çördükotııyla temizle ve
ben arınayım, duasını okudu.
Beni yıka ve ben kardan daha beyaz
olayım.
Silas önceki hayatından beri hissetmediği bir önseziye sahip olduğunu hissediyordu. Bu
onu hem şaşırtıyor, hem de heyecanlandırıyordu. Son on yıldır
Tarik'i izliyor, kendini
günahlardan arındırıyor... hayatini yeniden kuruyor... geçmişindeki şiddeti siliyordu. Ama bu
gece, her şey geri gelmişti. Gömmek için onca uğraştığı nefret yeniden kabarmışta
Geçmişinin bu kadar çabuk su yüzüne çıkması onu çok şaşırtıyordu. Elbette tüm bunlarla
birlikte, becerileri de geri gelmişti. Paslanmıştı ama işe yarıyordu.
İsa'nın mesajı barıştır... vahşete karşıdır... sevgidir. Silas’a başlangıçtan beri öğretilen ve
kalbinde taşıdığı mesaj buydu. Ve şimdi, İsa düşmanlarının yok etmeye çalıştıkları mesaj da
buydu.
Tanrıyı şiddetle tehdit edenler şiddetle karşılaşacaklardır. Bunu kaldıracak ve
değiştirecek kimse yoktur.
İsa'nın askerleri iki bin yıl boyunca, değiştirmeye çalışanlara karşı kaderlerini
savunmuşlardı. Silas bu gece savaşa çağrılmıştı.
Yaralarını kuruladıktan sonra, ayak bileklerine kadar uzanan kapüşonlu cüppesini giydi.
Düz, koyu renk yünden yapılmıştı ve cildiyle, saçının beyazlığını ortaya çıkarıyordu. Kuşağı
beline bağladıktan sonra, kapüşonu kaldırdı ve kırmızı gözleriyle aynadaki yansımasını
hayranlıkla izledi.
Çarklar dönmeye başlamıştı.
6
Güvenlik kapısının altından iki büklüm geçen Robert Langdon artık
Büyük Galeri
girişinde duruyordu. Uzun ve derin bir kanyon ağzına bakıyordu. Galerinin her iki tarafından
yükselen dokuz metrelik çıplak duvarlar, yukarıdaki karanlıkta belirsizleşiyordu.
Aydınlatmalardan çıkan kırmızımsı ışık, yukarı doğru yayılarak, tavana kablolarla tutturulmuş
Da Vincilerden, Titianlardan ve Caravaggiolardan oluşan muhteşem koleksiyonu suni alevlere
boğuyordu. Natürmortlar, dini sahneler ve peyzajlar, soylularla, siyasetçilerin portrelerine
eşlik ediyordu.
Louvre'un en ünlü İtalyan eserleri Büyük Galeri'de
bulunduğu halde, ziyaretçilerin pek
çoğu bu kanadın en şaşırtıcı özelliğinin ünlü parke zemini olduğunu düşünürdü. Diyagonal
döşenmiş meşe rabıtaların oluşturduğu geometrik desen, optik bir yanılsamaya sebep olurdu,
çok boyutlu bu ağ görüntüsü sayesinde ziyaretçiler, attıkları her adımda değişen bir yüzeyde
gezindiklerini hissederlerdi.
Langdon'ın
gözleri zemini tararken, sol tarafının birkaç metre ilerisinde polis bandıyla
çevrelenmiş, yerde yatan beklenmedik bir nesne görüp durdu. Fache'ye doğru döndü. "Bu
yerdeki... bir
Caravaggio mu?"
Fache bakmadığı halde, başıyla onayladı.
Langdon tablonun iki milyon dolar değerinde olduğunu tahmin ediyordu ama buna
rağmen, değersiz bir poster gibi yerde duruyordu. "Yerde ne işi var?"
Fache, ona ters ters bakıyordu ama içerlemediği belliydi. "Burası cinayet mahalli Bay
Langdon. Hiçbir şeye dokunmadık. Bu tabloyu müze müdürü duvardan çıkarmış. Güvenlik
sistemini bu şekilde devreye soktu."
Langdon olanları gözünde canlandırabilmek için arkasını dönüp kapıya baktı.
"Müze müdürü çalışma odasında saldırıya uğramış, Büyük Galeri'ye kaçmış ve bu tabloyu
duvardan sökerek güvenlik sistemini devreye sokmuş. Kapı derhal aşağı inerek tüm çıkışları
kapatmış. Bu galeriye girmenin ya da buradan çıkmanın tek yolu bu kapı."
Langdon şaşırmıştı. "Yani müze müdürü kendisine saldıranı Büyük Galeri'ye mi
kilitledi?"
Fache başını iki yana salladı. "Bu güvenlik kapısı, Sauniére ile saldırganını birbirinden
ayırdı. Katil şuradaki koridorda kaldı ve Sauniére'e bu kapıdan ateş etti." Fache altından
geçtikleri kapının parmaklıklarından sarkan turuncu etiketi gösterdi. "Teknik bölüm bir
silahtan çıkan izler buldu. Parmaklıkların arkasından ateş etmiş. Sauniére burada tek başına
öldü."
Langdon'ın gözünün önüne Sauniére'in cesedinin fotoğrafı geldi.
Bunu kendisinin
yaptığını söylemişlerdi. Langdon önlerindeki devasa koridora baktı. "Peki cesedi nerede?"
Fache haçlı kravat iğnesini sıkıştırarak, yürümeye başladı. "Sizin de bildiğiniz gibi. Büyük
Galeri epey uzundur."
Eğer Langdon doğru hatırlıyorsa, tam uzunluğu
dört yüz elli metreydi, yani uç uca
eklenmiş üç Washington Anıtı uzunluğundaydı. Yan yana iki yolcu trenini içine alabilecek
koridorun eni de bir o kadar nefes kesiciydi. Koridorun ortasına, zevkli bir ayraç işlevi gören
ve trafiğin sağlı sollu akmasına yardımcı olan devasa bir ayaklı vazo yerleştirilmişti.
Bakışlarını ileri dikerek, koridorun sağından hızlı bir şekilde ilerleyen Fache şimdi
sessizdi. Langdon ise bu kadar çok sanat şaheserinin yanından bakmak için bile durmadan
geçerek saygısızlık yaptığını düşünüyordu.
Zaten bu ışıkta fazla bir şey göremezdim, diye düşündü.
Ne yazık ki, zayıf kırmızı ışık, Langdon'ın aklına Vatikan Gizli Arşivleri'nin loş ışığında
yaşadığı son deneyimi getirmişti. Roma'da ölümle burun
buruna geldiği günle bu gece
birbirine çok benziyordu. Hayalinde yeniden Vittoria belirdi. Aylardır onu rüyalarında
görmüyordu. Langdon yalnızca bir yıl önce Roma'da olduğuna inanmıyordu, ona aradan sanki
asırlar geçmiş gibi geliyordu.
Başka bir yaşam. Vittoria'dan en son aralık ayında mektup
almıştı, karmaşık fizik araştırmalarına devam etmek için Cava Denizi'ne gittiğini söyleyen bir
kartpostal... kedibalıkları göçlerini takip etmek için uydulardan faydalanmakla ilgili bir şey.
Langdon hiçbir zaman, Vittoria Vetre gibi bir kadının onunla üniversite lojmanlarında
yaşamaktan mutlu olacağı hayaliyle kendini kandırmamıştı, ama Roma'daki karşılaşmaları
onda, asla hissedebileceğini zannetmediği bir özlem duygusu yeşertmişti. Hayatı boyunca
tutkunu olduğu bekârlık ve beraberinde getirdiği özgürlükler bir şekilde sarsılmış... yerine,
geçen yıl daha da büyüyen beklenmedik bir boşluk duygusu getirmişti.
Hızla yürümeye devam ediyorlardı ama Langdon hâlâ ceset görememişti. "Jacques
Sauniére bu kadar ileri gidebilmiş mi?"
"Bay Sauniére'in midesine bir kurşun isabet etmiş. Çok yavaş ölmüş. Yaklaşık on beş ya
da yirmi dakika içinde. Çok kuvvetli bir adam olduğu belli."
Langdon afallamış bir ifadeyle döndü. "Güvenliğin buraya gelmesi
on beş dakika mı
almış?"
"Elbette hayır. Louvre güvenliği, alarm çalar çalmaz harekete geçmiş ve Büyük Galeri
kapısının kilitli olduğunu görmüş. Kapıdan baktıklarında, koridorun sonunda birinin
yürüdüğünü duymuşlar ama kim olduğunu görememişler. Seslenmişler fakat cevap
alamamışlar. Bunun sadece suçlu olabileceğini varsayarak protokole uymuş ve adli polisi
aramışlar. On beş dakika içinde olay yerine geldik. Geldiğimizde, barikatı altından
geçebilecek kadar kaldırdık ve ben içeri bir düzine silahlı ajan gönderdim. İçeri gireni
yakalayabilmek için tüm galeriyi aradılar."
"Ve?"
"İçerde hiç kimseyi bulamadılar. Bir istisna var..." Koridorun uzak bir noktasını işaret
ediyordu. "Onun dışında."
Langdon bakışlarını kaldırarak, Fache'nin uzattığı parmağı takip etti. İlk önce Fache'nin
koridorun ortasındaki büyük mermer bir heykeli gösterdiğini sandı.
Ama yürümeye devam
edince, Langdon heykelin arkasındakini görebildi. Koridorun üç metre ilerisinde, taşınabilir
bir heykel kaidesinden zemini aydınlatan spot lamba, galerinin kırmızı ortamında beyaz bir
ışık adacığı yaratıyordu. Müze müdürünün çıplak cesedi, parkelerin üstünde ve ışığın tam
ortasında, mikroskop altındaki bir böcek gibi yatıyordu.
Fache, "Fotoğrafı görmüştünüz," dedi. "Bu yüzden fazla şaşırtıcı olmamalı."
Cesede yaklaşırlarken Langdon içinde korkunç bir ürperti hissetti. Önünde, o ana dek
gördüğü en garip imgelerden biri duruyordu.
Jacques Sauniére'in solgun cesedi parke zemin üzerinde, aynı fotoğrafta görüldüğü gibi
yatıyordu. Langdon cesedin yanında durup, sert ışığında altında gözlerini kısarken kendine,
Sauniére'in hayatının son dakikalarını vücuduna bu garip şekli vermekle geçirdiğini hatırlattı.
Sauniére onun yaşındaki bir erkek için fazlasıyla formda görünüyordu... ve tüm kasları
apaçık görülüyordu. Üstündeki giysilerin hepsini çıkarmış, düzgünce
yere koymuş ve geniş
koridorun tam ortasına, odanın uzun kenarıyla aynı hizaya gelecek şekilde sırtüstü uzanmıştı.
Kollarıyla bacaklarını, karda melek izi çıkartan çocuklar gibi genişçe açmıştı... belki de,
görünmeyen bir kuvvet tarafından çekiştirilen bir adam gibi demek daha uygun olur.
Sauniére'in göğüs kemiğinin tam altındaki kan lekesi, kurşunun etini deldiği yeri işaret
ediyordu. Açılan yara, şaşılacak kadar az kanamış ve kararmış küçük bir kan izi bırakmıştı.
Sauniére'in sol işaret parmağı da kanlanmıştı. Kendi korkunç ölüm döşeğinin huzur
bozucu sahnesini yaratmak için yarasına batırdığı belli oluyordu; kendi kanını mürekkep,
çıplak karnını ise tuval gibi kullanarak, vücuduna basit bir sembol çizmişti beş köşeli yıldız
oluşturacak şekilde çizilmiş beş düz çizgi.
Beş köşeli tılsım yıldızı.