niyetlenir. Bunu birkaç defa da Mevlâna’ya açar. Ancak Mevlâna ona:
“Ben sensiz, hayattan tat alamam. Benim şeyhim, benim yanı başımdan ayrılırsa, bu
hayat çekilmez olur…” Seyyid Burhaneddin, birkaç defa aynı şekilde istekte bulunursa da,
Mevlâna hepsinde yukarıdakine benzer sözlerle onun Kayseri’ye dönmesine engel olur.
Nihayet Kayseri’ye dönüş isteği Seyyid’de bir hasrete dönüşür ve bir gün Mevlâna’nın
dostlarıyla çıktığı bir bağ gezisinde, kimseye haber vermeden Kayseri’ye doğru yönelir.
Konya’dan ayrılıp kendisini bağlara götüren uysal binek hayvanı, Kayseri’ye yönelince
huysuzluk yapmaya başlar ve sonunda, Seyyid Burhaneddin’in kontrolünden çıkarak onu
hırsla sırtından yere atar.
Hayvanın sırtından düşen Seyyid Burhaneddin’in ayak parmakları kırılır ve bacağı incinir.
Arkadaşları olay yerine gelir ve hayvanı yakalayarak tekrar sırtına bindirirler. Seyyid
binmemek için ısrar ederse de, meseleyi bilmeyenler onu ısrarla hayvanın sırtına oturturlar.
Biraz önce Kayseri’ye yöneldiği için Seyyid Burhaneddin’i sırtından atıp ağır yaralanmasına
sebep olan hayvan, bu defa Konya’ya doğru dönünce uysallaşır ve arkadaşları onu bir
dostunun bağına indirirler. Orada ayağını sarıp Konya’ya dönerler.
Seyyid Burhanedin, Mevlâna’nın yanına gelince sitem eder ve şunları söyler:
— Aferin ne güzel mürit(!) Şeyhinin ayağını kırıyor. Mevlâna Seyyid Burhaneddin’in
başına gelenlere üzülmüştür. Hemen elini onun kırılan parmaklarının üzerine kor, dua eder
ve Seyyid Burhaneddin’in ağrıları dinerek ayağının kısa zamanda iyi olmasını sağlar. Bu
defa Kayseri’ye dönmesine müsaade eder.
Böylece Seyyid Burhaneddin yol azığını, binek hayvanını alır helâlleşip Konya’dan ayrılır
ve Kayseri’ye döner.
Evet, şu anda maşukum Mevlâna’yı benim gelişime hazırlayan güzel insanın kabri
başındayım. Dualar ile kendisini selamladıktan sonra mezarından elime bir avuç toprak alıp
koklayıp, koklayıp öptüm.
— Ey âşık Seyyid. Bir zamanlar taleben olan eserine şimdi maşukum, ben onun aşkının
esiriyim. Ne hoş bir öğrenci yetiştirmişsin, diyerek oradan ayrıldım. Sultan Veled ve kafile
tekrar yola düştük.
İnsanlar maşuk aramıyor, bencil duygularına köle arıyor.
Köle buluyor ama aşkı bulamıyor.
Kafile ile Nevşehir’de bir üzüm bağında mola verdik. Sultan Veled her zamanki iştahı ile
benden bir şeyler öğrenmek için heyecanlı sorularına devam ediyordu.
— Pirim, tasavvufu nasıl görüyorsun?
— Tasavvuf, aşk mezhebidir. Tasavvuf Allah karşısında yoksul olmaktır. O’nun karşısında
yoksul ve aciz olmak, O’na muhtaç olduğumuzu kabul etmektir ve bu kabul ne kadar içten ve
ihlâslı olursa, sevgiliye erişme konusunda o ölçüde şiddetli bir dürtüye dönüşür.
— Şeyh necedir, derviş kimdir?
— Şeyh ile dervişi arasındaki ilişki bir salkım üzüm ve bu salkımın bağlı olduğu dal
arasındaki ilişki gibidir. Şeyh üzümleri ağaca, gövdeye, köke bağlar. Gözler ruhun
aynasıdır. Şeyhler öğrencilerinin gözüne bakarak onların içini okurlar. Bir şeyhin bakışları
son derece kuvvetlidir. Her cübbe giyen veya göze hoş gelen sıra dışı şeyler takan kişi şeyh
değildir. Fakat bir şeyh bulduğunuzda yapılacak şey Allah’ın isteği doğrultusunda ona tabi ve
teslim olmaktır. Çağır şu dervişleri de size bir hikâye anlatayım:
İkindi vakti öncesi abdest almak için avluya çıkan şeyh, dervişin tekinden bir ibrik su ister.
Derviş getirir. Yere çömeLmiş abdest almaya başlayan şeyh bir yandan da bahçedeki
dervişleri gözlemek için sağa sola bakmakla meşguldür. Su döken derviş bakar ki şeyh elini
yıkarken bazı yerleri kurudur. İçinden:
— Bir de bize mürşit olacak. Doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor diye geçirir.
Bakışları alaycı ve suizancadır. Şeyh kafasını dervişe doğru kaldırır. Dervişin bakışlarını
yakalar, aklından geçenleri okur.
— Evlat sen bize yaramazsın, akşama kalmadan dergâhımızı terk et, der.
Derviş şeyhi için böyle yanlış bir düşüncede olduğu için bin pişmandır; ama nafile,
kovulmuştur artık. Akşam arkadaşları ile helâlleşerek ıssız bir dağ yamacındaki dergâhtan
ayrılır. İyi de, nereye gidecektir. Ne ailesi vardır, ne gidecek bir memleket. Deli divane, dağ
tepe yürür. Yorulmuştur. Acıkmıştır. Hava iyice kararmıştır. Nereye gideceğim, ne
yapacağım, diye düşünürken uzakta bir ışık görür. Işığın geldiği tarafa yürür. Ağaçların
altında çoban, ateşin üzerinde yemek pişirmektedir.
— Selamün aleyküm.
— Aleyküm selam.
— Allah misafirine aşın, ekmeğin var mıdır?
— Vardır, hele otur şöyle.
Çoban, gelen yabancıyı süzer. Gece vakti ormanda yalnız dolaşan bu adam necidir?
Tüccar değil, asker değil. Üzerinde derviş kıyafeti var. İyi de bir derviş bu vakitte ne geziyor
dağ başında. Dervişler dergâhtan akşamları dışarı çıkmazlar ki diye düşünür.
Derviş olup bitenleri anlatınca çoban onun haline acır ve:
— Şu karşıdaki dağın arkasında bir şehir var. İsmi Eyvallah şehridir. Oraya git. Ne
alırsan al, eyvallah dedikten sonra ücretiz, bedava.
— Ne yani para pul istemiyorlar mı?
— Eyvallah diyene her şey bedava.
Derviş kendisi ile dalga geçildiğini düşünür. Çoban devam ile:
— Yalnız eyvallah şehrinin üç kuralı var. İhlâl edersen o kuralları, şehirden atılırsın!
— Nedir bu kurallar?
— Bir, kulun işine karışmayacaksın. İki, Allah’ın işine karışmayacaksın. Üç, asla yalan
konuşmayacaksın.
— Kolaymış, ben zaten dergâhta eğitim aldım, bunlar basit kurallar ihlâl etmem.
Sabah çekine çekine şehre giren derviş çobanın doğru söyleyip söylemediğini anlamak
ister. Hamama girer. Yıkanır. Kasaya yanaşır. Sağ elini sol göğsüne koyarak “eyvallah”
der. Kasa başındaki hamamcı da “eyvallah” diye karşılık verir.
— Borcum ne?
— Eyvallah kardeş borcun yok, eyvallah dedin ya.
Derviş şaşırır. Bir yandan da seviniyordur. Fırına girer yine aynı muamele “eyvallah”
diyenden para alınmıyor. Derviş içinden “İyi ki dergâhtan kovulmuşum, bu şehirde her şey
bedava padişah gibi ne güzel yaşarım” der.
Aradan bir ay geçmiştir. Bizim derviş halinden memnun. Bir arkadaşına gelir.
— Aile kurmak istiyorum. Bir kadın ile evlenmem için ne yapmam gerekir?
— Eyvallah de.
— O da mı eyvallah ile?
— Tabii. Yarın köle pazarı kurulur. Erken git pazara. Acem, Arap, Hint, Rum ne ararsan
her milletten güzel kadınlar vardır. Beğendiğini seç. Satıcıya eyvallah de yeter.
Derviş denileni yapar. Evlenir. Aradan bir hafta geçer. Derviş çarşıda dolaşmaktadır.
Karşısından biri genç diğeri yaşlı iki kadın gelmektedir. Genç olanın saçı, başı her yeri
açıktır. Diğer kadın çarşaflı, sadece gözleri görünen yaşlı bir kadındır.
Dostları ilə paylaş: |