KİŞİSEL BİLİNÇDIŞI VE ORTAK BİLİNÇDIŞI
147
getirmektedir. Bu kavram, ruh, can, Tanrı, bedensel güç, verimlilik,
doğurganlık, büyü, nüfuz, iktidar, itibar, tıp ve efektlerin serbestliğe
kavuşması ile nitelenen bazı duygusal durumları ifade etmektedir.
Polinezya adalarındaki bazı mulungu’\wâ& — aynı ilkel kuvvet kavramı,
ruha, cinlere perilere inanmayı, büyüyü ve itibarı ifade etmektedir; hayret
verici bir şey vâki olduğunda, halk «Mulungu!» diye bağırmaktadır. Bu
iktidar kavramı, ilkeller arasında en eski tanrı kavramıdır ve tarih boyun
ca sayısız değişmelere uğrayan bir imgedir. Eski Ahid'de sihirli güç,
yanan çalıda ve Musa’nın çehresinde tezahür eder; İncillerde, gökten
ateşten diller biçiminde Kutsal Ruh ile iner. Herakleitos'da dünya enerjisi,
«hep canlı kalan ateş» olarak, Perslerde tanrısal rahmet «ahoma»nın kor
halindeki ateşinde vardır; Stoacılarda ilk sıcaklık, kaderin gücüdür. Orta
Çağ efsanesinde azizlerin başları çevresindeki hale, şeref nuru, ışık
halkası olarak görünmektedir ve azizin vecd halinde yattığı kulübenin
damından alev gibi parlamaktadır. Vizyonlarında, azizler, bu gücün
güneşini, ışığının tamlığını görmüşlerdir. Eski görüşe göre, ruhun
kendidir bu güç; ruhun ölümsüzlüğü fikrinde, ruhun korunumu içkin
durumdadır, öte yandan, Budistlerin ilkel ruh göçü kavramında, sınırsız
değişebilirliği ve süresiz korunumu fikri içkindir.
Görülüyor ki, bu fikir insan beynine çağlar boyu çakılmıştır. Bunun
tezahürü için sadece bazı koşulların ortaya çıkması gerekmektedir. Robert
Mayer için bu koşullar yerine getirilmiş bulunuyordu. İnsanoğlunun en
yüce, en iyi fikirleri, bu ilksel imgelerden çekilmiş kopyalardır sanki. Bu
arketiplerin ya da ilksel imgelerin kaynağı sık sık sorulmuştur. Bana öyle
geliyor ki bunların kaynağı insanlığın sürekli tekrarlanan yaşantılarının
birikimi olarak açıklanabilir ancak.
En sık rastlanan, aynı zamanda en etkin olan yaşantılardan biri, her
gün güneşin görünürdeki hareketidir. Bilinen fiziksel süreç çerçevesi
içinde bilinçdışmda böyle bir şey yok. Öte yandan, bulduğumuz şey türlü
çeşitlemeleri ile güneş-kahramanı mitos. Gün arketipini oluşturan bu
mitosdur, fiziksel süreç değildir. Aynı şey ayın evreleri için de söylenir.
Arketip, aynı veya benzer mistik fikirleri defalarca tekrar etmek için bir
çeşit hazırlıktır. Dolayısıyla, sanki bilinçıdışı üzerine tab edilen şey, fizik
sel süreç tarafından meydana getirilen öznel fantezi-fikirler idi. Bu
148
ANALİTİK PSİKOLOJİ
durumda arketipler, öznel tepkilerin neden olduğu yinelenen izlerdir. Bu
varsayım, sorunu çözmeden gerisingeri gönderiyor, ister istemez. Bazı
arketiplerin hayvanlarda da bulunduğunu, niteliği daha fazla açıklana-
mayacak yaşamın doğrudan doğruya ifadesi olduğunu varsayabiliriz
pekâlâ. Sadece arketipler değil, görünüşe bakılırsa, sonsuzca tekrarlanan
tipik yaşantıların izlenimlerinin dahi aynı zamanda — söz konusu aynı
yaşantıların tekrarlanmasına yönelik etkenler gibi— ampirik bir tutumları
vardır. Çünkü bir arketip, düşte, fantezide, ya da yaşamda tezahür ettiği
zaman, öyle bir etki ya da güç doğurur ki, bu sayede ya «numinous» (huşu
uyandıran, esrarlı) bir etki yaratır, ya da bir harekete geçilmesini gerek
tirir.
İlksel imgeler hâzinesinden nasıl yeni fikirler doğduğunu bu örnek
te gördükten sonra, şimdi transferans sürecini incelemeye devam edelim.
Libidonun, obje olarak, görünüşte saçma ve acayip fantezilerden ibaret
ortak bilinçdışının içeriklerini seçtiğini gördük. Söylediğim gibi, ilksel
imgelerin hekime yansıtılması, tedavinin bu aşamasında yabana atılma
ması gereken bir tehlikedir. İmgeler sadece insanlığın ilk günden beri
düşünüp durduğu güzel ve hoş şeyleri değil, aynı zamanda insanlığın
yapabileceği şeytanlıkları ve kötülükleri de içerir. Sahip oldukları özgül
enerji sayesinde — bunlar alabildiğine yüklü, özerk güç merkezleri gibi
davranırlar— bilinç üzerinde büyüleyici, ona sahip çıkıcı etkileri vardır;
dolayısiyle, süje'yi yaygın değişmelere uğratırlar. Bunu, din değiştirme
lerde, telkin yolu ile etkilemelerde, özellikle de bazı şizofreni tiplerinin
başlangıcında görüyoruz. Eğer hasta, hekimin kişiliğini, bu yansıtmalar
dan ayıramaz durumda ise, durum vahimleşir ve insan ilişkisi
olanaksızlaşır. Ama hasta bu tehlikeden kaçarsa, bu kez imgeleri kendi
içine yansıtma tehlikesi ile karşılaşır, yani kafasındaki acayip özellikleri,
hekim yerine kendine yansıtmış olur. Bu da öteki kadar kötü bir şeydir.
Dışa yansıtmada, bir ya da hekimi olağanüstü bir biçimde patolojik olarak
tanrısallaştırma ile, öte yanda, nefret dolu bir horgörü arasında gidip
gelmektedir. İçe yansıtmada ise, gülünç bir şekilde, kendi kendini-
tannsallaştırma ya da manevi bakımdan kendine işkence çektirme söz
konusudur. Her iki durumda da yapılan hata, ortak bilinçdışının içerik
lerini bir kişi'ye atfetmektir. Bu şekilde, kendini, ya da eşini, ya Tanrı ya
KİŞİSEL BtLtNÇDIŞI VE ORTAK BİLİNÇDIŞI
149
şeytan durumuna koymaktadır. Burada arketipin karakteristik etkisini
görüyoruz: ilk çağlardan beri varolan bir çeşit güç ile psişeyi ele
geçirmekte ve onu insanlığın sınırlarını aşmaya zorlamaktadır. Sonuç,
abartılma, şişirilmiş bir davranış, özgür iradenin kaybı, hezeyan ve hem
iyi hem de kötü için coşkulu davranış olmaktadır. İnsanların cinlere peri
lere daima ihtiyaç duymuş olmasının, Tanrısız yaşayamamasının nedeni
budur; bunun istisnası dünü yaşamış olan becerikli tek tük homo ocidetı-
talis'in (Batılının), kendilerini — kalın kafalı, soğuk yürekli, tenekeden
yapılmış— tanrılara dönüştürmüş olması sonucu, «Tanrıları ölmüş» olan
Üstinsanlardır. Tanrı fikri, Tanrının bizatihi varlığı sorunu ile hiç ilgisi
olmayan, akıldışı nitelikte olan mutlaka gerekli psikolojik bir işlevdir.
İnsan zekâsı, bu soruyu ne yanıtlayabilir, ne de Tanrının varlığına bir
kanıt getirebilir. Arketip olduğu için, bilinçli olmasa da, bilinçdışında var
olan, her yerde hazır ve nazır, kadiri mutlak, her şeye gücü yeten tanrısal
bir varlık fikri sözkonusu olduğu için böyle bir kanıt gereksizdir de.
Psişenin içinde üstün bir güç vardır, bu bilinçli olarak Tanrı değilse,
Paulus'un sözleri ile, insanın «kamı»dır. Ben Tanrı fikrini bilinçli olarak
ele almayı yeğliyorum, çünkü böyle davranmayacak olursak, başka bir
şey Tanrılaştırılır bu sefer, bu ancak sadece «aydınlanmış» zekâların
doğurabileceği cinsten uygunsuz ve budalaca bir şey olur genelde.
Zekâmız, Tanrı hakkında doğrudürüst bir fikir oluşturmada yaya
kalmıştır, Tanrı varsa eğer, nasıl varolduğu da yanıtsız kalacak sorunlar
dandır. Tanrının varlığı yanıtsız kalmaya mahkum bir sorudur. İnsanlar
kalubelâdan beri tanrılardan söz etmektedir bundan sonra da sonsuza dek
sözünü edecektir. İnsan kendini ne kadar güzel görürse görsün, olası zihin
melekelerinin sadece biri olduğunu ve ancak olaylar dünyasının ona teka
bül eden yanını kapsadığım bilmek zorundadır. Ancak aklın almadığı,
akıldışı olan şey varlığım dört bir yandan belirtmektedir. Akıldışı olan da,
aynı şekilde, psikolojik bir işlevdir — tek kelime ile, ortak bilinçdışıdır;
oysa aklî olan temelde bilince bağlıdır. Dünyada vâki olan tek tek olay
ların düzensiz karmaşasında bir düzen araması, sonra da, en azından,
insanı ilgilendiren sorunlarda bir düzen yaratması için, bilinçli zihnin bir
nedeni olması gerekir. Hem içimizdeki, hem de dışımızdaki karmaşayı
elimizden geldiğince söküp çıkarma tutkusu gibi övülesine yararlı bir
Dostları ilə paylaş: |