Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
150
Modern biyoloji, Mendel ve Weismann’ın daha önceden ortaya
koyduğu çalışmaların doğru olduğunu ve sonradan kazanılan
özelliklerin aktarılamayacağını (üreme hücreleri vücudun di-
ğer organlarındaki değişimlerden etkilenmediklerinden) kabul
edince, Darwinizm gözden düşeceğine daha da popüler oldu.
Çünkü Darwinizm’in en büyük rakip Evrim Teorisi olan La-
marckçılık bu sonuçla tamamen geçersiz oldu. Darwinizm’in
en temel mekanizması olan ‘doğal seleksiyon’ iyice ön plana
çıktı. Görüldüğü gibi Yeni-Darwinizm’i, Evrim Teorisi’ne dair
delillerin bir genişlemesi olarak düşünmek hatalıdır. Çünkü
Yeni-Darwinizm, Evrim Teorisi’nin en önemli iki mekaniz-
ması olarak ileri sürülen ‘doğal seleksiyon’ ve ‘sonradan ka-
zanılan özelliklerin aktarılması’ndan, ikincisini reddederek bi-
rincisi üzerine odaklanmıştır.
Bu revizyon genetikteki gelişmelerin dayattığı bir sonuç-
tur. Kalıtım ile ilgili modern teorinin temel ilkeleri, Darwin
ile aynı dönemde yaşayan Gregor Mendel (1822-1884) tarafın-
dan ortaya konmuştur. Mendel, bezelyelerle ilgili yaptığı de-
neylerini 1865 yılında yayımladı. Kendi döneminde yeterli ilgi
görmeyen bu çalışmalar 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren
yeniden keşfedildi. Mendel, birbirinden farklı bezelyeleri çift-
leştirdi ve yeni oluşan melez bezelyelerin, çiftleştirilen bezel-
yelere ne kadar benzediğini gözlemledi. Bu gözlemi yaparken
bezelyelerin yuvarlak veya buruşuk olması, rengi, uzun veya
kısa olması gibi özelliklere yoğunlaştı. Melezleşen bezelye-
lerde kısalığa karşı uzunluğun, buruşukluğa karşı yuvarlaklı-
ğın, beyaza karşı mor rengin daha çok gözlendiğini tespit etti.
Daha çok gözlenen bu özelliklere dominant (baskın), daha az
gözlenen özelliklere ise resesif (çekinik) denir. Mendel, me-
lezleştirdiği bezelyeleri birbirleriyle de çiftleştirince dominant
özelliğin yeni oluşan melez bezelyelerde üçe bir oranına ya-
kın bir şekilde ortaya çıktığını belirledi. Bu çalışma, canlının
Evrim Teorisi'nin Ortaya Konması
151
genotipi ile (genetik özellikleriyle) fenotipinin (dış görünüşü-
nün) tamamen aynı olmadığını gösterir. Bireylerde, ataların-
dan aldıkları bazı özellikler resesif olarak bulunup sonra or-
taya çıkıyorsa; bu, genetikte var olan ve bireyin genetiğinde
taşıyıp ilettiği bazı özelliklerin, dış görünüşünden belli olma-
dığı anlamını taşır. Mendel, melezleştirme yoluyla tür oluşu-
munu Evrim Teorisi’ne alternatif bir izah olarak değerlendi-
riyordu (Linnaeus son döneminde ve Buffon da melezleşme
ile tür oluşumuna dikkat çekmişti). Mendel’in çalışmaları, o
dönemde Darwin ve daha başka birçok biyoloğun düşündüğü
şekilde, atalardan gelen özelliklerin, kan yoluyla ve birbirine
karışarak yeni oluşan yavruya geçmediğini gösterdi. Özellik-
ler atadan yavruya birbirinden ayrı, karışmayan bir şekilde ge-
çer. Johanssen, kalıtımı sağlayan ve atalardan yavruya geçen
bu parçacıklara 1911 yılında ‘gen’ adını koydu.
344
Weismann, 1883 yılında üreme hücreleri vücudun diğer bö-
lümlerinden ayrı olduğu için; Lamarckçıların, Yeni-Lamarc-
kçıların ve Darwincilerin savunduğu şekilde sonradan kazanı-
lan özelliklerin aktarılmasının mümkün olmadığını ve ‘doğal
seleksiyon’un evrimci yaklaşım için yeterli olduğunu ileri sürdü.
Bu, kullanılan organların gelişip sonraki nesillere aktarılması-
nın veya kullanılmayan organların körelmiş bir şekilde sonraki
nesle aktarılmasının mümkün olmadığı anlamına gelmektedir.
Farelerin birçok nesil boyunca kuyruklarını kesip, sonradan
oluşan farelerin de kuyruklu doğmasını bu tezine delil olarak
gösterdi. Evrime bir tek ‘doğal seleksiyon’un yön verdiğini söy-
leyerek kendi karşıtlarının alternatif teoriler için çaba göster-
mesine yol açtı. Herbert Spencer, Weismann’ın görüşleri üze-
rine kendisinin Darwinci kampın dışında olduğunu açıkladı.
Weismann’dan sonraki elli yıl onun ortaya koyduğu problemin
344 Christian B. Anfinsen, The Molecular Basis of Evolution, John Wiley and Sons,
New York, (1961), s. 16.
Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
152
tartışmasıyla geçti; Mendel’in yeniden keşfinde de onun or-
taya koyduğu yaklaşımın önemli etkisi oldu. Weismann iler-
leyen yıllarda ‘doğal seleksiyon’un evrimi açıklamaya yeterli
tek mekanizma olduğu fikrinden vazgeçti. ‘Tohumsal selek-
siyon’ fikrini benimsemeye başladı; bununla canlılarda ‘yön-
lendirilen bir çeşitliliğin’ oluştuğunu, bunun sayesinde yeni or-
ganların meydana çıktığını savundu. Doğal seleksiyonun yeni
organ işe yaramazsa etkin olacağını iddia ederek
345
eski çiz-
gisini kısmen devam ettirse de, bu yaklaşımıyla eski yaklaşı-
mından önemli şekilde farklılaştı.
Darwin’in teorisini ortaya koyduğu ilk dönemde, en yakın-
larından biri olan Huxley, Darwin’in ufak değişikliklerin bi-
rikmesiyle evrimi savunmasına karşın büyük değişikliklerle
(sıçramalarla) yeni türlerin oluştuğunu (saltationism) iddia
etti. Mendel’in ilk dönemdeki takipçilerinden bir kısmı mu-
tasyonların (gendeki değişikliklerin), bir türden diğerine ge-
çişi sağlayacak şekilde sıçramalı olduğunu savundular. Mu-
tasyonla yeni bir türün oluşacağına dair yaklaşımı ilk olarak
Hollandalı botanikçi Hugo De Vries (1848-1935), ‘Mutation
Theory
’ (1901) adlı eserinde ileri sürdü.
346
Başta birçok kişi
mutasyonla yeni türlerin oluşabileceğini, ‘doğal seleksiyon’
mekanizmasına ihtiyaç olmadığını benimsedi. Bu yaklaşım,
Darwin için çok önemli olan, çevrenin türlerin oluşumu üze-
rindeki etkisi olduğu fikrini önemsemiyordu. Zamanla gene-
tikte, oluşan mutasyonların bireylerde değişikliklere yol açıp
hammaddeyi sağladığı, ‘doğal seleksiyon’ mekanizmasının
ise çevreye uyum sağlayamayan bireyleri eleyip uyum sağla-
yanlara yaşama imkânı tanıdığı söylenerek; genetik ile Dar-
winizm arasında bir sentez oluşturuldu.
345 Peter J. Bowler, Evolution The History of an Idea, s. 239.
346 Theodosius Dobzhansky, Evolution, Genetics and Man, s. 82.
Dostları ilə paylaş: |