7
S
İ Y A S E T V E
K
Ü L T Ü R
D
E R G İ S İ
S U N U Ş
Gündelik telaşlardan biraz uzaklaşıp insanlığın serüvenine ve bu serüvende bilginin
yerine baktığımızda karşımıza çıkacak manzaranın tam ortasında siyasi güç ile bilgi ve
sanatın iç içeliği olacaktır. Bilgi, değer gördüğü yerde konaklayan ve konakladığı yeri
bayındır hâle getiren bir büyük güçtür. Bu gücün farkında olan siyaset adamları bilgiye
büyük önem vermişler, bilginleri de baş tacı yapmışlardır. Bizim tarihimiz de destanlar
çağındaki Oğuz Kağan’ın yanında bulunan Irkıl Ata’dan beri bunun örnekleriyle doludur.
Tarihteki Doğu devletlerinde görülen vezirlik kurumu, adeta bilgelik makamdır.
Devletlerin güçlenmesi ve büyümesi devlet başkanıyla olduğu kadar bilge vezirlerle de
ilgilidir. İlteriş Kağan’ın yanındaki Bilge Tonyukuk, Melikşah’ın yanındaki Nizamülmülk
vb. bu bilgelik makamının hakkını veren, toplumu ve devleti yücelten insanlardır.
Bilgi, değer gördüğü yerde konaklar ve kendisine değer verilmediğini hissettiği anda
da değer göreceği yere göçer. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Tarihte gördüğümüz
bütün siyasi mücadelelerin sonucunu belirleyen şey, tarafların bilgi zenginlikleri ve
onu kullanma becerileri olmuştur, İnsanlık yaşadığı sürece de bu böyle olmaya devam
edecektir.
Eski Sümer’i bugün bile ilgi çekici kılan ve hâlâ insanların merakını cezbeden şey,
onları, sahip oldukları ve yaşadıkları çağa göre çok ileri götüren bilgi zenginlikleriydi.
Elbette onların çökmesi ve yok olmasına sebep de doygunlukları, aşırı güven duyguları
ve yenilenmeyi ihmal etmeleriydi. Yenilenme gereğini hissettiklerinde de muhtemelen
iş işten geçmişti. Tarihin kaydettiği bütün yükselme ve çöküşlerin esasında bu kadar
basit bir sebebi vardır. Bilgiye saygı gösterme, bilgi üretme ve üretilen bilgiyi kullanma
becerisine sahip bir toplum oluşturma.
İzleyebildiğimiz kadarıyla, Sümerlerden sonra Akdeniz havzasının farklı bölgelerini
mesken tutan bilim; 8-9. yüzyıllardan itibaren İslam diyarına göçmüştür. Bu göçte hem
Kuran-ı Kerîm’de, hem Hadîs-i şeriflerde bilginin yüce bir değer olduğunun defalarca
vurgulanması ve ilk ve ikinci nesil Müslümanların büyük bir heyecanla bu iki temel
kaynağı düşüncelerinin merkezine almaları yatmaktadır. Devrin İslam bilginleri, hiçbir
kıskançlık göstermeden ve komplekse kapılmadan, büyük bir ileri görüşlülükle eski
çağların bilgi birikimini önemli ölçüde barındırmakta olan Eski Yunan’a ait hemen
bütün eserleri Arapçaya çevirmişler ve o tecrübeleri tabiri caizse İslam’a mal etmişlerdir.
Orta çağ İslam bilginleri, Eski Yunan’dan aldıklarını özümsemişler, kendi emeklerini ve
birikimlerini bununla yoğurmuşlar ve insanlığa yepyeni bir medeniyet sunmuşlardır.
20. YY.
TÜRK AYDINLANMASI