88
dır.
Pazara giden Kürt, Türkçe bilmediğinden
konuştuğu her kelime için 5 kuruş para cezası
vermek zorunda kalır. Devlet bu kanunla, Kürt-
leri Türk, Aleviyi Hanefi yapmak, yani homojen
bir ırk yaratmak için gereken tüm kanunsuz-
lukları yapmaya başlar. Kürtlere karşı katliam
ve sürgün artık devlet politikası olmuştur.
Ayrıca Kemalist devlet bu kanunla, Kürtle-
rin çimentosu olan dil birliğini ortadan kaldırıp
Kürt ulusunu ruhsuz bırakmak istemiştir. Yani
Şark Islahat Kanunu ile Kürdün “ben” diyebi-
leceği her şeyi ortadan kaldırılmak hedeflen-
miştir. Tertele sonrası yıllarını iyi hatırlıyorum,
Dersimliler, işe yaramayam Kirmanci anlamına
da gelen “Kirmanciya beleke” gibi sözler ederdi.
Alman bilim insanı Wilhelm von Humboldt:
“Die Sprache ist gleichsam die äusserliche Ersc-
heinung des geistes der Völker; ihre Sprache ist
ihr Geist und ihr Geist ihre Sprache,
man kann
sich beide nie identisch genug denken.” (Anadil,
halkların adeta ruhsal dış görüntüsüdür; ana-
dil, ulusun ruhu; ruhu ise anadilidir, insan bu
ikisinin özdeşliğini nekadar düşünse azdır,) di-
yor. Bunun böyle olduğunu bile Kemalist rejim
Kürdün anadilini yasaklamakla ruhuna zincir
vurmak, Şark Islahat Kanunu ile kölelik karan-
lığına atarak ulus bilincini de kırmak istemiştir.
Bu yolla da ilk once Kürt; kendisine güvensiz
bakan, korkak ve efendi hayranı bir haletiru-
hiyeye bürünmelidir. Bunun için de önemli bir
adım olarak okullara Latin alfabesi de getirile-
rek, Medrese eğitimi geleneği de ortadan kaldı-
rılır. Bu suretle Kürtler adeta bir gecede cahil
yapılmak istenir. Ayrıca
Kürtlere zorla Türkçe
dayatıldığından, kurtuluş sadece Türk olmak ve
Türkçe öğrenmekte aranır hale getirilir.
Şeyh Said Serhildanı ve Ararat Direnişi sı-
rasında devlet orantısız şiddet kullanır. Türk
Basını; “Zilan Deresi lebaleb ceset doldu.” Diye
yazarken, 1930 Ağustos ayında Alman Sosyal
Demokrat Partisinin yayın organı Vorwärts
Gazetesi 18. sayfada iki sütun üzerinden okur-
larına bu katliamı şöyle vermektedir: “Mit der
Niederwerfung des jüngsten Aufstandes im per-
sischen und türkischen Kurdengebiet wird das
Schicksal der Kurden als Volk in der Geschichte
des modernen Orients für immer besiegelt sein.”
Makalenin özünü teşkil eden bu cümley-
le gazete okuruna şunu iletiyor. “İran ve Türk
sınırındaki Kürt bölgesinde bastırılan isyanla,
halk olarak Kürtlerin kaderi, modern Oriyent-
te mühürlenmiş bulunmaktadır.” Kürt halkına
yalnız bir yol bırakılır; ya Türk olacaksın, ya
öleceksin.
Sıra Dersim’de
Kemalist devlet Kürdistan’a mezar suskun-
luğu getirdikten sonra yüzünü otonom yaşayan
Dersim’e çevirir. Dersim, Kürdistan’da düşürül-
meyen son bölgedir.
Dar bölgede bir kaç dil-leh-
çe ile inancın yan yana yaşadığı Dersim’de
Kürtler Kızılbaş Alevi, devletin resmi dini ise
Sunni İslam’ın Hanefi mezhebidir. Dersim Ale-
vilerinin sabah güneşinin dala, taşa, duvara
düşen ilk huzmelerini öperek dua ettiklerini iyi
hatırlıyorum. Ateşe, dağlara ve doğaya kutsallık
verdikleri bugün bile görülmektedir. O nedenle
de Dersim’de Allah “Xizir” veya “Haq” diye çağ-
rılırdı. Yaşayan her canlıya yaşama hakkı tanı-
yan Kızılbaşlık, komşusuna ve dardaki herkese
oldukça insancıl ve sosyal davranırdı. Yalan,
hırsızlık ve sahtekarlıktan kaçınma toplumun
en temel ahlaki karakteridir. Birinci Dünya Sa-
vaşı’nda Osmanlı orduları yenilip geri çekilir-
ken, Ruslara karşı savaşıp onları Erzurum’a ka-
dar geriletecek denli savaşçı olan Dersimlilerin
devlet ile ilişkileri oldukça mesafelidir. Bundan
dolayı da Dersim’de dış bölgeler hariç vergi ver-
mek ve askere gitmek henüz görülmemektedir.
Bu özellikleriyle Dersim’e ,
devlete ait ve onu
temsilen hiç bir kurum girmemiştir.
Kemalist devlet tek ulus yaratan değişim
dönüşüm için tüm olanaklarını kullanırken,
“çıban başı” olarak gördüğü Dersim’e neşter
vurmayı planlar. Bunun için de 1934 yılında
“Tunceli Kanunu” çıkarılır. Bu kanunla, ırk-
çı-tekçi yapısına uygun tarzda Kürtçe gümüş
kapı anlamındaki Dersim adı yerine Katliam-
da da görüleceği gibi “Devletin Tunç Eli” ma-
nasında Tunceli ismi konulur. Bu kanun; Kür-
distan’da düşürülmeyen bölge olan Dersim’de
tenkil, tedip ve tehcire olanak vermek için çı-
26 Nisan 1937 yılında Alman
faşist rejiminin hava kuvvet-
leri Bask’ın Gernika (Guernica)
kasabasını bombalarken, Tür-
kiye’ye, 1. Dünya Savaşı’ndaki
gibi bir olanak doğmuştu
89
karılmıştır. Bir yandan da son darbeyi vurmak
için Dersim içlerine kadar gönderdikleri yetki-
lilere rapor hazırlatırken, aynı anda Dersimli
aşiret reisleri ve nüfuz sahibi şahsiyetlere yol ya-
pımı, kışla yapımı müteahhitlikleri,
biraz Türk-
çe bilenlere nahiye müdürlükleri, ordusuna iaşe
taşıma görevleri verilir. Bazı aşiret beyleri, “ona
verilirse bana da verilsin” diye de düşünerek
gönüllü olurlar. Devlet, o güne kadar yapılma-
yan, görülmeyen metotlar ve satın alma yoluyla
Kürtler arasından ihbarcı ve ihanetçi çıkarır. Bu
şekilde de daha askeri harekat başlatılmadam
önce Dersim’i kontrol altına alır. Paralel olarak
dağlık Dersim kasabalarına yol yapımı, kışla
inşaatları sürdürür. Osmanlının bunca sefer ya-
parak giremediği Dersim’e Kemalist devlet 30’lu
yılların ortasında “medeniyet getiriyorum” di-
yerek girmiş olur.
Bu yıllarda Türk ordusunda en etkili ve yet-
kili subaylar Balkan’lardan gelenlerdir. Aynı
zamanda İttihatçı olan bu subaylar, İmpara-
torluğu kaybetmenin acısını adeta Kürtlerden
çıkarırken, o savunulan “teklik” ideolojisine
hayat verilmek istenir. Diğer yandan yine bu su-
baylar, 30’lu yıllarda Almanya ve İtalya’da yük-
selen ırkçı faşist düşüncenin sempatizanlarıdır.
İspanya’da süren iç savaşta, dünya ilericileri
Franko faşizmine karşı oluşturdukları
devrim-
ci tugaylarla yer alırken, 26 Nisan 1937 yılında
Alman faşist rejiminin hava kuvvetleri Bask’ın
Gernika (Guernica) kasabasını bombalarken,
Türkiye’ye, 1. Dünya Savaşı’ndaki gibi bir ola-
nak doğmuştur. Dünya ilericiliği faşizmle ve
İspanya iç savaşıyla meşgulken, Kemal Atatürk
bu kargaşanın gölgesinde 4. Mayıs 1937 de Ba-
kanlar Kurulunu toplayıp çok kısa bir metinle
Dersim Tertelesi’ni başlatma kararı alır.
Kemal Atatürk, en iyi eğitimli ve donanım-
lı Muhafız Alayının usta erlerini ve subaylarını
Elazığ’a gönderirken, manevi kızı pilot Sabiha
Gökçen’in de beline kendi tabancasını bizzat
bağladıktan sonra Dersim’i bombardımana
gönderir. Dersim on binlerce asker tarafından
ihata edilir. Dersim’e giriş çıkışlar yasaklanır.
Dersimliler askerin saldırısını. “Lau lau
esker ame, eştra koyene ma ser, koy bi gewr.”
Asker geldi, dağlarımıza çıktı, dağlar gri oldu,
diye hayret ederek anlatır. Dersim halkının
suçu neydi? Önce Kürt olmak, sonra Kızılbaş
Alevi olmak ve kendisine sığınan Ermenileri
korumaktı. Dersim devlete karşı
kesinlikle is-
yan etmediği halde, hatta pek çok aşiret reisinin
devletle çok iyi ilişkileri olduğu bilindiği hal-
de, 1937 yılı Mayıs ayında karadan ve havadan
saldırı başlatıldı. Batı Dersim’de Seyid Riza ve
kendisine yardım veren iki aşiret, devletin oran-
tısız gücü karşısında çok kayıp verir.
Seyid Riza, barış görüşmeleri için Erzincan’a
giderken 10 Eylül 1937 de Muti Köprüsünde
askerler tarafından yakalanır ve Elazığ’da söz-
de bir mahkeme ile (İhsan Sabri Çağlayangi’in
ifadesine göre bir pazar günü 75 yaşın üzerinde
olan Seyid Riza’nın yaşı küçültülür, henüz 18
olmayan oğlu Reşik Hüseyin’in yaşı da büyütü-
lür.) tercümana gerek görmeden, yargılananla-
rın anlamadığı dil ile karar verilip yedi kişi 15
Kasım 1937 günü darağacına çekilir. Kemalist
militarizme karşı duran ve 75 yaşında darağa-
cına çekilerek idam edilen Seyid Riza, asılma-
dan önce: „Ben vicdanım gereği hareket ettim.
En
yüksek idealim, halkımın ve memleketimin
özgürlüğüdür.“ demiştir.
Ordu o kışın geri çekilir. Ancak 1938 baharı
saldırı tüm şiddetiyle başlar. Koçgiri’de katliam
yapan Sakallı Nurettin Paşa’nın damadı Abdul-
lah Alpdoğan daha korkunç bir şiddetle Der-
sim’de katliam yapar. Dokunulmazlığı olan is-
tediğini asan ve kesen Alpdoğan 1938’de Doğu
Dersim aşiretlerinden devletle işbirliği içinde
olanlar dahil tenkil ve tehcire tabi tutar. Tehcir
edileceksiniz diye köylerinden toplanan Kürtle-
re toplu katliam uygulanır.
Burada okura gerçekliğin boyutunu anlat-
mak için üç tipik örnek vermek istiyorum.
1. Aliye Gülabi Ailesi, Sait Kırmızıtop-
rak’ın (Dr. Şivan’ın) akrabaları 54 can, sürgüne
götürüleceksiniz diye toplayıp Nazimiye kasa-
basının arkasında kurşuna dizip yakarlar.
2. Nazimiye Aşağı Mahallede oturan Use
Mirç diye anılan sonradan Yeğin soyadı alan
köklü ve geniş aileden sadece bir kişi hapishane-
de olduğu için kurtulur. Bebekler bile süngüle-
nir.
3. Çukur Beyleri diye anılan Sülü Bey ve
Hasan Bey bütün aile efradıyla sürgün yoluna
çıkarıldıktan sonra Mazgirt arkasında
kurşuna
dizilirler.
Örnek verdiğimiz bu aile büyüklerinin dev-
lete karşı herhangi bir hareketi olmadığı gibi
devletle iyi ilişkiler içinde oldukları bilinir. Türk
devleti, 1937 yılında kendisine karşı direnen bir
kaç aşireti imha ederken, amacının sadece bu