102
gözlemlemeye çalışmalıyız. Bu içimizdeki “ikinci kuvvet” i yani çabaya direnen
kuvveti görmektir.
Sürekli olarak yeniden öğrenerek ve yeniden görerek güçlenmek önemlidir.
Bu Gözlemleyen “Ben” tarafını güçlendirir ve Gözlemleyen “Ben” in, gözlemlediği
şeyin tesirine direnmesini ve bunu kendi dışında tutmasını mümkün kılar.
Gözlemleyen “Ben” in çevresinde tüm bir yeni yaşam ve içsel kuvvet oluşur ve bu da
sonunda “Gerçek ‘Ben’” e götürür.
İçimizdeki bir şeyi gözlemlemek, onu tanımaktır. Bu, “kendini bilmeyi”
başlatır.
Yaptığımız gözlemler, hedef edinmemizde bize yardım ederler ve kendimiz
üzerinde çalışmaya devam etmemiz için bize kuvvet verirler.
Gözlemlerimiz çalışma hafızası yaratmaya başlarlar. Gelecek sefer olay
gerçekleştiğinde bir alarm zilinin çalmasına sebep olurlar. Gelecek sefer aynı şeyi
daha derinden gözlemleyebiliriz. Şuuru artırırlar.
Kendini gözlemlemeler, “Ben” leri, Gözlemleyen “Ben” etrafında toplar.
Gözlemlerimiz, bizi gelecek sefer daha az mekanik yapacaktır.
Gözlemlerimiz, varlığımızı görmemize yardım eder.
141
Kendini gözlemlemeye “kendini hatırlama” da eşlik etmelidir. Günlük
endişelerimiz, dertlerimiz, günlük temaslarımız, duyularımız vasıtasıyla
gördüklerimiz ve duyduklarımız vs. tüm bunlar duyuların yaşamıdır. Duyusal
yaşamdır. Beş duyumuz vasıtasıyla deneyimlediğimiz yaşamdır. Bunlar bize
kendimizi hatırlamayı unutturur.
141
Nicoll, ss. 316-322.
103
Kişi hayatla çok fazla özdeşleştiğinde kendini hatırlaması güçleşir. “Duyusal
hayattan başka bir hayat var mı?” diye sormayan insan kendini hatırlama girişiminde
de bulunmaz. Böyle olduğunda içsel süreklilik kesilir.
142
İnsan kendini ne kadar çok
hatırlarsa, o kadar çok fani benliğinin acizliğini fark eder, o kadar çok insan olur ve
kendini o kadar çok gerçekleştirir.
B- FARKINDALIK KAZANARAK ÖZGÜRLEŞMEK
Özgürlük, yaşantı özgürlüğü ve manevi özgürlük olmak üzere iki şekilde
anlaşılır. Yaşantı özgürlüğü ile kastedilen, duyuların verdiği hazza uyarak kişinin
kendi ilgilerine göre yaşamasıdır ki bu gerçek özgürlük olmaz.
Gerçek özgürlük ahlaki, akli ve ilmi gelişme sonucu elde edilebilecek bir
özgürlüktür. Bu da ancak, Allah’a kul olmakla (yaradılış gayemize uygun
yaşamakla) mümkündür.
143
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât
51/ 56)
İnsanın fıtratını (doğal halini) zorlamadan, sahte kimliklere bürünmeden
davranabilmesi, ancak, Allah’a kulluk etmekle mümkündür. Çünkü, insanın bütün
duygu ve fıtratı buna göre yaratılmıştır. Her insanın bunu kabul ve kazanmaya ilişkin
yaradılıştan gelen bir meyli vardır.
Ancak, iman yaradılışta insanlarda yerleşmiş bir tabiat olduğu halde,
insanların bir kısmı bundan yüz çevirmekte ve fıtratını unutmaktadır. Diğer bir kısmı
142
Nicoll, ss. 322-324.
143
Sayın, ss. 22-23.
104
da unuttuktan sonra yeniden hatırlayıp istikametini doğru yöne çevirmektedir. Bunun
için Kur’an’da:
“Umulur ki hatırlarlar.” (Bakara 2/221) buyrulmuştur.
Diğer ayetlerde de şöyle buyrulmaktadır:
“Akıl sahipleri hatırlasınlar diye.”
“Allah Teâlâ’nın size olan nimetlerini ve sizden aldığı sözü hatırlayın.”
(Mâide 5/7)
“Kur’an’ı da müyesser kıldık düşünmek için. Fakat hani düşünen?” (Kamer
54/17)
Sözü edilen hatırlamaya tezekkür adı verilir. Tezekkür, insanın yaradılışta
kendisinde mevcut olan bir şeyi hatırlamasıdır.
144
Kur’an’da:
“Bu dünyada kendi arzularıyla hakikati görmekten çekinen manevi körler,
ahirette de kör ve belki daha sapık yoldadırlar.” (İsra 17/72)
“Hem Rabbin: Beni Adem’den, bellerinden zürriyetlerini alıp da onları
nefislerine karşı şahid tutarak: Rabbiniz değil miyim?” diye işhad ettiği zaman
“Belâ” dediler.” (A’râf 7/172) buyrulmaktadır.
Bu ikrardan gaye, dillerinin ikrarı değil, heykellerden soyulmuş nefislerinin,
zatlarının ikrarıdır. Çünkü şahısları ve dilleri bulunduğu zaman, insanlar dilleriyle
ikrarlarında ikiye ayrıldılar. Bir kısmı ikrar etti, diğeri ise inkar etti. Bunun için
Kur’an’da şöyle buyruluyor: “Onlara, sizi kim yarattı diye sorarsanız, Allah yarattı
derler.”
144
“
Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “işittik, itaat ettik” dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle
bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü
(kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Mâide 5/7). Bkz.
http://www.diyanet.gov.tr/kuran/meal.asp?page_id=107
, (25.05.2012).
105
Yani, her insan Yüce Yaratıcı’ya iman fıtratı ve belki her eşyayı olduğu gibi
anlamak kabiliyeti üzerine yaratılmıştır ve anlayış kabiliyetine yakın olduğu için bu
hal kendi içindeymiş gibidir. Bunun benzeri, yer altındaki sudur. Küçük bir kazı ile
meydana çıkıp hariçten kendisine bir şey katılmadan bir araya toplanıp görüldüğü
gibidir. Yine bademde olan yağ, gül çiçeğinde olan gül suyu gibidir.
Buna işaret etmek üzere Kur’an’da :
“Allah
Teâlâ’nın
insanları
yarattığı
fıtrattır.”
(Rum
30/
30)
145
buyrulmaktadır.
Kur’an’daki bu mesajları doğru alanlar, kendi asıllarına yönelip huzura doğru
yol alırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah kendisine yönelen kulunu hidayete (rızasına giden yola) erdirir. Onlar
iman edenler ve kalplerini Allah’ın zikriyle huzura erdirenlerdir. Dikkat edin, kalpler
ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d 13/27-28)
Mesajları alamayanlar ise, bir tür savunma mekanizması olan geçici maddi
hazlara yönelerek kaygıyı gidermeye çalışırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü?”
(
Furkân 25/43)
Burada hevasını ilah edinen kişinin arzularına kulluk etmesinden dolayı puta
tapan kimse gibi şirk içerisinde olduğu ifade edilmektedir. Yani, Yüce yaratıcıya
kulluğu nefsine kabul ettiremeyenler kendi fani varlıklarına ve maddi hazlara tutsak
olmaya mahkum kalırlar.
İnsan hayatının merkezine hazzı koyduğu sürece onun kaynaklarını temin
etmekle uğraşır, ancak, nefsin maddi hazlarla tatmin olabileceği bir sınır yoktur. Bu
145
Gazâlî, İhyâuUlûmi’d-Dîn (I. Cilt), ss. 214-221.
Dostları ilə paylaş: |