Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə125/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   ...   138

378

ANALİTİK  PSİKOLOJİ

bir  tedavi  girişimi  niteliğinde  olmayan  hiçbir  hastalık  yoktur.  Hastayı 

ahlâksal  açıdan kabul  edilemeyecek dileklerin gizli  suç ortağı gibi  göste­

receğinize,  ona  kendisinin  anlamadığı,  çevresindeki  hiç  kimsenin  de 

çözümüne  yardım  etmediği  birtakım  içgüdüsel  sorunların  gafil  kurbanı 

olduğunu  anlatmak  daha  yerinde  olur.  Özellikle  düşleri,  doğanın  kendi 

kehanetleri  sayılabilir.  Freud’un,  düş  sürecine  gizlice  sokmak  istediği,  o 

alabildiğine  insansı,  kendi  kendini  aldatma  işlemleriyle  hiçbir ilgisi  yok­

tur.


Bütün  bunları  Freud’un  kuramlarını  eleştirmek  için  söylemiyorum, 

ondokuzuncu  yüzyıl  psikolojisinin  hepsini  ya  da  çoğunu  kuşku  ile 

karşıladığımı  belirtmek  için  söylüyorum.  Bu  kültür  zemini  üzerinde 

görmeliyiz Freud’u. Dokunduğu yaralı noktalar birden çok. Ondokuzuncu 

yüzyılda parıldayan her şey,  din  dahil,  altın yaldızlı  olmaktan çok  uzaktı. 

Freud  büyük  bir  yıkıcı  idi,  ancak  çağ  dönümünde  doğru  olmayan 

düşünceleri silip yok etmek için o kadar olanak vardı ki, bir Nietzsche bile 

bu  işi  becerememişti.  Ama Freud  bu  işi  yaptı,  hem  de  kökünden.  İnsan­

larda sağlıklı bir güvensizlik uyandırdı, böylelikle de gerçek değer duygu­

larım  biledi.  İlk  günah  öğretisi  anlaşılmaz  hale  geldikten  sonra  nice 

beyinleri  ahmaklaştıran,  insanda  yaradılıştan  varolduğu  savunulan  iyilik 

duygusu  Freud  tarafından  yok  edilmiş  oluyordu,  tek  tük  geri  kalan  da, 

yirminci  yüzyılın  barbarlığı  karşısında  ayak  diretemeyecekti  artık.  Freud 

peygamber değildi, ama peygamberce bir tavrı vardı.  Nietzsche gibi, o da 

günümüzün  o  koca  koca  putlarını  devirdi,  bakalım  şimdi  en  çok  değer 

verdiğimiz  şeyler,  Akeron’un  taşan  suları  altında  parıltıları  sönmeyecek 

kadar  güçlü  kalacak  mı?  Çağımızın  nevrozunu  oluşturan  şey, 

uygarlığımız  ve  değerleri  üzerindeki  kuşkudur.  Kanılarımız  gerçekten 

kuşkulanılmayacak türden olaydı, kimse huzursuz olmazdı. Ülkülerimizin 

saklamakla  iyi  ettiğimiz  güdülerin  kılık  değiştirmiş  gerçek  görünen 

ifadelerinden başka şey olmadığını bize anlatacak kimse çıkmazdı. Ne var 

ki ondokuzuncu yüzyıl bize o kadar kuşku uyandıran fikirler bırakmıştı ki, 

kuşkulanılmakta  haklı  olmak  şöyle  dursun,  kuşku  doğrusu  övülecek 

şeydi.  Altın,  ateşte  belli  eder  değerini.  Freud’un,  çürük  bir  dokuyu  açıta 

açıta  oyan  bir  dişçiye  benzetildiği  çok  olmuştur.  Bu  benzetme  yanlış 

değil,  değil  ya,  sıra  dişin  altın  dolgusuna  gelince,  iş  değişiyor.  Çünkü




SİGMUND FREUD’UN ANISINA

379


Freud  psikolojisi  oyulan  oyuğu  doldurmuyor.  Eleştirel  aklımız  bazı 

bakımlardan bizim usa aykırı ve çocuksu davrandığımızı, ya da bütün din­

sel  inançların  birtakım  duyu-aldanımlarından  ibaret  olduğunu  söylese 

bile, bu usa aykırı  davranışımız konusunda ne demeli  peki? Havaya uçu­

rulan  aldanımlarımızın  yerine  ne  koymalı?  Safdil  çocukluğumuz,  içinde 

yaratıcılık tohumları  gizler, duyu aldanımı  ise yaşamın doğal bir parçası­

dır,  bunlardan  hiçbiri  alışkanlığın  akla yatkın  gelen  yanlarıyla yok edile­

meyeceği gibi, onların yerine geçemez de.

Freud psikolojisi,  ondokuzuncu  yüzyıl  bilimsel  maddeciliğinin  dar 

çerçevesi  içinde  devinmektedir.  Dayandığı  felsefe  öncüleri,  Üstad’m 

yetersiz felsefe bilgisi  yüzünden,  incelenmeden kalmıştır.  Yaşadığı  yerin 

ve  içinde  bulunduğu  çağın  önyargılarının  etkisi  altında  kalması 

kaçınılmaz bir şeydi —  bu daha birçok eleştirmenin de üzerinde durduğu 

bir noktadır.  Freud’un  psikolojik yöntemi  genellikle  nevrotik  hastalarda, 

hasta  ve  dejenere  olan  şeyi  yakıp  yoketmektedir.  Bu  bir  hekimin  kul­

lanacağı bir alettir, yaşamın ve gereksinmelerinin doğal ifadelerine uygu­

landığı  zaman  tehlikelidir,  yok  edicidir,  ya da  olsa olsa  bir  işe  yaramaz. 

Çoğu kez,  bağnaz bir hoşgörmezlikle birlikte  varolan kuramdaki  katı bir 

tek-yanlılık, yüzyılın başlangıcında belki de kaçınılamayacak bir zorunlu­

luktu.  Daha  sonraları  yeni  düşünceler  gittikçe  benimsenince,  bu,  çirkin 

görünmeye en sonunda da, her türlü  bağnazlık gibi, bir iç tedirginliği, bir 

kuşku  uyandırmaya başladı.  İşin  aslına  bakacak olursak,  herbirimiz bilgi 

meselesini  ancak  yolun  belli  bir  kesimi  boyunca  götürebiliyoruz. 

Yanılgıya düşmeyenimiz yok.  Kuşkudur ancak bilimsel gerçeği doğuran. 

Yüksek  yerlerde  dogmaya  karşı  savaşan,  acıdır  ama,  kısmi  bir  gerçeğin 

zorbalığına kurban  olur.  Bu büyük adamın  yazgısında payı olan herkesin 

bu  tragedyanın  yaşam  boyunca  adım  adım  ilerlediğini,  ufkunun  gittikçe 

daraldığını görür.

Beni uzun yıllar Freud’a bağlayan kişisel dostluğumuz süresince, bu 

ilginç  insanın zihnine derinliğine süzülme olanağı  buldum.  Kafasında bir 

can  vardı  sanki,  âdeta ruhunu  ele  geçirmiş,  onu  bir  türlü  bırakmayan  bir 

vahyin  etkisi  altındaydı.  Bir  cinin  eline  geçirdiği  ruhun  ilksel  imgesini 

onda uyandıran  ve  ufkuna karanlık  bir kıta açacak olan  o bilgi  tutkusunu 

tutuşturan  Charcot’nun  düşünceleri  olmuştur.  Ecinni  psişenin  karanlık




380

ANALİTtK PSİKOLOJİ

uçurumlarına  giden  yolları  bulduğunu  sanmıştı.  Kötü  ruhu  büründüğü 

kılıktan  soymak  ve  onu  gerisingeri  zararsız  bir  fino  köpeği  haline 

dönüştürmek  için,  yani  kısacası,  bir psikolojik  formüle  indirgemesi  için, 

geçmişin  «anlamsız  boş  inancının»  bir  ifrit olarak  canlandırdığı  nesneyi 

boş  bir duygu aldanımı  olarak görüp, maskesini  düşürmek istedi.  Zihnin 

gücüne  inanıyordu,  girişiminin  dehşetini  yatıştıracak  Faust’un  ürküleri 

yoktu onda. Bir keresinde şöyle demişti bana:  «İlerde, simgelerinin bütün 

maskeleri  bir  bir  düşürüldüğünde,  nevrotiklerin  ne  yapacaklarını  bayağı 

merak ediyorum. O zaman nevrotik olabilme olanağı ortadan kalkmış ola­

cak.» Aydınlanma Çağı’nın bütün sorunları çözümlemeyeceğini umuyor­

du,  sık  sık Voltaire’in  «Ecrasez  l ’Infâme»  (boş  inanç  ve hoşgörüsüzlük) 

sözünü ederdi.  Yüzlerce kılığa girmiş de olsa, her türlü marazi psişik nes­

nelerin kokusunu almada, insanı şaşırtan bir bilgi ve anlayış doğmuştu bu 

duygudan;  kokusunu aldığı  şeyi de gerçekten tükenmez bir sabırla aydın­

lığa çıkarırdı.

Ludwig Klages’in  «Cin  ruhun  rakibidir»  sözü,  Freud’un ecinni  psi- 

şeye  yaklaşımı  için  seçtiği  yolu  iyi  tanımlayan,  önlem  ifade  eden  bir 

sözdür. Her elinden geldiğinde, musallat olan, bastırıcı bir etken olan cin’i 

tahtından  çekip  aşağı  alıyor,  onu  «bir  psikolojik  formüle»  indirgiyordu. 

Cin,  onun  kolayca  açıklayıverdiği  bir  şeydi.  Çok  ciddi  bir  konuşmamız 

sırasında  ona  «cinleri  sınayıp,  bakın  bakalım  Tanrıdan  mı  geliyorlar» 

(İncil,  Yuhanna’ya  göre  4.4)  sözündeki  uyarıyı  anlatmaya  çalışmıştım. 

Boşunaydı.  Kader bildiğini okuyacaktı.  İnsan vaktinde niçin ecinni oldu­

ğunu  anlayamazsa,  o  cinin  kurbanı  olur  gider.  Kişi  sormalıdır  kendine: 

«Bu  düşünce  neden  saplandı  kafama?»  diye.  «Nedir  bunun  anlamı  ken­

dim  için?»  Bu  gibi  alçakgönüllü bir kuşku,  düşüncenin  içine hemen dal- 

mayıp, düşüncede yok olup gitmemizi örter.

Freud’un «psikolojik formülü» bir nevrozu oluşturan, o cin işi haya­

ti  şeyin  sözde  yerini  almaktadır.  Gerçekte  «cinleri  kovacak  olan  gene 

cindir  ancak.  Zihin  olsa  olsa,  Faust’un  Wagner’i  gibi  yardımcı  olur, 

okuyup üfleyerek cinleri çıkaran  rahip rolü oynayamaz.




Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   121   122   123   124   125   126   127   128   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə