112
Peygamber Efendimiz (s.a.v), kalbin insanın dini hayatındaki yerini şöyle
tanıtmıştır: “İnsan vücudunda öyle bir parça vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün
bedenin işleri iyi ve güzel olur. O bozulduğu zaman, bütün vücut bozulur. Dikkat
edin, o parça kalptir”
164
Anlaşılacağı üzere, kalbin sağlığı akla ve davranışlara etki etmektedir.
Nitekim, insanın hem yaşadığı dünyayı anlamasına yarayan hem de nefse hakim
olmaya çalışan arzuları bastırmaya ve karakteri geliştirmeye yarayan yönetici bir
prensip olan akıl, idrak edici özelliğiyle kalpte bulunan bir ilimdir.
165
Davranış ise
aklın eseridir.
Kalbimizdeki imanla kendimizi hayatın öğreticiliğine açarak, yaşadığımız
olayların tesadüf olmadığını anlamak önemli bir farkındalıktır.
166
Algısı açık insan, Allah’ın nuruyla düşünen insan demektir. Bu durumda
insan doğru ile yanlışı ayırdedebilecek kabiliyete erişir.
İnsan Allah’ın rahmetinden uzaklaştığında ise, akıl nurundan mahrum
kalmakta ve uzaklaştığı ölçüde sınır tanımaz hale gelmektedir.
İnsanların iç âlemi ihmal edilip manevi yönünün gelişimi eksik
bırakıldığında, maddi refahı hayatımızın yegane hedefi haline getiren, manevi
terbiyeyi ve şahsiyet olgunluğunu tamamen göz ardı eden bir anlayış, her geçen gün
daha da yaygınlaşacaktır. Böyle bir anlayış ile de ne ahlaklı insan olmaktan ne de iyi
birer vatandaş olmaktan söz edilebilir.
İmam-ı Rabbanilerimiz, Ahmed Yesevilerimiz, Yunusumuz, Mevlanamız ve
daha binlerce alimlerimiz manevi yanımızı en ince detaylarına kadar izah
164
Erol, s. 14.
165
Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü (3. Basım), Ankara: Anka
Yayınları, 2005, ss. 44, 45.
166
Özdoğan, s. 120
.
113
etmişlerken, biz yeryüzünde Müslüman olarak yaşayanlar, şimdi hiçbir şey bilmiyor,
hiçbir şey duymamış gibi olabilir miyiz?
Üstelik Yüce Yaratıcımız da bizi aklımızı ve bilgi aracı duyularımızı
kullanma hususunda sık sık uyarmaktadır. Öyle ki, birçok ayet-i kerimenin sonunda
düşünmüyorlar mı, akıl etmiyorlar mı, görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı uyarıları yer
alır.
167
Hz. Mevlana (k.s) da ergenlikten itibaren manevi gelişimin gerekliliği
hususunda bizlere şöyle sesleniyor:
Hz. Mevlana (k.s), çeşitli vesilelerle insanın fani varlığını terk edip ebedi
benliğini bulmasının gerekliliğini hatırlatıyor. -Zira bu benlik fani olduğundan,
insanın ondan ayrılması kaçınılmazdır. Her insan tabii ölümle fani benlikten
ayrılacaktır. Fani benliği onu terk edecektir. Benliğinin hakikatini idrak eden ise,
iradi ölümle (ölmeden önce ölmek), yani; fani benliği kendini terk etmeden onu terk
eder ve ezeli benine kavuşur.- Hz. Mevlana (k.s) saliki bu terke teşvik ediyor:
Ne mutlu ona ki bu yurttan yüceldi çıktı... çünkü ecel gelince ölüm, bu yurdu nihayet
yıkar, viran eder!”
“Gönül, (bu mevhum varlığın) sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden
vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.
Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de sûrete (yani suret varlığına) ‘Senden
Rahman’a sığınırım’ de.”
“Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse neden öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
.....
Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top
olayım.
Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için
herkese dost kesilir.
Nakışsız bir ayna hâline gelir, değer kazanır. Çünkü o, bütün nakışları aksettirir.
168
Hz. Mevlana (k.s), bedenin hazlarından müteşekkil mevhum benlik algısı
içerisinde sürdürülen bir yaşamı insanın kendini ulvi yönünden mahrum olarak
çamur ve bataklık içinde geçirdiği bir yaşam tarzı olarak görüyor ve bir eşeğin dahi
167
Erol, ss. 25-27.
168
Küçük, Mevlana’ya Göre Manevi Gelişim –Benliğin Dönüşümü ve Miracı, ss. 81, 82.
114
saplandığı çamurdan kurtulmak için çaba gösterdiğini belirterek insani bir
farkındalığa sahip olan kişinin kendini bu tarz bir yaşamdan çekip yükseltmesi
gerektiğine vurgu yapıyor. Çeşitli erteleme ve mazeretlerle bu yaşam tarzının
sürdürülmesini ise o kişi için Allah’ın bir gazabı sayıyor.
Tenin istek ve arzularını canın bu âleme hapsedilmesine sebep olan bir
prangaya benzeten Hz. Mevlana (k.s), manevi gelişim sayesinde bu prangaların
çözülüp canın özgürleşeceğini belirtiyor. Canını bu şekilde özgürleştirenin ruhunun
Allah’a doğru yüceleceğini söylüyor.
Hz. Mevlana (k.s), insanın asıl varlık değerine manevi gelişim sürecinde
gerçekleştireceği benlik dönüşümü sayesinde kavuşacağını belirterek insanları buna
teşvik ediyor:
Gel de güneş gibi, dolunay gibi, hilal gibi kolsuz ve kanatsız gökyüzünde dön dolaş!..
Yürümeye başladın mı ruh gibi ayaksız yürürsün... çiğneme zahmetine uğramadan
yüzlerce yemekler yersin!
Ne gemine gam timsahı çarpar... ne ölümden kötüleşirsin!
Sen hem padişahsın, hem asker, hem taht... sen hem iyi bir bahta nail olursun, hem bizzat
baht ve talih kesilirsin!
Fakat zahirde bahtın iyi olursa, yüce bir sultan olursa ne fayda... bu baht başkasınındır, bir
gün gelir olur, bahtın döner!
Sen de yoksullar gibi muhtaç bir hale düşersin... ey seçilmiş kişi, sen baht ol, sen devlet
kesil!
Ey manevi er, kendin baht olur, talih kesilirsen nasıl olur da bu bahtı, bu talihi
kaybedersin?
Ey güzel huylu, bizzat sen, kendine mal, mülk olursan bunları nasıl olur da kaybedersin...
imkan mı var buna?
169
Hz. Mevlana (k.s), kendini fani benliğinin arzularından temizleyenin kendi
temiz zatını göreceğini belirtiyor. Hz. Mevlana’ya (k.s) göre,“Her an gayb
âleminden (insana) yeni yeni can (ve fuyuzat) erişir ve ten cihanından dışarı çık
nidası gelir.” Ancak insan fani benlik engelinden dolayı bu mesajları doğru
okuyamaz. Hz. Mevlana (k.s) insanın derininde gizlenen canın manevi gıdası verilse
169
Küçük, Mevlana’ya Göre Manevi Gelişim –Benliğin Dönüşümü ve Miracı, ss. 82, 83.
Dostları ilə paylaş: |