131
S
İ Y A S E T V E
K
Ü L T Ü R
D
E R G İ S İ
1917 Ekim İhtilalini sevinçle karşılayan Aliasker Kemal Eş, Eşçi, Kızıl, Köreşçi,
gibi komünist gazetelerde çalışmaya başladı. Yeni kurulan Tataristan Cumhuriyeti’nde
tiyatro sanatının gelişmesi çaba sarf etti. Kendisi de zaman zaman küçük rollerde oynadı.
İhtilalden sonra yazdığı eserlerinde daha ziyade siyasi konuları tercih etti. Mogciza
(Mucize), Isul Kadimçi (Usul-i Kadimci), Cantahir Bilen Canzöhre (Cantahir ile Canzöhre)
gibi daha ziyade eski dönemi tenkit eden komedi eserlerini yazdı.
Tatar tiyatrosunun kurucusu olarak kabul edilen Aliasker Kemal 19.06.1933
tarihinde Kazan yakınlarında vefat etti. SSCB döneminde Tataristan Cumhuriyeti’nde
eserleri en çok basılan yazarlardan biri oldu. Bütün eser, makale ve şiirleri 1925-1982
yılları arasında 10 defa basıldı. Tataristan’ın çeşitli şehirlerindeki cadde ve sokaklara,
Kazan’ın en büyük tiyatro salonuna adı erildi.
Tatarlar arasında çok yönlü aydın geleneğinin son temsilcisi olan Rızaeddin
Fahreddin 31 Aralık 1858’de Tataristan’ın Bügülme vilayetine bağlı Kiçüçat köyünde
doğdu. Annesinden ilk okuma derslerini aldıktan sonra 1867’de eniştesi Gılman Kerimi’nin
görev yaptığı Çistay (Çistapol) Medresesi’ne bir kış devam etti. 1869’da itibaren kendi
köylerine 20 km uzaklıktaki Şilçeli Medresesi’nde Abdülfettah Fettahedin’in derslerine
devam etmeye başladı. Bu medresede on yıl kadar eğitim gören Rızaeddin Fahreddin,
daha iyi bir eğitim alma düşüncesiyle Buhara ve İstanbul’a gitmek istediyse de, hocası
ve babasının müsaade etmemesi üzerine bu medresedeki tahsil hayatını sürdürmek
zorunda kaldı. İştiyakla medresedeki derslerine sarıldı.
1884’te Ferit isimli bir arkadaşının vasıtası ile Kırım’da İsmail Gaspıralı tarafından
Tercüman isminde bir gazete çıkarıldığını öğrendi ve arkadaşıyla birlikte gazete idaresine
mektup yazdılar. İsmail Gaspıralı onlara Tercüman’ın 1883’te çıkan 27’nci sayısını
gönderdi. İki arkadaş gazeteyi birkaç kere okudular ve paralarını birleştirerek Tercüman’a
abone oldular. Bu, o dönemde bir köy medresesi öğrencisi için olağanüstü bir durumdu.
Çünkü medresenin bulunduğu Bügülme ilçesinde Tercüman’ın onlardan başka sadece
bir abonesi vardı; Rızaeddin Fahreddin’in eniştesi Gılman Kerimi. Bu rastlantıdan sonra
Tercüman’ı bir daha bırakmadı, sürekli aboneliğini yeniledi. İsmail Gaspıralı’ya zaman
zaman mektuplar yazarak onunla dost oldu. Tercüman’da Usûl-i Cedit ile ilgili makaleler
onun bu sistemi daha sonra kendi okuttuğu çocuklara uygulamasına vesile olduysa da
bunda pek başarılı olamadı. Çünkü Usûl-i Cedit’in nasıl uygulanacağını bilmiyordu.
Bilen bir kişiye sormak ya da İsmail Gaspıralı’ya mektup yazarak öğrenmek, utangaç
tabiatlı olduğundan içinden gelmedi. İlbek köyünde mollalık yaptığı sırada yeniden
Usûl-i Cedit’i denediyse de başarılı olamadı. Usûl-i Cedit’in nasıl uygulanacağını ancak
1891’de Orenburg Müftülüğü’ne kadı olarak atandıktan sonra öğrendi.
Rızaeddin Fahreddin medresede hal’felik yaptığı bugünlerde köye gelen bir
kitap satıcısından Şehabeddin Mercânî’nin Nâzûratü’l-Hakk (Kazan 1870) isimli eserine
reddiye olarak Abdullah bin Muzaffer el-Nasavî tarafından yazılan ve mutaassıp Kazan
müderrisleri tarafından da beğenilen Cârûde isimli eseri alarak okudu. Fakat kitaptaki
fikirlerin çoğu karanlıkta kaldığından Nâzûre’yi temin ederek iki eseri birlikte mütalaa
132
D
Ü Ş Ü N C E
D
Ü N Y A S I N D A
T
Ü R K İ Z
etmeye başladı. İki eseri birlikte mütalaa ettikten sonra o yaşa kadar edindiği akide ve
fikirler tamamen zelzeleye uğradı. Fikrî dünyası alt üst oldu.
Mercânî’yi görmek için 1886 yılının yazında Kazan’a gitmeye karar verdi. Hocası
Abdülfettah gücenmesin diye bu seyahatinden kimseyi haberdar etmeyerek gizlice yola
çıktı. Bu Rızaeddin Fahreddin’in çıktığı ilk seyahat idi ve ilk defa gemiye biniyordu.
Gemiden indikten sonra kısa bir süre Kazan’ı gezdi ve Mercânî’nin imamlık yaptığı camiyi
öğrendi. Öğle namazı kılmak ve ders verirse dersini dinlemek için camiye gitti. Namaz
sonrası caminin bahçesinde Mercânî’yle ayaküstü bir iki kelime konuşabildi. Öğleden
sonra Mercânî başka bir şehre gittiğinden dersini dinleyemedi. Mercânî’yle bütün
görüşmesi sadece bundan ibaret kaldı. Daha sonraki yıllarda başka teması olmadı. Sadece
bir öğrencisi vasıtasıyla Molla Cellal Haşiyesi
1
isimli eserindeki baskı hatalarını düzelttirip
aldı ve Mercânî’nin kendi eliyle düzelttiği bu nüshayı kütüphanesinin en mutena yerine
koydu. 1887 yılında babasıyla birlikte Ufa’ya giderek Orenburg Müftülüğü’nde imtihan
oldu ve imamlık yapmaya yetkili olduğuna dair belge aldı. Bu tarihten itibaren resmî
olarak Şilçeli Medresesi’nde dersler vermeye başladı.
Haziran 1888’de Petersburg’a gitti ve burada iki ay misafir oldu. Mercânî’den sonra
düşünce yapısında yeni etkiler bırakacak diğer bir şahısla, Cemaleddin Efganî (1839-
1897) ile tanıştı. Rızaeddin Fahreddin 1887’ye kadar Efganî’nin varlığından habersizdi.
1887’de Tercüman’da (sayı 21) Efganî’nin Rusya’ya gelişini haber veren ve onun hakkında
yazılmış kısa bir makale, Rızaeddin Fahreddin’in Efganî’yi tanımasına vesile oldu.
Makalede Efgânî’nin kısa tercüme-i hâli ve Moskova’ya gelişi anlatılıyordu. Rızaeddin
Fahreddin bu makaleyi okuduktan sonra İslâm alimleri arasında bu gibi şahsiyetlerin
bulunmasına şaştı. Çünkü o dönemde İdil-Ural’daki medreselerde okuyan öğrencilerin,
bir İslâm aliminin Avrupa dillerini bilmesi, Avrupa’da yaşaması ve gazete çıkarmasını
tasavvur etmeleri bile çok zordu.
Rızaeddin Fahreddin’in Petersburg’da Efganî ile yaptığı görüşme hafızasından
hiçbir zaman silinmedi. Her fırsatta bu görüşmeyle ilgili dipnotlar verdi. Onun İdil-
Ural Müslümanlarının dinî ve içtimâî meselelerine eğilmesinde Efganî’nin katkısı çok
fazlaydı. Efganî sayesinde İbn Teymiye, Ebulela el-Mari, İbn Rüşd ve İmam Gazâlî’yi
tanıdı. Bu dört şahıs hakkında da daha sonra ayrı ayrı biyografiler kaleme aldı. 1917’den
itibaren Şura dergisinde Efganî hakkında uzun bir yazı dizisi hazırladı. Fakat dergi Ocak
1918’de kapandığı için bu yazı dizisi tamamlanamadı. Bunun üzerine Efganî hakkında
şimdiye kadar Batıda ve Türkiye’de bilinmeyen 130 sayfalık, büyük boy kağıda yazılmış
bir monografi hazırladı. Fakat komünist dönemde pek çok eseri gibi bu monografiyi de
bastıramadı.
17 Şubat 1891’den Ufa’daki Orenburg Müftülüğü’nde kadı olarak çalışmaya
başladı. İlk iş olarak müftülüğün kütüphanesini düzenlemeye girişti. Genç yaşından
itibaren kitaplarla haşır neşir olan Rızaeddin Fahreddin için bu uğraş çok zevkli geçiyor,
kitapları okudukça kendi hâlini ve derecesini öğreniyordu. Bu öğrenme neticesinde “ilim”
ve “fazilet” namına az da olsa sermayesinin olmadığını, köy medresesindeki şöhretini
Dostları ilə paylaş: |