92
Kürdistan’da Beyaz Soykırım
(1940-1960 Yılları)
Hayrettin Adlığ
Beyaz soykırım,
başka bir ifadeyle asimilas-
yon ya da kültürel soykırım, fiziki soykırımın
yapamadığını ya da kimi zaman fiziki soykırı-
mın uygulanamadığı koşullarda devreye gire-
rek, hedef olarak belirlenen grubun, kültürün
egemen kültür içinde eritilmesi, etkisizleştiril-
mesi anlamını taşır.
Fiziki soykırım için açık zor ve şiddet kul-
lanılırken, beyaz soykırım için kullanılmayan
araç yok gibidir. Bu araçların başında da ege-
men ulusun dilini esas alan ve diğer dil ve kül-
türleri yok sayan tekçi eğitim sistemidir. Kışla,
ibadethane, fabrika vb. kurumların her biri
belirlenen beyaz soykırım politikasına hizmet
edecek tarzda örgütlendirilirler.
Beyaz soykırımın başarılı olabilmesi için
kullanılacak olan araçların belirlenmesi yet-
mez; bu araçların belirlenen amaçlara göre ör-
gütlendirilmesi de gerekiyor. Belirlenen amaç
asimilasyon olduğuna göre; birimlerin tümü-
nün asimilasyon çarkını
döndüren kanal ve ka-
nalcıklar olmaları gerekiyor.
Tarihte birçok fiziki soykırım yaşanmış ol-
masına rağmen, egemenlerin beyaz soykırım
uygulamaları daha yenidir. 1789 Fransız Dev-
rimiyle başlayan ulus-devletlerin ortaya çıkma-
sıyla, her ulusun kendi sınırlarına sahip olması
ve bu sınırların içinde yaşayanları ya yok etme-
leri ya da kendi içlerinde eriterek tek kimlikli,
tek renkli toplum yaratma süreci başlamış oldu.
Bu süreçle birlikte egemen ulus adına hareket
ettiğini söyleyen ve aslında adına konuştukları
uluslarla pek bir bağları da olmayan kesimler,
kendilerine göre daha zayıf konumda gördükle-
ri ulusları, halkları kendi içlerinde eritme poli-
tikalarını devreye koydular.
Ulus-devletlerin halklara dayattığı beyaz
soykırımı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
şöyle değerlendirmektedir:
‘’Ulus-devletin en vahim sonuçlarından biri
de kültürel miras üzerinde yol açtığı tarihte eşi
görülmemiş yıkım, tasfiye ve asimilasyon hare-
ketidir. Ulus-devletin en ayırt edici özelliklerin-
den biri, hakim bir
ulus-etnisitesine dayanarak,
kendi dışındaki tüm diğer etnisiteleri binlerce
yıllık kültürleriyle (‘tek dil, tek ulus, tek vatan,
tek devlet’ Hitler’in baş sloganıydı ) yok sayması
ve buna dayalı yıkım, tasfiye ve asimile etmedir.
Tarihte hiçbir baskıcı ve ideolojik gücün baş-
vurmadığı bu hareketler ulus-devletin yapısıyla
ilgilidir. Tek farkı başlayarak hep birbirine ben-
zeyen vatandaşlar ve kurumlardan ibaret tek
renkli, ya simsiyah ya bembeyaz, bir çöl yaratıl-
ması esas kültür politikasıdır. Darwinizm, yani
biyolojizm topluma da uygulanmak istenmiştir.
Pozitivizm en vahim günahlarından biri de bu
alana yöneliktir. En güçlü kültürün diğer tüm
kültürleri eritmesini evrim kuralı saymaktadır.
Tabi insanın milyonlarca yıllık evrimi yok sayı-
larak ya da yok edilecek .’’
Ulus-devletin tekçi politikası,
kendisini
üstün ve değerli kendisi gibi olmayanları ise,
aşağı ve değersiz görür. Bundan dolayı uygu-
ladığı politikada kendisini haklı gördüğü gibi
kendi politikalarına karşı çıkanları da küstah
ve iyilikten anlamazlar olarak görür. Kendisi
‘’üstün’’ ve ‘’değerli’’ olduğu halde kendisinden
daha ‘’aşağıda’’ ve ‘’değersiz’’ olanları kendi-
sine benzeştirerek onları ödüllendirdi, hiç de
hak etmedikleri biçimde ‘’onurlandırıldıkla-
rı’’ ve bunun için egemenlerin ‘’şükran borçla-
rını’’ ödemeleri gerekirken, kendilerine karşı
gelerek ‘’küstahlık’’ yaptıklarına kendilerini
inandırmışlar. Frantz Fanon, sömürgecilerin
sömürge halka iki şeyi dayattığını söyler. Birin-
cisi, sömürgecilerin “üstün”
olduğu ve sömür-
ge halkının ise “akılsız ve beceriksiz” olduğu,
sömürgeciler olmadan sömürge halkın hiçbir
şey olmadıklarının, kendi kendilerini yöne-
temediklerini ve hiçbir işte başarılı olamaya-
caklarını kabul ettirirler. İkincisi ise, sömürge
halkın sömürgeciden korkması ve “amirlerine”
itaat etmesi gerektiği fikrini kabul ettirirler.
Yani önce zihinsel egemenlik kurulur. Zihin-
sel olarak kendi üstünlüğüne inanan ulus-dev-
letçi iktidarlar, her uygulamalarını da zorunlu
ve gerekli sayarlar. Sömürge halk da egemenle-
rine “hizmet ederken” zihinsel işgale uğramış
93
olduğundan, efendisi için büyük bir kararlılık-
la-gocunmadan- gayret gösterecektir.
Kürdistan özgülünde değerlendirildiğinde
görülecektir ki, beyaz soykırım süreciyle Kür-
distan ülke olmaktan çıkarılmak istenmiş, Kürt
halkı ise tarihi asimilasyon
ve katliamlarla halk
olmaktan çıkarılıp tümden bitirilmek istenmiş-
tir. 1925-38 yılları arasında isyan bahanesiyle
Kürt halkına karşı uygulanan fiziki soykırım
politikasıyla tüm direniş odakları birer birer
ortadan kaldırılmış, Kürdistan baştanbaşa ye-
niden işgale uğramış, Kürt ve Kürdistan adına
ne varsa yasaklanmış ve sonuçta Kürtler kendi
kendilerinden kaçar hale getirilmişti.
Lozan Antlaşmasıyla dörde bölünen Kür-
distan, her bir parçası başka işgalciye bırakıl-
mıştı. Kürtlerin bu statüsüzlüğünde İngiltere
ve Fransa, hem fiziki soykırımda hem beyaz
soykırımda başrolün sahibidirler. Kürt serhil-
danlarında dış destek arayanları T.C.’nin ku-
ruluşunun Proto-İsrail olarak İngiltere’ye bağlı
Yahudi ekonomisinin bir planı olduğunu gör-
mezden geliyorlar. İsyanlar sonrasında yaşanan
beyaz soykırımın en büyük destekçisi İngiltere
olmuştur. Lozan Antlaşması’nda azınlık halk-
ların dil ve kültür hakları Türk heyetine kabul
ettirilirken, Kürtlerin adı bile geçmemektedir.
Perde arkasında yapılan
antlaşmalarla Kürtleri
çıkarlarına kurban etmişlerdir.
Bu anlayış üzerine kurulan T.C. , Türkçe’nin
dışında diğer dilleri yok sayıyor, bu dil ve kül-
türleri ortadan kaldırmak istiyor. Ulus-devlet
paradigmasıyla kurulan faşizan sistem, amaç-
larını gerçekleştirebilmek için yine emperya-
list efendilerinden yardım almış, onları örnek
almıştır. Tarihin en trajik soykırımlarıyla yüz
yüze kalan Amerikan yerlilerinin geri kalanla-
rı da Beyaz soykırımla etkisizleştirilmiştir. Bu
canlı örnek, ulus-devletçi Beyaz Türkçüler için
hemen devralınması gerekiyordu.
‘’T.C. , ABD’nin Kızılderililere karşı uygu-
ladığı asimilasyon politikasını öğrenmek ve bu
siyaseti Türkiye ve Kürdistan’da uygulamak
için, 1924’te Columbia Üniversitesi’nden John
Dewey’i Türkiye’ye getiriyor.’’
John Dewey’in getirilmesi, Avrupalıla-
rın Amerikalılara karşı uyguladığı politikayı
Türkiye de Kürtlere karşı uygulayacaktı. Bu-
nun üzerine ‘’Şark Islahat Planı’’ Eylül 1925’te
hazırlanarak devreye konmuş. Bu plana göre
Kürdistan’da beyaz soykırım tüm ayrıntılarıy-
la izah edilmiş ve bunun için özel programlar
devreye konmuştur. ‘’Şark Islahat Planı’’nın
önemli ayaklarından biri de Yatılı
Bölge Okul-
ları (YBO) aracılığıyla Kürt çocuklarının ailele-
rinden erken yaşta alınıp asimilasyon çarkında
öğütülmeleriydi.
YİBO’lar 1935’te yaşama geçiriliyor, YİBO’
lar ABD’den alınan örneklerle açılmışsa da
asıl olarak Sultan Abdulhamit dönemin-
de kurulan ‘’Aşiret Mektepleri’ ne dayanı-
yordu. Sultan Abdulhamit bu asimilasyon
politikasının amacını ‘’Hatıratım’’ da şöyle
açıklıyordu : ‘’Rumeli’de özellikle de Anado-
lu’da Türk unsurunun güçlendirilmesi, her
şeyden önemlisi de içimizdeki Kürtleri eri-
tip kendimize mal etmemiz gerekiyor.’’ diyor.
Kürt çocukları, Kızılderili çocuklar gibi
zorla ailelerinden alındılar ve YiBO’ larda bir
‘’Türk’’ olarak eğitilmek istendiler.
Bu çocuklar
dil, kültür ve tarihlerinden uzaklaştırıldı. Soy-
kırımcı rejim, en iyi hizmetçilerini bu okullar-
dan devşirdi. Hastanesi ve yolu olmayan Kür-
distan’ın köy ve ilçelerine YİBO’lar inşa edildi.
Soykırımcı eğitim sistemi, ne YİBO’ larla
ne de 1930’larla sınırlı tutulmuştur. T.C.’nin
tüm eğitim sistemi aynı amaca hizmet amacıyla
örgütlendirilip sürdürülmüştür.
1933’te M. Kemal’in buyruğuyla ‘’Türk Ta-
rih Tetkik Cemiyeti’’ üyeliğine atanan Saffet(A-
rın) Engin Osmanlı’dan kalan azınlıkların ve
özellikle de Kürtlerin Türkleştirilmesi için özel
gayret sarf edenlerden olmuştur. Saffet Engin,
1947-1949 yıllarında İngiltere’de yaptığı çalış-
malarda İngiltere’nin “Browny Usulü” ile tanış-
mış ve bunu Türkiye özgünlüğüne uyarlayarak
olduğu gibi uygulanmasını önermiştir. Saffet
Engin, bu çalışmanın amacını şöyle açıklamak-
tadır ; “şimdi onları Türklüğe kaynaştırma, baş
ödevimizdir. İlkokullarda Browny Usulüyle...
Bu usulün, İngiliz ulusalcılığını gönüllerde
kökleştiren ve İngiliz birliğini ve bütünlüğünü
sağlayan biricik usul olduğunu, bütün yabancı
çocukların da bu usulle İngilizleştiklerini anlat-
tılar. İşte bizim de azınlık ırkçılarına karşı tek
çıkar yolumuz budur. Kürtleri ve başka Osman-
lı azınlıklarını böyle kaynaştıracağız.”
Saffet Engin’ in önerdiği ve daha sonra haya-
ta geçirilen program,
ilkokullardan başlayarak
eğitim sisteminin ırkçı marş ve programlarla
şekillendirilmesidir. Çokça tartışılan ve geçen
yıl ilkokullarda kaldırılan “Andımız”da İngiliz
Browny usulünden alınmıştır. Öyle ki, ‘’İngi-
liz’’ kavramı yerine ‘’Türk’’ kavramı konularak