vermiştim:
“Evladım, Mevlâna’nın gözbebeği benim de gülümdür, sen evladımsın. Vakti gelir ben
giderim, saati gelip çatar baban gider, sana tavsiyelerimi yüreğine nakşet:” Yalancıda da
vefa olmaz. Ahlâksızın tövbesi nasıl sağlam kalır? Cimrilerin vefası az olur.
İkiyüzlüleri kendine düşman bil. Onlardan ve onların işlerinden beri ol.
Dinin saf ve katıksız bir su gibi kalması için daima, helâl rızık iste. Haram rızık peşinde
koşanın kalbi, teni içinde tamamıyla ölüme mahkûmdur. Belâların nerden geldiğini bilmemek,
belâların en büyüğüdür.
Görüyorum ki sen de kitap yazma arzusu var, ben hayatta iken bir satır bile yazma.
Benden sonra kalemi al yaz, ne zaman ilhamın durur, kalemin buruklaşırsa şu yüzüğü
parmağına tak, akik yüzüğün ismi iptidadır, senin kitabın da İptidanâme olsun.
— Tamam Pirim. Kitabımı yazmaya kıvılcım olabilecek tavsiyelerinize ihtiyacım var.
— O zaman dinle evlat, şu tavsiyelerim sana ışık olsun:
“Dervişleri eğitmek, iffetli bir kız evlat yetiştirmek gibidir. Nereye gittikleri, kimlerle
görüştükleri konusunda dikkatli olmak gerekir. Yanlış insanlarla görüşmeleri, temiz tarlaya
kötü tohum ekmek gibidir; iyi ürün almak mümkün değildir.
Gönül konularında kendini hemen verme, kendini verdiğinde diplere batarsın.
Aydınlanmış insanlar yöneticilerin tutsakları olmazlar. İnsanlar kararlıysalar, yazgıyı alt
edebilirler; irade yoğunlaştığında, enerjiyi harekete geçirebilir. Aydınlanmış insanlar
geleneklerin kendilerini bir kalıba dökmesine izin vermezler.
Kötü bir şey yaptığında, insanların bunu öğreneceğinden korkuyorsan, o zaman o
kötülükte iyi bir şey vardır. İyi bir şey yaptığında insanların bilmesini istiyorsan, o zaman o
iyilikte kötü bir şey vardır.
Gözler ve kulaklar, görme ve işitme dışsal yağmacılardır; duygular, arzular ve görüşler
içsel yağmacılardır; ama içsel zihin uyanık ve ayaktaysa, hepsinin ortasında kayıtsız
oturuyorsa, o zaman bu yağmacılar değişip ev halkından olurlar.
Suskun ve anlaşılmaz insanlarla karşılaştığında, onlara düşüncelerini açma. Alıngan ve
bencil insanlarla karşılaştığında, sözlerine dikkat et.
Başkalarına güvenenler, herkesin içten olmadığını göreceklerdir; ama kendileri içten
kalırlar. Başkalarından kuşkulananlar, herkesin kendilerine ihanet etmediğini göreceklerdir,
ama kendileri hep ihanet içinde olurlar.
İyilik yapıp da yararını görmemek, otlarda yetişen kabağa benzer; doğal olarak, kimsenin
dikkatini çekmeden büyür. Kötülük yapıp da zararını görmemek bahçedeki bahar karı
gibidir; kaçınılmaz olarak ya eriyecek ya buharlaşacaktır.
Gayret, erdem ve adalet konularında özenli olmaktır; ama dünyevi insanlar gayreti
ekonomik sorunlarını çözmek için kullanırlar. Yalınlık maddi varlıklara ilgi duymamaktır; ama
dünyevi insanlar yalınlığı cimriliklerini örtmek için kullanırlar. Böylelikle aydınlanmış yaşamın
ilkeleri, küçük insanların özel işlerinde araç haline gelir. Ne yazık!
İtirazcı ve iftiracılar güneşi geçici olarak örten bulut parçaları gibidirler; az süre sonra
hava yine açacaktır. Yağcılar ve dalkavuklar, tene saplanan hava akımı gibidir; kişi
ayrımsamadan zarar görür.”
Madem hamı pişiremiyorsunuz.
Bari pişmişi ham etmeyin...
Dergâha Mevlâna ile kol kola girdik. Birbirimizi öyle derin özlemişiz öyle özlemişiz ki
dakikalarca konuşmadan kokumuzu kokladık. Kaldığımız yerden devam etmeye, muhabbet
deminde demlenmeye, hasbıhâlden hasbıhâle kanat çırpmaya başladık. Hasretimizi halvet
sohbetleri ile gidermeye başladık.
Ben gelmeseydim sadece Mevlâna Konya’da bilinen bir ışık olacaktı, sadece bu çorak
topraklarda akan bir nehir. Ben maşukumu cihana duyuracağım. Okyanuslaştıracağım.
İnsanlar şu hâldeki Mevlâna’dan memnundu. Ama Mevlâ memnun değildi Mevlâna’dan.
— Ne diye camide vaaz ediyorsun. Onların yüreklerini değil, kulaklarını okşuyorsun?
— İnsanlar bilgilensin diye?
— Peki, yıllardır vaaz ediyorsun değişen hangi insanlık, sonuç ne?
— Bunu biz bilemeyiz.
— Kim bilecek peki. Bilmiyorsun sen insanları. Bak yarın vaazını değiştir. Mülayim
menkıbeler anlatmayı bırak. Yarın vaazında sürekli cehennemi anlat, acı ver sözlerine.
İktidara sataş, dramatize et vaazını. Dilin sivri, sözlerin bıçak olsun. Ertesi gün cemaatin
camiye sığmadığını göreceksin. Bu millet ağlayan, ağlatan hitaptan haz alır. Ama gel gör ki
ağlamayı bile beceremezler.
Yarın vaaz vermen gerek. Bu zor iştir. Kapı bir kere açılmıştır, eğer vermezsen insanlar
bağırıp çağıracaklar. Keşke onlar vaazlarından yararlansalar. Bütün sözler açık ve imarla
söylendiği hâlde sanki hiç öğütlenmemiş gibi sözlerin amaçlarını da kavratamıyorlar.
Mademki anlamıyorlar, uygulamayı nasıl yapacaklar? Bilinçsiz uygulamanın sonu
sapkınlıktır. Çile çekerken ne yaparlar? “Allah’tan başka Allah yoktur” derler; fakat bu da
gönülden söylenmelidir. Sadece dilden çıkan sözün ne değeri var?
Üçüncü gün vaazında cenneti anlat. Asude konuş. Cemaatin dağıldığını göreceksin.
Cenneti isteyen çok, arzulayan yok göreceksin. Yalan gelir halka konuşmaların. Dene, gör.
Bırak o vakit vaazı. Gel vaazlar vaazını avaz avaz ben sunayım sana.
Kalbini okumadığın sürece geçemezsin sidretü’l müntehayı. Sonrası yok. Allah var
sadece. Ne zaman başka bir şey oldu ki dünyada. Sadece göz yanıldı hep… Akıl her şeyi
bilebileceğini sandı. Bilemedi. Kendini bilemedi.
Kalp kalemi yazmasaydı kelimeler ağzında dekor olarak kalırdı. İçi boş kelimeleri
yalnızlık doldurur.
Aşkın yaşanabilmesi mümkün mü ölümü göze almadan? Aşk ve ölüm aslında tek bir
kelime değil mi? Beklenen kelime ne olabilir o zaman? Sır burada.
“Söz” bitti! “Hâl” başladı artık. O hâlin içine girdik. Esmaü’l- Hüsna zikrimizin içinde
insanlık sırrımız ile buluşuyoruz. Allah’tan hiç uzaklaşmadık ki biz. İster cennet olsun, ister
dünya. Biz her an hâlimizle o hâlin içinden hiç çıkmadık ki.
— Sen benden sonra insanlara daha değişik bakacaksın. Bu bakışın seni gönüllerde
büyütecek. Dört duvar, dört kapı, Konya değil senin kitlen, kalabalığın.
Dostları ilə paylaş: |