Çok süreden beri bende olan bir niteliği kaybetmiştim; bir umuda kapılır, bir kaybederdim.
Sonunda bu tuğlaya başımı koyunca muradıma eriştim.” Peygamber (s.a.v.)'in bir ona sıkı
hadisi vardır: “Eğer bir kimse bir şeyden Allah lütfuna ulaşırsa sıkıya bağlanmalıdır.”
Adamın birisi ölmüştü. Ağıtçıyı çağırdılar. Ağıtçı yakınlarına sordu:
“Bu adamın hünerleri nelerdi? İlmi var mıydı?”
Cevap verdiler: “Hayır.”
“Peki, ibadete düşkün müydü?”
Dediler: “Hayır.”
Ağıtçı kıbleye dönüp tekrar sordu: “Fakir, fukaraya yardım eder miydi?”
Dediler: “Hayır.”
Sonuçta ne sorduysa olumsuz cevap aldı. Ağıtçı ağlamaya başladı ve şöyle dedi,
“Ey şaşkın gelip şaşkın kurtulan; şaşkın doğup şaşkın ölen kişi!”
— Şimdi dervişler tuğladan öğüt alan derviş misiniz; yoksa ağıtçının ağladığı şaşkın
mısınız?
Karşılama Şöleni
Arza hacet yok halim sana ayandır...
Dile gerek yok, sessizliğim sana beyandır...
Söze lüzum yok, susuşum sana kelâmdır...
Kelama ihtiyaç yok, aşk sana figandır.
Konya bahar yaşıyordu, ama yalancı bahardı bu. Mevlâna’yı hoşnut etmek için gönülsüz
de olsa kalabalık gölgelerdi sadece. Görkemli ve izdiham uyandıran bir karşılama
düşünmüşlerdi. Mevlâna onlara engel olmuş:
”Şems kral değil, sultan değil, biz Hak âşıkları peygamberimiz misali garibiz, şatafatta
kuru gürültülerde gönlümüz azap çeker.” demiş.
Cemreler teker teker önce havaya, ardından suya ve sonunda toprağa düşmüştü. Ancak
dördüncü bir cemre vardı ki aşk cemresi Mevlâna’nın yüreğine müjgan olarak düşmüş
ısıtmıştı. Aylardır gülmeyen yüzü gülüyordu. Ne de olsa ‘güneş’i yola düşmüş geliyordu.
Gecenin gelincikleri şehrin sokaklarını sarmış. Gelinciklerin arasından gökyüzüne doğru
başlarını uzatmış, sapsarı kır çiçekleri mis gibi kokuyor. Bekleyenlerin yüzü mutlu.
Beklenenin gelişi gibi kutlu. Muştular salınmış dört bir yana. Mevlâna bayram sabahı
çocukları gibi heyecanlı, yerinde duramıyor. Kâh avludan dışarıya, kâh dışarıdan avluya
geliş gidişler dizinde derman bırakmaz. Yanındaki müridine:
— Onu bahçendeki meşe ağacının altındaki tahta sedire oturtup hasret hatıralarını
dinleyeceğiz neşe içinde, diyor gözlerinin içi bambaşka bir gülümseme ile. Müritler ondan
daha sevinçli, aylardır gülmeyen efendileri neşelendi diye.
Önceleri vaazlarında, ev sohbetlerinde beni yerden yere vuran, beni zındıklıkla,
sapıklıkla, hatta bazı ukalaların sınırı aşıp beni kâfirlikle suçlayan hocalar Mevlâna’ya
yaranmak için görkemli bir karşılama töreni düzenlemeyi teklif etmişlerdi. Mevlâna:
— O bir kral değil, biz hak âşıkları Peygamberimiz gibi garibiz. Ne hediyelerinizi isteriz ne
alkışlarınızı demiş.
Sonra da Konya’daki arkadaşları ile beni karşılamak için Kervan, Konya civarındaki
Zincirli hana gelmiş, konaklamıştı. Bu sırada Sultan Veled adamlarından birini, dörtnala
Konya’ya gönderdi, Mevlâna’ya bizim gelmekte olduğumuzun haberini tezce ulaştırmıştı.
Mevlâna, üstünde başında ne varsa müjdeciye vermişti:
— Daha ne varsa verin, diyor ve en güzel gazellerinden biriyle şöyle sesleniyordu:
Yollara sular dökün.
Bahçelere müjdeler verin...
Bahar kokuları geliyor,
O geliyor, o!
Ay parçamız, canımız, yârimiz geliyor.
Yol verin, açılın, savulun,
Beri durun, beri!
Yüzü apaydınlık, ak pak
Bastığı yerleri aydınlatarak,
O geliyor, o!
Her ağızdan tek ses: “O geliyor!” Bu söz. Sarı benizlerde pembe hareli akisler yapıyor,
tellâllar, caddelere dökülmüş bağırıyor: “Şems geliyor!” Ve Şems geldi. Mevlâna kükremiş
aslan gibi sesleniyor yine...
Geldi, dostlar,
Güneşim, Ay’ım geldi.
O gümüş bedenlim,
Gözüm, kulağım, canım geldi,
Başım sarhoş,
İçim bir hoş bugün...
Sabahlara dek öldüğüm,
Bir demet gül gibi yoluna döküldüğüm,
Servi revanım geldi.
Bak Allah aşkına!
Bak şu baharın şevkine...
Ey güneş, dökül saçıl seraba!
Sevgilim gibi cömert,
Bir tohum gibi fışkıracak,
Bedenimdeki kuvvet,
Kükremenin tam çağı,
Aslanım geldi.
Dert dindi, acılar unutuldu, birer birer,
Şu er,
Şu güle benzeyen!.
Ne bileyim şekere, bala benzeyen,
Cananım geldi.
Ey Tebrizli Şems!
Ey gözümdeki nur!
Beni benden aldılar bugün,
Kurulsun düğün dernek ,
Ahun tenlim,
Gümüş bedenlim.
Dilim, dilberim geldi.
Umut tek teselli. Umut etmeyi bilen vuslattaki sırra da aşinadır. Önce Şems’in kokusu
geldi kendisinden evvel. Yağmur tadındaydı. Bozkır, bu kokuyu içine çekti. Sonra yolcular
belirdi ufukta. Vakit akşama yakın, mekân aşka aç.
Şehrin ileri gelenleriyle birlikte Mevlâna, bizi karşılamak için şehir sınırında bekliyorlardı.
Sultan Veled atımın başını çekiyor. Ben siyah feracemi rüzgârda dalgalandırarak başım
önümde, ağır ağır at üstünde ilerliyordum. Attan indim. Dost beni saatlerdir ayakta
beklerken ayağım burak olup uçmalıydı. Ben yaklaştıkça maşuğun kalp atışındaki sesleri
duyuyordum. Gökteki yıldızlar neredeyse bu manzaraya hürmeten yere eğileceklerdi
güpegündüz. Sarıldık... Sarmaş dolaş sımsıkı sarıldık. Mevlâna ağlıyordu, ben ağlıyordum.
Birbirimizin yanağından akan damlaları silmeye çalışıyorduk. Kokusunu özlemiştim. İç
çekişini öyle derinden duydum ki ciğerim kendi kanında boğulacaktı. Sarılmaya doyamadık.
Bağrı sıcacıktı. Kulağına “Serabın bir yalan olduğunu ve suyun sır okyanusuna aktığını”
fısıldadım. O da gülün toprağını ne zamandır beklediğini, yağmurunu nasıl düşlediğini,
güneşini delice özleyişini fısıldadı.
Yıllar öncesi aynı manzara Konya’da, çarşı ortasında olmuş. İlk defa gördüğüm
Mevlâna’nın yolunu kesmiş, atının dizginlerini tutmuştum. Şimdi, dizginlere sarılan Mevlâna
idi, iki deniz bir defa daha birbirimize kavuşmuştuk, ikinci bir “Merace’l- Bahreyn” olmuştuk.
Bu kutlu sahne yaşanırken, hafızlar Kur’an okuyor, müritler semâ ediyorlardı. Ney, kudüm
sesleri ayyuka çıkmıştı. Mevlâna, attan inişime yardım etti. İki dost, iki Allah velisi
birbirimizin elini öperek sarmaş dolaş olduk. Sonra bir müddet sustuk, “hâl” diliyle halleştik.
Mevlâna’ya Sultan Veled’in yolculuk günlerindeki zahmet ve hizmetinden bahsettim:
— Benim, Allah vergisi iki halim vardır: Biri başım, öteki sırrımdır. Başımı, tam bir
samimiyetle senin yoluna feda ettim. Sırrımı da Veled’e verdim. Veled oğlumuzun Nuh
Peygamber kadar ömrü olsaydı ve hepsini ibadet ve riyazata harcasaydı, yine bu
yolculukta, benden ona ulaşan sır kadar, sırra müyesser olamazdı... diyordu.
Gerçekten, bir ay kadar süren yolculuk sırasında Sultan Veled, beni gözü gibi korumuş,
yolculuğun mümkün olduğu kadar zahmetsizce geçmesi için elinden geleni yapmıştı.
Yolculuk günlerinde sohbetlerimle Sultan Veled’in gönlünü süslemiş, gerçekten de sırlarımı
Dostları ilə paylaş: |