BiLİm tariHİ ve felsefesi



Yüklə 0,53 Mb.
səhifə5/12
tarix25.11.2017
ölçüsü0,53 Mb.
#12366
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

II.2.2 Mekanik Biliminin Oluşumu: Newton (1642-1727) kısaca “Principia” (1687) olarak bilinen kitabında fizik ve astronomi hakkında yazdıklarıyla, “Optics” adlı çalışmasındaki ışık hakkındaki düşünceleriyle (parçacık) mekanikçi felsefenin atomcu yorumu yanındaydı ve matematiğe olan inancıyla da bir Pitagorascı sayılırdı. Yani parçacıkların (madde) hareketi ve bunlar arasındaki kuvvetleri (ilişkileri) önemsiyordu. Madde, hareket ve kuvvet arasındaki ilişkiyi bir şekilde açıklayacak kanunlar yazılmalı ve gerekli matematiği inşa edilmeliydi. Ve Newton bu ikisini de başardı. Burada yeri gelmişken size Nobel fizik ödülü kazanan (1979) ilk Müslüman olan, dersimizin sonlarına doğru bilimsel çalışmalarına da değineceğimiz Abdussalam (1926-1996)’ın www.gedizakdeniz.com/abdussalam bir bilim tarihi esprisini kısaca anlatmak isterim. Abdussalam Cambridge’e okumak için geldiğinde. Sınıftaki İngiliz öğrencileri hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatır. “ Onlar benden bir yaş büyüktüler. Ama onlarla aramda küçük bir fark daha vardı. Onlar Newton’un çocuklarıydı.” Newton’u da bu felsefeye getiren Galileo’dan gelen deneysel birikim ve özellikle İngiltere’de gittikçe gelişen sağlıklı güneş sistemi gözlemleriydi. Kurduğu bu matematiğin bir sihirbazı vardır. Bu epsilon figürü: . Çok çok küçüktür, karesi yaklaşık sıfıra karşılık gelen bir semboldür. Matematikte bununla bir şeyin birden küçük olduğunu ve karesinin de sıfır olduğunu söylüyorsunuz. İşte fiziği fizik yapan, deterministtik(miş) gibi yapan, madde, hareket ve kuvvet arasındaki formüllerin yazılmasını sağlayan bu sihirbazlıktır. İşte bununla sağlanan matematik teknolojisi mekanikçi bilimde mucizeler yarattı. Öngörülebilen mekanik modeller yapmamızı sağladı. Bugünün teknolojisinin, sanayi devriminin önünü açtı. Bu sihirbazın ilk performansı türevdir. Aşağıda türevin tanımı ve bu sihirbazın bir örnekteki performansını (hız) görüyorsunuz.

Ortalama Hızdan Türeve: İki nokta arasındaki mesafeyi ölçersin, adımlarsın ölçersin. O noktalar arasındaki mesafeyi aşmak için geçen zamanı da bir şekilde ölçersin, mesafe farkını zaman aralığına böldüğün zaman bu ortalama hızın tanımıdır:

 

Bu adımların sürekli olarak geçmesi için,’i, ’ye iyice yaklaştırmak gerekir. Yani aradaki o mesafeyi ne kadar küçültebilirsem, o zaman bu değer sürekli hıza doğru gider. Hız tanımımız, sürekli bir hız tanımına doğru dönüşmeye başlar. Zaman farkını da sıfıra götürürsem, sürekli hız tanımını elde ederiz: Aristocu bilgi edinme yönteminin dışına çıkılmıştır. Artık yol ve zaman arasındaki ilişkiye neden olacak herhangi bir ortak cevhere (tanrıya) yer yoktur. Buradan da genelleşmeyle türev tanımına varırız. Bu tanım işte sonsuz küçükler matematiğinin başlangıcıdır.

 

 

 

Yani hareketi zamanın fonksiyonu olarak verilmiş bir noktanın birinci türevi hızı, ikinci türevi ivmeyi veriyor.



Bu bilgi edinme yöntemine göre bir şeyi doğru anlamayı amaçlamışsak olaydaki nesneler arasındaki ilişkileri sıfıra indirmemiz gerekir. Bu indirgemeci düşüncenin kullandığı matematiksel dildir. Örneğin uzay ve zaman ilişkisi bir birlerinden bağımsız olmalıdır. Hatırlarsınız, bir müzik klipi vardı: İki Arap çocuğun önüne çölde, gökyüzünden bir tane kaset düşüyor. Bu kaseti kasetçalara koyduklarında görüyorlar ki bu müzikte bir gizem var. Çalınca hemen herkes işini gücünü bir yana bırakıp oynamaya başlıyor.

Biz de bir bakıyoruz, havadan bir kağıt düşüyor ve kağıtta, yazıyor. “Bir noktanın zamanla hareketi böyledir” diyor. Bunu bilmemiz yeterli. Birinci türev hız, İkinci türev ivme oluyor. Ama fizikte böyle bir sihir yok. İlk önce hareketin denklemini doğru yazmalıyız. Sonra da onu çözmeliyiz. İşte Newtoncu matematik küçüklerin karesini yok sayarak bunu hallediyor. Ama bugün fizik gibi yalın olayları anlamaya çalışan bilim de bile çok küçüğün karesini yok saymanın, sürekliliğin karizması çizilmiş durumda. Bazı olaylarda (doğrusal olmayan ve başlangıç koşullarına duyarlı) çok küçükleri yok saymanın, olayın nesneleri arasında ilişkileri yok saymalar, bazı olayları sürekliymiş gibi ele almanın bizi yanlışlıklara götürdüğünü artık biliyoruz. Biraz sonra bu söylediklerimizi “Basit Sarkacın Kısa Hikayesi”nde daha iyi anlayacağız.

 

II.2.3 Hareket Denklemi: Şimdi sıra hareketi açıklayabilecek denklemleri yazmak ve onları çözmeye gelmiştir. Önce hareket yasalarını ortaya koymak gerekir. Aklın bilgiyi denetimi altına almasıyla o zamanların Avrupa’sında kimin daha akıllı olduğu tartışmalarının ortaya çıkması doğaldır. Özellikle İngilizlerle Fransızlar arasında kim daha akıllı tartışması vardır. Bir tanesinin arkasında koskocaman Fransa ve Jakobenler var, diğerinin arkasında da koskocaman Britanya İmparatorluğu ve Tapınak Şövalyeleri var. Dan Brown’ın “Leonardo Da Vinci” kitabında da bunlardan bahsedilmekte. Bu kavganın nedeni kimin bilgiyi elde tutacağı ve denetleyeceği isteğidir. Newton'un ikinci yasası olarak bilinen ’nın denklemleri deneysel olarak ortaya konmuştur. Bazı olaylarda 'yı basit deneyler yaparak tayin edebiliyoruz. Sağ tarafta ikinci mertebeden türev var. Bu bir diferansiyel denklemdir. Lineer denklemleri kolayca çözeriz bu matematikle. Ama ya denklem nonlineer ise? Çık bakalım işin içinden.

İnsanın deneyerek bulduğu önemli bir denklem de, düzensiz ritimlerin içindeki ortak sırrı veren denklem, 'dir. Açık yazarsak;

 



Bu, ikinci türevli lineer bir diferansiyel denklemdir. Bu denklem, yayların titreşmesi hareketiyle ilişkilidir. Denklemin çözümü verilen başlangıç koşuluna göre tek ve hareket periyodik, yani kararlıdır. Öngörülebilen bir hareketimiz ve olayların tekrarlanmasını veren bir çözümümüz var. Bir şey kararlı bir biçimde tekrarlandıkça yaşamı sonsuza kadar sürüyor. Güneşin doğup batışını ya da su dalgalarını böyle modelliyoruz. Çok ilginçtir ki yukarıdaki formülde ’i çekersek, yani sistemi ne kadar bozmaya çalışırsak, yani o sisteme ne kadar müdahale edersek, sistem yaşamını sürdürmek için o kadar gittikçe büyüyen bir direnç gösteriyor. Şimdi Newton’un altın oran ve Pisagor teoremi için söylediklerine nazire yaparsak bu doğanın bize bahşettiği var olan her şeyin içinde saklı olan mucizevî hareket. Mekanikçiler bir sistemi bu özelliklere sahip yaylarla modelleyebileceklerini düşünmüşler. Çünkü mekanikçilere göre “eğer bir sistem, bu şekilde yaylarla modellenebiliyorsa, o sistem tamamen anlaşılmış bir sistemdir. (Mekanikçi Pozitivizm).”

Tabii ki Newton’un en önemli bulduğu formül, -elmanın yere düşüşünden esinlendiği söylenen- kütle çekim kuvvetidir. Bu da etrafımızda dönüp durduğunu gözlemlediğimiz Ay’ın neden fırlayıp gitmediğini açıklayan formüldür.

 

 

Görülenle (düşen elma) ile görülmeyeni, akılcılığın (rasyonalizm) zorunluluğunu bir araya getiren formüldür. (Retrodüksiyon çıkarımı). Bu insanın keşfedeceği evrenin 4 kuvvetinden ilki olandır. İnsanın bilgi edinme yönteminde en çok danıştığı doğru olduğunu bildiği bir formülü bilmediği olaylar için analoji yaparak kullanmak. İşte bu bilgi edinme yöntemiyle insan çok kısa bir zaman sonra, ama uzun ve tekrarlanan deneyler sonunda aşağıdaki bize atom dünyasının anlamamızın önünü açacak olan, elektrik yüklü parçacıkların etkileşmesini açıklayacak ikinci evrensel kuvvetin (Coulomb Kuvveti, 1785) formülünü yazacaktır.



 

 

Burada ve yükleri boşluğun elektriği geçirgenliğini ve de iki yük arasındaki uzaklığı temsil etmektedir. Farklı yükler birbirini çekiyor, aynı yükler ise itiyor.



 

ÖDEV: İsaac Newton (1642-1727)’nun yaşamı kısaca yazınız ve bilgi edinmeye (Bilime) olan katkılarını örneklerle açıklayınız.

 

II.2.4 Gottfried Leibniz (1646-1716): Yukarıda anlattığımız sonsuz küçükler matematiğini geliştirenlerden biri de Alman Matematikçisi Leibniz’dir. Newton’dan daha önce bu matematiği geliştirdiği söylenir. Newton ile aralarında olan bu çekişme mektuplaşmalarında görülmektedir. Ama Newton’u öne çıkartan bu matematiği fizik dünyasıyla bütünleştirebilmiş ve bunu “Principia” kitabında toplamış olmasıdır. Ancak Leibniz, matematik (akılcılık-rasyonalizm) felsefesi denilince Newton’un çok önündedir. “Aklın doğruları zorunludur ve onlara karşı çıkılmaz” der18. Leibniz, Koyu mistik bir Pitagorascıdır. Daha önce söylediğimiz gibi, Leibniz, Pisagor (Pitagoras) teoremindeki [kök2] sayısının irrasyonelliğini aklın (Öklid geometrisinin) bir zorunluluğu olarak görmüş ve öğretinin özgürleşmesini sağlamıştır. Sayıların gizemi üzerine de önemli çalışmalar yapmıştır. Ona göre de sayılar her şeyin özü ve aslıdır. (Sıfır) yokluk, (Bir) ise Tanrıdır. Yaratılış dâhil, her şeyin bu ikili sayı sistemiyle kotlanabileceğini söylemiştir. Bir nedenle bugünkü bilgisayar çalışma tekniğinin babası sayılır. Misyonerlere Hıristiyanlığı yaymada matematiği kullanmalarını önermiştir. Çünkü Tanrı kusursuz bir matematikçidir. Matematiğin bu şekilde kullanılması etik olarak tartışmalara neden olmuştur19.



ÖDEV: Gottfried Leibniz (1646–1716)’nun yaşamı kısaca yazınız ve matematiğe ve felsefeye olan katkılarını örneklerle açıklayınız.

II.2.5 Basit Sarkacın Kısa Hikayesi: Bu hikaye ile mekanikçi bilgi edinme yönteminin bugüne kadar olan serüvenini anlatmaya çalışacağım. Bu hikaye ile indirgemeci düşüncenin doğrusunu eğrisini ortaya koymaya çalışacağım. Modern bilimlerin oluşmasının miladı olan Galileo’ya başlar serüven: Yukarıda da anlatmıştık. Galileo, katedralde gözlemlediği şamdandaki düzensizliği oluşturan olayları yok saydı. Yani şamdanın hareketini düzensizleştiren katedralde esen havanın etkisini sıfır olarak kabul etti. Şamdandaki sanatçının melek kabartmalarıyla ilgilenmedi. Şamdanı ipin ucunda bir noktaymış gibi düşündü. O zaman şamdan, Galileo’yu bilgilendirmeye, içindeki sırları ona dökmeye başladı. Newton, düzensizliklerden arınmış sarkacın (basit sarkaç) hareket denklemini yazdı:



 

Ama bu diferansiyel denklem lineer değildir. Denklemin içindeki denklemin doğrusallığını bozuyor, lineerliği bozuyor. Bu denklemin iç içe girmiş, bir birlerine bağlılık gösteren sonsuz çözümüne neden oluyor. Bırakın sonsuz çözümü olmasını o çözümlerden birini diğerlerinden ayırarak tespit etmemizi engelliyor. Bununla nonlineer (doğrusal olmayan) sistem tanımını yapabiliriz. Sistemde bir alt yapıyı sistemin kendisinden ayırmak mümkün değildir. O zaman ne yapacağız? Bu denklemi basitleştirme yaparak çözmeye kalkışacağız, yoksa işin içinden çıkamayız. Örneğin 'yı çok çok küçük kabul edebiliriz. () Bu durumda sonsuz küçükler matematiği bize ne diyor? 'yı seriye açtığımız zaman



 

 

çok küçükse karesini ve sonrası kuvvetlerini sıfır alabilirsin diyor. Yani çok küçükse, yerine yaklaşık olarak yazabiliriz. O zaman yukarıdaki basit sarkaç nonlineer denklemi yaklaşık olarak

 

için ; olur.

Bu daha önce tartıştığımız lineer doğrusal yay denklemidir. Çözülebilecek bir denklem oldu. Yani yaklaşıklıkla basit sarkaçla yay titreşimi arasında fark olmadığını görüyoruz. Sarkaç denklemine yapılan bu işlem matematiksel bir yöntemdir: Ancak bu bilgi edinme yöntemiyle şamdandaki oymaları yapan sanatçının emeği bir yana bırakıldı, üstünde yanan mumlarından vazgeçildi. Şamdan bir nokta gibi düşünüldü. İpi sıfır incelikte kabul edildi. Yani şamdanın salınımında düzensizliğe neden olacak olan bütün unsurlar yok sayıldı. Bunlar da yetmemiş gibi, yerine alındı. Yani sarkacın çok çok küçük bir salınım yaptığı kabul edildi. Determinist yay formülü ortaya çıktı. Buradan sarkacın salınım süresi olan periyot formülünü elde ederim.( için ise; ) Acaba bu formül durumlar için de geçerli mi? Otuz derecelik, kırk derecelik salınımlarda ne olacak? Formül çalışacak mı? Otuz beş dereceden sarkaç harekete başladığı zaman basıyorum kronometreye, görüyorum ki: Bir salınım için kronometrede geçen zaman,

 

 

Formülünün verdiğini sonuca çok yakın çıkıyor Tam olarak aynı değil ama yaklaşıklıkla aynı. Bu sizlere normal gelebilir ama şöyle bir şey de olabilirdi. Benim bu formülle bulduğum periyot, için deneysel (kronometre) sonuçtan çok farklı bir sonuç verebilirdi. O zaman derdim ki, bu periyot formülünü bu iş için kullanamam. Çünkü benim formülümün verdiği değerlerle gerçek arasında (deney) önemli bir farklılık var. Derdim ki: “Şamdanın hareketini betimlemek için bu yok saymaları, bu basitleştirmeleri yapmada haklı olamam.” Ama şaşırarak görüyoruz ki şamdan langır lungur sallandığı zaman bile bu periyot formülü yaklaşıkla bile olsa geçerli. Daha ne bekliyoruz ki! Aristo’ya kalsa bu etik değil. Doğa bu kadar sıradan, tinselsiz olamaz. Hala bekleyip duracağız. (Bekleseydik daha mı iyi olurdu? Bugün dünyanın geldiği yere baktığımızda bu tartışılır tabi.) Bu hareket üzerine hiçbir şey söyleyememek yerine yaklaşıkla bile olsa bir şeyler söylenebiliyor. İşte Galileo’da başlayan ve Newton’la yasalaşan bu bilgi edinme yöntemi ve felsefesi, Basit Sarkacın Kısa Hikayesi, modernitenin temeli olacaktır. Bu mitoloji, bu büyüleyici özellik 20.yy’nin ikinci yarısında kaos kuramıyla sona erecektir.



Modernitenin (akılcılığın-rasyonalizmin cisimlendiği süreç) doğuşunu özetlersek: Düzensiz bir sistem varsa ilk önce onu düzensizleştiren unsurlar, oyunbozanlar akıllıca (akılcılık) yok sayılacak. Düzenli ve ideal bir yapıya indirgenecek. Normalleştirilecek. Hala denklemi lineer değilse yaklaşıklık teknikleriyle lineerleştirilecek. Yani kaostan kozmosa geçilecek. Bu bilgi edinme yönteminin ideal olmayan, düzensiz ve karmaşık bir durumu hakkında da yaklaşıklıkla bile olsa doğru bilgiler verdiği kabul edilecek. Karmaşık, düzensiz sistemlerin de kendi başına bırakıldığında en sonunda bir doğal dengeye (kararlılığa) ulaşacağı sezgilerine inanılacak. Bu dayatmalarına indirgemeci yöntem diyorlar. Oysa son elli yıl içinde gördük ki bu modern yöntem doğanın düzeniyle bir yere kadar uyumlu gözüküyor. Sosyal düzenin inşa edilmesinde, bu düzene uyulması için kurulan adalet kavramında da önemli olan bu bilgi edinme yöntemi bazı sistemler (kaotik) için geçerli olmuyor. Yani bazı sistemler kendinin karmaşık durumuyla yaşamını sürdürüyor. Anlayacağımız indirgemeci düşünce ve onun matematiği olan okuduğunuz sonsuz küçükler matematiği (Analiz, Calculus) öyle her derde deva değil. Şimdi bunun yetersiz olduğu yerlerde bilgisayarlara dayalı, Nonlinear bilim denilen yeni bilgi edinme yöntemleri geliştirilmeye çalışılıyor.

II.2.5 Mekanikçi Felsefe ve Bilim: Şimdi tekrar Richard S. Westfall’ın, “Modern Bilimlerin Oluşumu, TÜBİTAK Yayınları” kitabına dönelim. Kitaptan 17. yüzyılın (Newton Dönemi) mekanikçi düşüncesiyle ortaya çıkan yeni düşünceleri ve bazı bilimsel gelişmeleri (modern bilimlerin oluşumu) özetleyelim. Bu yüzyılda ışığın renklere ayrılması anlaşılmış, ışığın dalga özelliğine sahip olduğu bulunmuş, kırılma ve yansıma kanunları yazılmıştır. Yani ışığın fotonlara kadar uzanacak hikayesi bu yüzyılda başlamıştır. Ayrıca bu yüzyılda hareket ve hareketsizlik dışında, kendine has özellikleri olan mıknatıslar üzerine de önemli çalışmalar yapılıyor. İngiliz medikal doktoru William Gilbert (1544-1603) Rönesans Natüralizminin (doğanın gizemli güçleri olduğu inancı) en önemli isimlerindendir. Gilbert gizemli güce sahip olduğunu düşündüğü manyetizmanın özellikle insan bedenine olan etkisini inceliyor. Eski şamanlar gibi insanları mıknatıslarla tedavi etmeye çalışıyor ve gözlemlerde bulunuyor. Gilbert’e göre “doğayı düzene sokan yerin magnetik ruhuydu ve pusula da bu düzeni yönlendiren Tanrı’nın parmağıydı.” Rene Descartes (1596-1650) ise, bütün etkilerin sihirli olduğuna inanan, “sihir sözcüğünden neden korkuyoruz?” diye soran (Jean-Baptiste van Helmont (1579-1644)) Rönesans Natüralizmine karşı mekanikçi felsefenin (modern felsefe) oluşmasında önemli bir ismidir. Rönesans Natüralizmi felsefecilerinin aksine bilgi edinmede doğanın insan aklı için tam olarak anlaşılabilir olduğuna inanmıştır ve bu doğruluğa ancak matematikle erişebileceğini söylemiştir. "İkicilik-İkili karşıtlık” (dualizm) Kartezyenci kavramıyla kaos ve kozmos gibi, bütün gerçeklerin iki tözden oluştuğunu öne sürmüştür. (Sonsuz-Sonlu) ikiciliğinde sonsuz olan tanrıdır. Sonlu ise onun yarattığı maddedir (evren). Ona göre (Ruh /tin) düşünme eyleminin uzayda kapladığı tözdü. Böylece Descartes’in ağzından “Düşünüyorum o halde varım, cogito ergo sum” diyen mekanikçi felsefe Rönesans Natüralizmine (Hermetik düşünce, hümanizm) son verdi. Platonun madde ve ruh (tin) ile başlayan Kartezyenci idealizmi, ikicilik (dualite) düşüncesi, bir teknoloji olarak fiziksel bilimlerin doğası oldu. Ve bu durum MÖ 400lü yıllarda yaşamış olan atomcuların tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Atomculuk bir mekanikçi felsefe olarak yorumlanmaya başlandı. Bu yüzyıla damgasını vurmuş olan felsefeciler arasında; “Madde sonsuza kadar bölünmez” diyerek atomculukla ilgili Descartes’in düşünceleriyle uzlaşamayan Pierre Gassendi’yi (1592-1655) ve koyu Kartezyenci görüşleri nedeniyle dinsizlikle suçlanmış, aforoz edilmiş olan Baruch Spinoza’yı (1632-1677) söyleyebiliriz. Önemli mekanikçi bilim insanları ise, Torricelli (1608-1647): Galileo’nun öğrencisidir ve önemli bir deneycidir. İlk cıvalı barometreyi yapmış ve havanın basıncını ölçmüştür. Atmosferi sabit olarak alıp tüpteki sıvının ağırlığını ölçmüştür. Pascal (1623-1662): Çeşitli cam boruları deneyerek birleşik kaplar (tipik mekanik bir sistem) kuramını bulmuştur. Ayrıca bu dönemde teleskoplarda kullanılan mercekler aşılmış, yapılan prizma deneyleriyle kırılma ve ışığın spektrumu (saçılma) anlaşılmıştı Newton’un renk teorisi ile Huygens’in dalga teorisi arasındaki benzerlik anlaşılmıştı. 17. Yüzyılın başlarında kimya doğa bilimi ile birlikte anılıyordu. Tıbbın hizmetinde bir sanat sayılıyordu ve ilaç yapımıyla ilgileniyordu. Metallerin altın olma sürecini keşfetmeye çalışan simyacı görüş ile mekanikçi felsefe arası gittikçe daha derinleşti. Ancak 17. Yüzyıl sonlarına doğru ibre mekanikçi felsefenin yönüne döndü. Robert Boyle (1627-1691) simyacı geleneğe sahip olsa da sonlu sayıda elementin (ayrık madde) birleşme ve ayrılmaları ile uğraşan mekanikçi kimyanın kurulmasına önderlik etmiştir. Sceptical Chymist (Kuşkucu Kimyager) kitabıyla yeni bir dile sahip saygın kimya bilimi kurulmuştur.

Bu yüzyılda mikroskobun keşfiyle (1624’ler) bitkilerin kendi aralarında sınıflandırılmalarında ve canlıların ortak özelliklerini (türlerin kökeni) bulmada, bunların fosil kayıtlarını incelemede büyük ilerlemeler olmuştur. Bu gelişme I8. Yüzyılda doğal dünya için temel olacak ilk Taksonomi yayınlanmasına (1735) ve ortak ata kavramı ortaya atılmasına öncülük yapacaktır. Türlerdeki bu analitik indirgemecilik çalışmalarıyla artık biyoloji ve zooloji Aristoculuktan kopacak, bağımsız bilim alanları olacaklardır. Bu yüz yılda Botanik sistematikçilerin (kök, gövde ve yapraklar) başında J. Pitton de Tournefort (1656-1708) ve John Ray (1627-1705) gelir. Zoolojide de geniş sistematikleşme sayısı (dört ayaklılar, sürüngenler, kuşlar, böcekler, balıklar… gibi) azalacaktır. Bunların günlük dildeki özelliklerinin yerini yeni terimler alacaktır. Mikroskop yalnız botanik ve zoolojide gelişmelere neden olmayacaktır. Kalbin yapısı ve kan dolaşımının anlaşılmasıyla başta Williams Harvey (1578-1657) olmak üzere anatomiciler fizyoloji alanında (Aristocu düşünceye son veren mekanikçi modellerle) çığır açacaklardır. Mekanikçi felsefede ve bilimdeki gelişmeler örneğin sosyoloji gibi yeni bilim alanlarının da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yalnız hayvanların, bitkilerin değil ekonomik sistemleri sınıflandırıcı kavramlar ortaya çıkmaya başlamıştır. İnsan toplulukları “modern kavramlarda” sınıflandırılmaya başlamıştır. Bunlar arasında karşılaştırıcı kavramlar ortaya atılmıştır. Bunların ölçü tanımları ve sınırları belirlenmeye (ölçülebilen kavramlar) başlanmıştır. Ve bu gelişmelerin arkasından modernizmin bir akıl evreselliği olduğu iddiasında olan ideolojiyi (Modernite, Batı Uygarlığı) oluşturacak olan Fransız Devrimi (1789-1799) gelecektir.



Biz bugün biliyoruz ki, canlılar ve canlı toplulukları ne şamdandır, ne de şamdanlar sürüsüdür. Mekanikçi bilim ve felsefesi sonrası, aydınlanma dönemi bilgilenmesi, canlıları boz yap bir makineymiş gibi tasarlıyordu, insanları şamdanlar gibi görüyordu. Mary Shelley (1797-1851) bu düşüncenin eleştirisini daha sonra filmi de çevrilecek olan 1818 yılında yayınlanan “Frankenstein” (Arion Yayınevi, 1996) romanında yapmıştır. Romanda Mısır tanrısı Osiris’in 14 parçaya ayrılan bedeninin kız kardeşi ve eşi İsis tarafından parçalarının bulunup bir araya getirmesiyle canlanmasının aksi olmuştur. Dr. Frankenstein’in topladığı organları birleştirerek yarattığı insan başta onu yaratan Dr. Frankenstein olmak üzere insanlıktan nefret eden bir canavara dönüşmüştür. Diğer bir örnekte Mobidik (Beyaz Balina) romanıdır. Beyaz Balina bir memeli hayvan değildir, Kaptan Ahap’ın yaşamının bir parçasıdır. Ancak bu karşı çıkışlar indirgemeci yöntemlerin, insan ilişkilerine, insanlara ve topluma uygulanmasını engelleyemeyecektir. Artık hedef ön görülebilen ideal, geleneğin otoritesini ret eden ve rasyonalizmi kabul eden bir “modern toplum”, kontrol edilebilen bir habitat yaratmaktır. Sanayi devriminde mekanik sistemlerle insanlar bütünleşecek, insanlar kendilerini bir makinenin parçaları gibi göreceklerdir. Artık düzen için insana dayatılan uyku saatleri, yemek saatleri ve çalışma saatleri vardır. Charlie Chaplin “Modern Zamanlar” filminde bu oluşumu kara mizahla karikatürize eder. Artık bugün canlı sistemlerin karmaşık yapılar olduğunu, boz yap tahtası olmadığını biliyoruz. Onların anlaşılmasında ve sınıflandırılmasında yeni yöntemler ve modeller var. Bunları ileriki derslerimizde ele alacağız.

Yüklə 0,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə