II
EROS KURAMI
lEBu buluşla travma sorunu hiç beklenmedik bir şekilde çözülmüş
oluyordu; ne var ki, yerini erotik çatışma sorunu almıştı. Verdiğimiz
örnekten anlaşılacağı üzere, bu sorun, sıradan bir erotik çatışma ile
karşılaştırılamayacak birtakım anormal unsurlar içeriyordu. İnsana
acayip, inanılmaz gelen şey, hastanın gerçek tutkusunun kendisinden gizli
olmasıydı, bilincinde canlı olan, sadece kendi iddiasıydı. Vakamızda,
tartışma götürmeyecek şey, gerçek ilişkinin karanlıkta kaldığı, bilinci
sahte ilişkinin kaplamış olduğu idi. Bu olaylan kuramsal olarak açıklaya
cak olursak, şu sonuca varıyoruz: Bir nevroz vakasında, birbiriyle çatışan,
biri bilinçdışı, iki eğilim vardır. Bu çok genel bir ifade. Mahsus böyle
söylüyorum, çünkü patalojik çatışma, kişisel bir dava ise de, aynı zaman
da, kendini bireyde belirten, alabildiğine geniş tabanlı bir insan
çatışmasıdır da, insanın kendine karşı bölünmesi, uygar insanın «mümtaz
vasfıdır» da ondan. Nevrotik kişi, doğa ile kültürü kendi içinde bir uyum
durumuna getirmek zorunda kalan, bölünmüş bir kişiliktir.
Kültürün gelişmesi, bildiğimiz gibi, insanın içindeki hayvanın
derece derece boyunduruk altına alınmasıyla olur. Özgürlüğe susamış
yanımız başkaldırmadan gerçekleştirilemeyecek bir ehlileştirme sürecidir
bu. İnsanların üstünden zaman zaman, kültürlerinin sınırları içinde uzun
süre hapsolmuş bir çılgınlık dalgası geçer. Antikite çağı, bunu Doğudan
gelen Diyonizos cümbüşlerinde yaşamıştı; klasik kültürün temel ve karak
teristik bir unsuru durumuna gelmişti bu yaşantı. Bu cümbüşlerin ruhu,
İsa’dan önceki son yüzyılın sayısız mezhep ve felsefe ekollerindeki Stoacı
asetisizm (züht) idealinin gelişmesine epey katkıda bulunmuş, o çağın
Mitraizm ve Hıristiyanlık gibi iki züht dinini meydana getirmişti. İkinci
EROS KURAMI
103
bir Diyonizosçu uçarılık dalgası, Batıda, Rönesansta görülmüştü, İnsanın
kendi çağının ruhunu değerlendirmesi kolay değildir, son yanm yüzyılın
doğurduğu, birbirini izleyen devrimler sorunlar arasında «cinsellik soru
nu» yepyeni bir edebiyat türü yaratacaktı. Bu «akımda» psikanalizin baş
langıcını görüyoruz; bunun psikanaliz kuramları üzerinde alabildiğince
tekyanlı bir etkisi olmuştur. Ne de olsa, çağının akımlarından kimse ken
dini tamamiyle bağımsız kılamaz. O günden beri «cinsellik sorunu» ge
nelde, siyasal ve ruhsal sorunlar tarafından arka plana itilmiştir. Bu, insan
oğlunun içgüdüsel yapısının, uygarlığın zorla koyduğu engellere daima
karşı çıkmakta olduğu esas gerçeğini değiştirmez. Adlar değişir, gerçek
değişmez. Bugün biliyoruz, uygarlığın zorlamalarıyla çatışan sadece hay
vansı yanımız değildir, bilinçdışından yükselen yeni fikirlerdir çoğu
zaman; bu fikirler de, içgüdüler kadar baskın uygarlıklara aykırı düşmek
tedir. Günümüz insanının, temelde «cinsellik sorununun» önemsiz bir
önsezgisi olan politik tutkularla coşması karşısında, kolayca, bir nevroz
siyasal kuramı ortaya atabiliriz. Öte yandan, daha sonra, politikanın da,
daha derin bir dinsel coşkunun öncüsü olduğunun farkına varabiliriz.
Nevrotik, haberi olmadan, çağının baskın akımlarına kendini kaptırır ve
bunları kendi çatışmasına yansıtabilir.
Nevroz, çağımızın sorunu ile yakından ilgilidir; bireyin, genel
sorunu kendi kişiliği içinde çözümlemesi için yaptığı başarısız bir
girişimdir aslında. Nevroz, Özben’in bölünmesidir. Çoğu kimsede bunun
nedeni, bilinç eski ahlâk idealine sımsıkı tutunmakta devam ederken, bi-
linçdışımn, bilincin yadsımaya çalıştığı —çağdaş anlamında— ahlâkdışı
ideal peşinde koşmasıdır. Bu tip insanlar gerçekte olduklarından daha
saygın görünmek isterler. Çatışma, öteki türlü de olabilir: görünürde saygı
telkin etmeyen ve davranışlarını hiç kayıt altına almak istemeyen insanlar
da vardır. Bu aslında kötü numarası yapmaktır, çünkü arka plandaki bil-
inç-dışına düşen ahlâksal yanları ahlâkçı görünen adamın ahlakdışı
yanının ters bir ifadesi olduğu kesindir. Dolayısıyla, uçlara kaçmaktan
çekinmelidir, çünkü bu, daima esas durumun görünürdeki durumun
karşıtı olduğu izlenimi uyandırır insanda. «Erotik çatışma» düşüncesini
açıklığa kavuşturmak için, genel bir inceleme gerekli idi. Şimdi artık önce
psikanaliz tekniğini, sonra da terapi sorununu ele alabiliriz.
104
ANALİTİK PSİKOLOJİ
Bu teknikteki en büyük sorun, elbette ki, en kısa ve en uygun yoldan,
hastanın bilinçdışmda neler olup bittiğine ulaşmak sorunudur.
Başlangıçtaki yöntem, hipnotizma idi: hasta hipnotik konsantrasyon duru
mundayken, sorgulanıyor, ya da, gene aynı durumda, kendiliğinden açığa
vurduğu fantezilere kulak veriliyordu. Bu yönteme bugün de arasıra
başvuruluyor, ancak, şimdi uyguladığımız tekniğin yanında, bu, ilkel,
çoğu kez de yetersiz kalıyor. İkinci bir yöntem ise, Zürich psikiyatri
kliniğindeki çağrışım yöntemi olmuştur. Deney sırasında, karakteristik
bozukluklarla kendini belli eden, duygu-yüklü fikirler diyebileceğimiz
«kompleksler» halinde, çatışmaların yansıtıldığı görülmektedir. Ancak,
hastalığa neden olan çatışmalara erişmenin en önemli yöntemi, ilk
Freud’un gösterdiği gibi, düş yorumudur.
Düş konusunda «yapı ustalarının beğenmeyip bir kenara attığı taş,
kilit taşı durumuna gelmiştir» diyebiliriz. Düş, psişeııin, şu ele avuca
sığmaz, önemsiz görünen ürünü, ancak çağımızda horgörülmeye başladı.
Eskiden kaderin habercisi, yakında meydana gelecek bir olayın işareti idi,
kutsal ruhtu, tanrıların müjdecisi sayılırdı. Bugün, düşü, görevi bilinçten
gizlenen sırları açığa çıkarmak olan, bilinçdışının elçisi gibi görüyoruz;
bu görevini ise tam olarak yerine getirmekte. Düşün «dış görünüşü», yani
hatırladığımız şekli, Freud’un görüşüne göre, bize evin içi hakkında her
hangi bir fikir vermeyen, sadece bir cephe, tersine, «düş-sansürcüsu» nün
yardımıyla, onu dikkatle gizlemekte. Ama, bazı teknik kurallara
başvurarak düşgöıen kişiyi, gördüğü düşün ayrıntıları üzerinde
konuşturduğumuz takdirde, çağırışımlarının belli bir yöne doğru yönel
diğine ve belirli temalar çevresinde dolaştığına tanık olmakta gecikmi
yoruz. Bu temalar, kişisel anlam taşımaktadır, düşün arka planında ola
bilecek, insanın aklına taş çatlasa gelmeyecek bir anlam içermektedir;
dikkatli bir araştırmanın gösterdiği gibi, bu arka plan ile düşün dış
görünüşü arasında son derece nazik, ince, dakik bir ilişki vardır. Düşün
bütün ipuçlarını birleştiren bu fikirler kompleksi, aradığımız çatışmanın ta
kendisidir, ya da, kendini duruma göre ayarlayan bir türüdür. Freud’a
göre, çatışmadaki acı verici, aykırı düşen unsurlar, bu şekilde örtbas
edilmekte, ya da silinmekte, ortaya «istek-gerçekleştirme» denilen bir
durum çıkmaktadır. Ancak düşlerin belirli istekleri gerçekleştirdiği pek
Dostları ilə paylaş: |