içinden
beliren bir figür, döner merdivenden hızla çıkmaya başladı. Koyu renkli, omuzlarına
dar gelen kruvaze bir takım elbise giymiş, tıknaz yapılı ve esmer bîr adamdı. Güçlü
bacaklarının üstünde açıkça anlaşılan bir yetkiyle yürüyordu. Cep telefonuyla konuşuyordu
ama kapıya geldiğinde görüşmeyi bitirdi. Langdon'a içeri girmesini işaret etti.
Langdon döner kapıyı iterek içeri girerken, "Ben Bezu Fache," diye kendini tanıttı. "Adli
Polis Merkezi şefiyim." Mesleğine uygun bir sesi vardı, yaklaşan fırtınayı andıran... gırtlaktan
gelen hırıltılı bir ses.
Langdon tokalaşmak için elini uzattı. "Robert Langdon."
Fache'nin iri eli, Langdon'ınkini ezici bir kuvvetle sardı.
Langdon, "Fotoğrafı gördüm," dedi. "Ajanınız, bunu Jacques Sauniére'in
kendisinin
yaptığını söyledi..."
"Bay Langdon," derken Fache'nin gözleri onunkine kilitlenmişti. "Fotoğrafta
gördükleriniz, Sauniére'in yaptıklarının sadece başlangıcı."
4
Geniş omuzlarını arkaya atıp, çenesini göğsüne gömen Yüzbaşı Bezu Fache, kızgın bir
boğa gibi yürüyordu. Geriye doğru taranmış briyantinli koyu renk saçları, geniş alnındaki
derin çizgileri vurguluyordu. Yakından bakınca koyu renk saçları, çıkık kaşlarının ortasındaki
çizgiyi
vurguluyor ve onun, bir savaş gemisinin pruvasına benzemesini sağlıyordu. O
yaklaşmadan evvel, koyu renk gözleri nam saldığı ciddiyetini korku verici bir açıklıkla ortaya
koyarak, sanki yeryüzünü kasıp kavuruyordu.
Langdon, yüzbaşının peşinden giderek, ünlü mermer basamaklardan cam piramidin
altındaki avluya indi. Aşağı inerlerken, makineli tüfekle bekleyen iki adli polis muhafızının
arasından geçtiler. Mesaj açıktı: Bu akşam Yüzbaşı Fache'nin izni olmaksızın hiç kimse
buraya giremez veya dışarı çıkamazdı.
Zeminin altına indiklerinde Langdon heyecanının arttığını hissetti. Fache'nin davranışları
hiç de misafirperver sayılmazdı, ayrıca bu saatte Louvre'un kabristanı andıran bir havası
vardı. Merdivenler, karanlık bir
sinema salonunun koridoru gibi, her bir basamağa gömülmüş
minik döşeme ampulleriyle aydınlatılmıştı. Langdon kendi ayak seslerinin üstlerindeki camda
yankı yaptığını duyabiliyordu. Yukarı baktığında, çeşmelerden yayılan sisin şeffaf damın
üstünden ince çizgiler halinde geçtiğini görebiliyordu.
Geniş çenesiyle yukarıyı işaret eden Fache, "Siz tasvip ediyor musunuz?" diye sordu.
Oyun oynamak için kendini fazlasıyla yorgun hisseden Langdon derin bir nefes aldı.
"Evet, piramidiniz harikulade."
Fache homurdandı. "Paris'in yüz karası."
Birinci darbe. Langdon, ev sahibinin memnun edilmesi zor biri olduğunu fark etmişti. Bu
piramidin, Cumhurbaşkanı Mitterrand'ın kesin isteği üzerine, tam olarak 666
cam panodan
inşa edildiğini acaba Fache biliyor mudur, diye düşündü. Bu garip istek, 666 sayısının
Şeytan'ın sayısı olduğunu iddia eden komplo meraklıları arasında daima ateşli bir tartışma
konusu olmuştu.
Langdon konuyu açmamaya karar verdi.
Yerin altındaki fuayeye doğru indikçe, alan karanlıktan yavaşça sıyrılıyordu. Louvre'un,
yer seviyesinin on sekiz metre aşağısına yapılmış altı bin beş yüz metrekarelik lobisi, uçsuz
bucaksız bir mağarayı andırıyordu. Yukarıdaki bal rengi taşlardan yapılmış cepheyle
uyumlu
olması açısından, sarı mermer döşenmiş yeraltı koridoru, genellikle gün ışığı ve turistlerle
canlanıyordu. Ama bu gece tüm alana soğuk ve esrarlı bir hava veren lobi, ıssız ve karanlıktı.
Langdon, "Peki müzenin her zamanki güvenlik personeline ne oldu?" diye sordu.
"
Geçici olarak uzaklaştırıldılar," diye cevap veren Fache'nin sesi, sanki Langdon onun
takımının bütünlüğünü sorguluyormuş gibi çıkmıştı. "Bu gece girmemesi gereken birinin içeri
girdiği ortada. Tüm personel Louvre'un Sully Kanadı'nda sorgulanıyor.
Müzenin güvenliğini
bu gece benim ajanlarım devraldı." Fache'ye ayak uydurmakta hızlı davranan Langdon başını
evet anlamında salladı.
Yüzbaşı, "Jacques Sauniére'i ne kadar iyi tanıyordunuz?" diye sordu.
"Aslına bakarsanız hiç. Bugüne kadar hiç karşılaşmadık."
Fache şaşırmışa benziyordu. "Bu gece ilk kez mi buluşacaktınız?"
"Evet. Verdiğim seminerden sonra Amerikan Üniversitesinin resepsiyonunda buluşmayı
planlamıştık ama o gelmedi."
Fache küçük not defterine bir şeyler karaladı. Yürürlerken, Langdon, Louvre'un daha az
bilinen piramidine-
La Pyramide Inversée- tavandan aşağı sarkıt gibi ters sarkan dev çatıya
göz attı. Fache, Langdon'ı kısa bir merdivenden kemerli bir tünelin ağzına getirdi. Tabelanın
üstünde DENON yazıyordu. Denon Kanadı, Louvre'un üç ana bölümü arasında en ünlü
olanıydı.
Fache birden, "Bu geceki buluşmayı kim istedi?" diye sordu. "Siz mi o mu?"
Soru garipti. Tünelden
içeri girerlerken Langdon, "Bay Sauniére istedi," diye yanıtladı.
"Birkaç hafta önce sekreteri e-posta vasıtasıyla benimle temas kurdu. Müze müdürünün, bu ay
Paris'te seminer vereceğimi duyduğunu ve orada bulunduğum süre içinde benimle bir şeyi
tartışmak istediğini söyledi."
"Ne tartışacaktı?"
"Bilmiyorum. Herhalde sanattır. Onunla ortak ilgi alanlarımız var."
Fache kuşkulu görünüyordu. "Görüşmenizin ne hakkında olacağına dair en ufak bir
fikriniz
yok mu?"
Langdon'ın hiç fikri yoktu. O da merak etmiş ama daha açık konuşmasını istemeye cesaret
edememişti. Çokça saygı duyulan Jacques Sauniére'in gizliliğe
düşkün olduğu ve çok az
toplantı yaptığı iyi bilinirdi; Langdon, onunla buluşma fırsatına sahip olduğu için minnettardı.
"Bay Langdon cinayet kurbanının öldürüldüğü gece sizinle ne tartışacağını en azından
tahmin edemez misiniz? Çok yardımı dokunabilir."
Bu manidar soru Langdon'ı rahatsız etmişti. "Gerçekten bilemiyorum. Sormadım. Temas
kurması bile beni gururlandırmıştı. Bay Sauniére'in çalışmalarının hayranıyım. Verdiğim
derslerde onun kitaplarını kullanırım."
Fache bunu defterine not etti.
Artık iki adam Denon Kanadı'nın giriş tünelinde yarı yola gelmişlerdi. Langdon her ikisi
de hareketsiz duran yolun sonundaki yürüyen merdivenleri görebiliyordu.
Fache, "Demek ortak ilgi alanlarınız vardı?" diye sordu.
"Evet. Aslına bakarsanız, geçen yılın çoğunu Bay Sauniére'in uzmanlık alanı hakkında
yazacağım kitabın taslağına ayırdım. Beynine girmek için sabırsızlanıyordum."
Fache başını kaldırdı. "Pardon?"
Bu deyimin karşılığının bulunmadığı belli oluyordu. "Onun konu hakkındaki
düşüncelerini öğrenmek için sabırsızlanıyordum."
"Anlıyorum. Peki konu neydi?"
Langdon tam olarak nasıl izah edeceğinden emin olamadığı için tereddüt etti. "Aslında
taslak, tanrıçalara tapınmayı gösteren ikonografi hakkında, dişilerin kutsallığı kavramı, sanat
ve bununla ilgili semboller."
Fache tombul elini saçlarında gezdirdi. "Sauniére'in bu konu hakkında bilgisi var mı?"
"Herkesten daha fazla."
"Anlıyorum."
Langdon, Fache'nin hiçbir şeyi anlamadığını fark etmişti. Jacques Sauniére, dünyadaki en
ünlü tanrıça ikonografi uzmanı olarak kabul ediliyordu. Sauniére'in bereketle ilgili röliklere,
tanrıça kültlerine, Wicca'ya ve kutsal
dişilere olan tutkusu bir yana, müze müdürlüğü yaptığı
yirmi yıllık memuriyeti süresince Louvre'un dünyadaki en büyük tanrıça sanatı koleksiyonuna
sahip olmasını sağlamıştı, Delphi'deki en eski Yunan tapınağından rahibelerin labrys baltaları,
altın yılanlı asalar, küçük melekleri andıran yüzlerce Tjet hayat sembolü, eski Mısır'da kötü
ruhları kovmak için kullanılan saplı kasnak şeklindeki çıngıraklar ve Tanrıça İsis tarafından
tedavi edilen Horus'u gösteren heykelcikler serisi.
Fache, "Belki de Jacques Sauniére'in sizin kitap taslağınızdan haberi vardı," diye fikir
yürüttü. "Ve kitabınız konusunda size yardıma olmayı teklif etmek için buluşmak istedi."
Langdon başım iki yana salladı. "Doğrusunu isterseniz kitabımın taslağından henüz
kimsenin haberi yok. Hâlâ müsvedde halinde ve editörüm dışında kimseye göstermedim."
Fache sessizleşti.
Langdon müsveddeyi kimseye göstermemesinin nedenini açıklamadı. Üç yüz sayfalık
müsvedde Kayıp Kutsal Dişinin Sembolleri adını vermeyi düşünüyordu mevcut dini
ikonografilerin geleneklere aykırı yorumlarını sunuyordu ve kesinlikle tartışmalara yol
açacaktı.