında? Öyle yandım ki;
 
Sen yandıkça, ben yanayım!
Sen dondukça, ben de donayım!
 
“Yine  kehkeşânlara  kaçarak  mı  özleteceksin  kendini…  Özlemlerim,  boşluğa  atılan  kuru
karanfiller  gibi  sere  serpe  dağılıyor  harayellerin,  acının  koynunda…  İçime  güneş  doğmaz
oldu  artık  sen  gittin  gideli…  Göklere  seninle  buruç  edecektim  hâlbuki...  Saçlarıma  aklar
düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden… Serencame gökkubbeye niyaz edecek ve
merhamet  isteyecek  kapılar  dahi  yüzüme  kapanıyor?  Sendedir  bu  boz  bulanık  sellere
kapılan  ömrümün  mihrap  ve  minberi…  Salâlar  benim  için  okunuyor  artık…  Gözyaşım
seccademde  buğulanıyor  her  seher  vakti,  ama  ne  sesin  geliyor  artık  uzaklardan,  ne  de
nefesin…
Ezanlar  okunur  günbegün  ve  içli  içli…  Ama  alnımı,  alnına  değdirmedikçe  huzura
ermeyecek  bir  çağıldama  örseliyor  şakaklarımı…  Alnımda  sanki  Dağıstanlı  atlılar…  Ve
ellerim titriyor zaman zaman… Bu divaneliğin ağır tütsüsünü… Ve omuzlarım çökeliyor seni
düşündükçe… Unutma, şah eserin olan ben, gün geçtikçe artık viraneye dönüyorum… Ama
sen  hâlâ  bana  dönmüyorsun!..  Muradım;  Rabbü’l  Âlemin;  bu  sevdanın  kadrini  ve  kıymetini
kimseye muhtaç etmesin…”
“Düşüncelerim,  ipliği  kopan  tespih  taneleri  gibi  dağılıveriyor  sensiz…  Şimdi
gözyaşlarımdan  inci  yapmak  isterdim  sana…  Keşke  yanımda  olsaydın…  Kelimelerim
şelâleleşiyor  ne  zaman  sana  dair  bir  şeyler  yazmaya  kalksam…  Yanan  alnım,  müşfik
avuçlarına  ne  kadar  da  muhtaç  bilemezsin…  Beni  ne  kadar  ateşe  versen  de,  hiçbir
hatıramız  küllenemez,  bunu  bilesin…  Zümrüd-ü  Anka  gibi  kendi  külümden  doğar  ve  katar
katar Turnalar gibi yine kanat vurarak yine revan olurum yollarına…
“Gözlerimde  bir  mahmurluk,  sensiz  uykularımdan  arda  kalan…  Sinemde  yumru  yumru
yutkunamadığım  bir  sıkıntı…  Nefeslerim  yetmez  oluyor  artık  şu  garip  canıma…  Ve  ben
gözlerimi  tavana  mıhlamış,  bir  tek  seni  düşünüyorum…  Alnımda  boncuk  boncuk  soğuk
terler…  Kulağım  işitmez  oldu  artık,  sesinden  gayri  her  ne  var  ise  şu  âlemde…  Göz
kapaklarım  tutulmuş,  hayalin  perdelenmesin  diye…  Artık  gözyaşlarımda  hasretlik  tuzu  bile
kalmadı acılarımı ılık ılık dindirecek…
Kanım donuyor… Bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız… Sıcağın yok ki yanımda… Ve


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə