94
değiştirilmiştir. ‘’Ben İngiliz’im, İngilizliği her
şeyin üstünde, canımdan, evimden, bakımdan
daha üstün tutarım. Gönlümde ve kafamda İn-
giliz onurunu yaşatırım. Onun koruması
ve yük-
selmesi uğrunda her an ölmeye hazırım... Ben
İngiliz olmadıkça hiçim...’’ Sözleri bize ne kadar
da tanıdık geliyor, adeta ‘’varlığım Türk varlı-
ğına armağan olsun.’’ sözlerini duyar gibiyiz.
Türk eğitim sisteminin temelinde, yeni ne-
sillere ilmi, tarihi, sanatı ve doğruları öğretmek
değil, tüm bu dalları kullanarak ‘’Türklükleri
şüphe uyandıranları’’ tümden Türkleştirmek
vardır. AKP hükümeti döneminde her yıl nere-
deyse yeni bir sistem getiriliyor olmasına rağ-
men, sistemdeki ırkçı zihniyete dokunulmama-
sı, ırkçılığın sistemdeki kökleşmesini gösteriyor.
İslamcı geleneğin beyaz soykırım politikasına
katkıları Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
şöyle izah ediyor;
‘’Burjuvalaşmış İslami iktidarcı gelenek Be-
yaz Türkçü yaklaşımı aşma yeteneğini göste-
rememiş, hatta onun daha da gerisinde bir tu-
tum takınmıştır. Kürt kültürel varlığına karşı
Modernist-laikçi yöntemlere ilaveten, İslami
gelenekleri de kullanarak, Türk İslam
Sentezi
adı altında milliyetçiliği daha da koyulaştırıp
uygulamıştır. Özellikle tasfiyede laikçi Türkleş-
tirme yetersiz kalınca, Türk İslamcı müttefikler
devreye sokulmuştur. Nakşi be kadiri tarikatlar
başta olmak üzere, bütün dinsel araçlar, bu ko-
nuda kültürel imhanın araçları olarak kullanıl-
mıştır...’’
Soykırımcı rejimin Kürt diline bunca düş-
manlığı boşuna değildir. Kürtleri tümden yok
etmenin yolu, Kürtlerin anadili olan Kürtçe’ yi
ortadan kaldırmaktan geçtiğini iyi biliyor. ‘’Dil,
düşüncenin elbisesidir.’’ demiş Samuel Johsnon.
Ancak Thomas Carlyle bunu yeterli görmemiş
ve ‘’Dilin düşüncenin elbisesi olduğu söyleniyor.
Ancak onun düşüncenin derisi, düşüncenin eti
olduğu söylenmeliydi.’’ demiştir. Soykırım reji-
mi de Kürt halkını elbisesinden, derisinden ve
etinden koparmak istiyor.
‘’Şark Islahat Planı’’yla (1925) Kürdis-
tan’da sistemleşen beyaz soykırım politikaları,
1961’deki cuntanın hazırlattığı ‘Doğu Rapo-
ru’yla sürdürülmüştür. Raporları hazırlayan
kişilerin ünvanından çok soykırımcı rejimin
uyguladığı politikaların dayandığı zihniyeti
göstermeleri açısından önemlidir.
Demokratik
zihniyetin hazırlayacağı rapor çözümü ve iler-
lemeyi hedefleyecektir, ancak ulus-devlet ideo-
lojisiyle kurulan T.C. sisteminin ve bu sistemin
temsilcilerinin hazırlayacakları raporlar da soy-
kırımın planları olacaktır. Ecevitin ölümünden
sonra özel izinle onun gizli arşivinde araştırma
yapan gazeteci Can Dündar ve Rıdvan Akar’ın
22 Ocak 2008 tarihli Milliyet Gazetesi’nde ya-
yınladıkları raporlardan bir tanesi de 1961’de
askerlerin Kürt tasfiyesini gerçekleştirmek için
oluşturdukları ‘’Doğu Grubu’’nun hazırlamış
olduğu “Doğu Raporu” dur. Yazar Mehmet
Bayrak’ın aktardığına göre raporda; ‘’eskiden
olduğu gibi Kürtler’in ‘’hicret’’ ettirilmesi yani
sürülmesi; Irak ve İran Kürtleri ile ilişkilerinin
kesilmesi, okullarda misyoner olarak yetiştiri-
mesi; Doğu’ya Kürt memur gönderilmemesi;
radyo aracılığıyla Türk güfteleriyle mahalli ha-
vaların çalınması; bölgenin lisanına vakıf saz
şairlerinin ve âşıkların Türkçe söylemeye özen-
dirilmesi; ırk bakımından,
Türk siyasi düzeni-
nin kendi menfaatleri için en elverişli, en emin
ve en çok imkan sağlayan düzen olduğunu tel-
kin eden bir inandırma faaliyetine girişilmesi...
gibi hususlar yer almaktadır.’’
Bununla yetinmeyen cuntacılar, Kürtlerin
Türk olduğunu kabul ettirilmesi için ‘’Akade-
mik Çalışmalar’’ın yapılmasını, ‘’Doğu’nun
Türk tarihinin yazılarak neşredilmesi’’ni de is-
tiyorlardı.
Beyaz Soykırımın
“Milli” Siyaseti
İttihatçı zihniyetle kurulan T.C. siyasette de
ulus-devlet zihniyetinin dışında başka oluşum-
lara izin vermemiş, en ufak bir muhalif çıkışa
şiddetle yönelmiştir. M. Kemal’in izniyle kuru-
lan Serbest Fırka bile tehlike görülerek kısa za-
manda kapatılmıştır. Tek parti sisteminin hakim
olduğu yıllarda isyanlar bahane edilerek ‘’Tak-
rir-i Sükun Yasası’’ çıkartılmış, muhalif seslerin
bastırılmasının yasal zemini hazırlanmıştır.
Siyasetteki bu tekçi zihniyetin Kürtlere yan-
sıması ise, tümden iradesizleşme,
kendinden
uzaklaşma, siyasetten ürkme, siyaseti Türk
kimliğine bürünme olarak algılamaya yol aç-
mıştır. Kuzey Kürdistan’da Kürtlük adına söz
söyleyecek tek kişi ve kurum bırakılmamıştır.
İsyanlar döneminde bastırılan, kaçırtılan
veya idam edilenlerin dışında kalan ve öncülük
potansiyelini barındıran kişiler, sürekli siste-
min baskı cenderesi altında tutulmuş, sürgün
vb. politikalarla Kürdistan dışında tutulmuş,
geri kalanlar ise soykırımcı rejime uşaklık et-
95
mekte yarıştırılmıştır.
Dıştan gelen baskı nedeniyle 1947’de De-
mokrat Parti’nin kurulması, tekçi siyaset ka-
lıplarını zorlamış, CHP’nin soykırımı sistemin
kurucu partisi ve temsilcisi sayılması nedeniyle
Kürdistan’da DP kısa sürede taban bulmuştur.
Var olan durumdan dolayı DP demokrasi, öz-
gürlük vb. kavramlarını daha fazla dillendiri-
yordu. Sisteme muhalif sayılan DP, 1950 seçim-
lerinde Kürdistan’da oyların çoğunu aldı.
DP, demokrasi, özgürlük vb. kavramları sık-
ça kullanarak devleti temsil eden CHP’ye karşı
bir alternatif olarak çıkması, Kürdistan’da bi-
riken tepkinin örgütlenmesine yol açabileceği
görülerek kısa zamanda soykırımcı
zihniyetin
devamcısı olduğunu göstermiş, Kürtleri kontrol
altına almanın en kestirme yolu olarak işbirlik-
çileştirilen feodal şeyh, ağa ve aşiret reisleriyle
işbirliğine girmiştir. Sanayinin gelişmesiyle
Anadolu’da feodalizm etkisizleşirken, Kür-
distan’da bilinçli olarak ayakta tutulmuş, dev-
let varlığını bu işbirlikçi yapıya dayandırarak
sürdürmüştür. Katliamların sorumlusu olarak
görünen CHP’nin yeterince devlete bağlayama-
yacağı kesimler, DP tarafından sahiplenilmiş
ve sisteme entegre edilmiştir.
Bunun için daha
önce Anadolu’nun çeşitli kentlerine sürgün edi-
len yaklaşık 2000 ailenin Kürdistan’a dönme-
sine izin verilmiş, bu ailelerin çoğu DP tabanı
yapılmıştır. Şeyh Said ailesi başta olmak üzere
daha önce isyanlarda yer almış ailelerin geri-
de kalan fertleri milletvekili yapılmıştır. 1960
darbesi esnasında bunlardan 300’e yakını Sivas
kampında tutulmuş, Şeyh Said’in ailesinin de
içinde bulunduğu 55 kişi çeşitli illere sürgün
edilmiş, diğerleri serbest bırakılmıştır.
DP’nin kısa sürede devletçiliğe dönmesi Kürt-
leri yeni arayışlara itmiş, 1961’de kurulan TİP’in
etrafında Kürt aydın ve yurtseverleri toplanmış,
1970 kongresinde Kürt varlığını kabul ettiğini
beyan eden TİP de 1971 darbesiyle kapatılmıştır.
1938-60 arasında yaşanan korku duvarla-
rı yavaş yavaş çatlamış, 1968 dünya devrim-
ci gençlik hareketinin de etkisiyle Türkiye ve
Kürdistan’da muhalif hareketler gelişmiş, yani
örgüt ve partiler kurulmuştur.
Korku duvarla-
rının parçalanması elbette kolay olmayacaktı.
İsyanların bastırılmasıyla varlığı tartışılır hale
getirilmiş olan Kürd’ün kendi adına siyaset ya-
pabilmesi her türlü yolla engellenmek istenmiş,
Kürtlerde umutsuzluk ve inançsızlık hakim
kılınmıştır. 1965’de kurulan T-KDP, genel sek-
reteri Faik Bucak’ın öldürülmesiyle devletin de-
netimine girmiş, 1969’da kurulan DDKO, Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle ‘’II.
Meşrutiyet Dönemindeki Kürt Teali Cemiyet-
lerinin düzeyini aşamıyordu.’’(6) Türkiye sol
hareketleri de Kemalizm’i aşamadıkları için bir
umut olmaktan çıkınca, Abdullah Öcalan etra-
fındaki bir avuç genç yürekle Modern Kürt Ha-
reketinin temellerini atmıştır.
Beyaz Soykırımın Bir
Parçası Olarak Ekonomik İşgal:
Kürdistan’da ekonominin gelişmesi, sö-
mürgeci T.C. sistemi tarafından bilinçli olarak
engellenmiştir. Kürdistan’da ekonominin geliş-
mesi, Kürtlerin zenginleşmesi ve güç kazanma-
sı olarak görülüyor, bunun engellenmesi için de
Kürtlerin ekonomik olarak da devlete bağımlı
kalması gerekiyordu. Kürtler aç bırakılarak
‘’terbiye’’ ettiriliyordu. 1950’lerde Türkiye’de
sanayinin gelişmesiyle tarımda
traktörler kul-
lanılmaya başlandı. Bu da Kürt köylüsünün
köyden kente göçüne yol açtı. Mecburi iskânla
köylerinden, ülkelerinden koparılamayan Kürt-
ler, ekonomik göçe başladılar. Önce Kürdistan
şehirlerine, sonra da Türkiye metropollerine
aç-sefiller ordusu olarak dağıldı, Türk burju-
vazisinin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücü olarak
gerekli ihtiyacı karşıladılar.
Kürtlerin bu tarzda göç ettirilmesi de planlı
bir beyaz soykırım siyasetiydi. Türkiye kentle-
rinden Avrupa’ya kadar yayılan Kürtler, vasıfsız
işçiler olarak sömürünün her türlüsüne maruz
kaldıkları gibi, kendi vatanlarından da uzaklaş-
tırılarak kendi kendilerine yabancılaştırıldılar.
Önder Abdullah Öcalan; ‘’Ekonomik işgal,
işgallerin en tehlikelisidir. Ekonomik işgal bir
toplumu düşürme, çökertme ve çözmenin en
barbar yöntemidir. Kürt toplumu üzerindeki
ulus-devlet statülerinden çok,
ekonomik araç-
larına el konularak, denetlenerek nefessiz hale
getirilmiştir. Bir toplumun kendi üretim araçla-
rı ve pazarı üzerindeki kontrolünü kaybettikten
sonra yaşamını özgürce sürdürmesi mümkün
değildir... Siyasi ve kültürel sömürgecilikten son-
ra daha da yoğunlaştırılan ekonomik sömürge-
cilik, ölümcül darbelerin sonuncusu oldu,’’ der.
Sömürgeci sistem, Kürdistan’da sömürüde
sınır tanımadı. Kürdistan’ın yeraltı ve yerüstü
zenginliklerini talan ederek Türkiye’nin batı-
sına taşıdı. Türkiye’de çıkan petrolün yüzde
80’i Elih(Batman)’te çıkarıldığı halde, buradaki