Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə31/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   91

etkenlerin  bireşiminden  meydana  gelen  mizacın;  tavırları,

davranışları  ve  ruh  hallerini  kesinlikle  teşvik  ettiği  ve  devre

dışı  bırakılmasının  had  safhada  zor  olduğu,  kalıcı  değişimin

söz konusu bile edilemeyeceği doğrudur. Ama mizaç kadar,

bir  de  karakter  vardır.  Mizaç  ne  olduğunuz,  karakterse  ne

yaptığınızdır. 

Mizaç 

belirlenmiştir 



ama 

karakter


oluşturulabilirdir.  Mizacın  buyruklarına  karşı  çıkmayı

seçebiliriz  ve  belli  bir  şekilde,  yeterince  uzun  süre  farklı

hareket  edebilirsek  yeni  davranışlar  kendi  beyinsel

bağlantılarını  kuracaklardır.  Hamlet'in  annesine  dediği  gibi,

"Tabiatı  bile  değiştirir  neredeyse  alışkanlık."

[141]


  Buradaki

"neredeyse"  sözü,  cümleye  dehanın  elinin  değişidir.

Shakespeare doğuran mı büyüten mi tartışmasını kavramıştır

ve taraf tutmaktan her daim kaçınmıştır.

Ama "karakter" sözcüğünün eski moda bir tınısı var. Hak

görme çağı, sorumluluk gerektiren karakterin değil, hak talep

eden  kimliğin  peşindedir.  Kimlik  parada,  statüde  veya

şöhrette  aranabilir  ama  bulunabileceği  en  kolay  yer  grup

aidiyetidir  ve  grup,  hele  adaletsizlikten  mustariplik  iddiası

sunabiliyorsa,  iyice  çekicidir.  Bu  durumda  grubun  üyeleri

kurban  konumunda  olabilir  ve  başkalarını  suçlama  lüksünü

yaşayabilirler.

Suçlamaksa  çağdaş  "rastgele  şanssızlığı  kabullenememe"



halinin  yeni  çözümüdür.  Şanssızlık  eskiden  Tanrı'nın  gizemli

işleri diye açıklanırdı; başa gelen talihsizliklerin zamanı gelince

açığa  çıkacak  gerekçeleri  vardı.  Bugünse  şanssızlığı,

suçlanabilirliği anlamlı kılıyor. Birisi suçlanmak zorundadır ve

bu  kişi  asla  kurban  olmaz.  Boktan  şeyler  başa  gelmektedir

ama kabahat hep başka boka aittir. Tıpkı ilaç endüstrisinin,

kabahatin bozukluklarda bilinmesini nakde çevirişi gibi, tıp da

başka  bokları  suçlama  karşılığında  para  almaya  meyillidir.

Tıp mesleği minnet göstermeye de meyillidir. British Medical

Journal,  kısa  süre  önce  "kaza"  sözcüğünün  İngilizceden

çıkarılmasını  hedefleyen  sıra  dışı  bir  proje  başlatmıştır.

"Dilimizden  yaygın  bir  terimi  çıkarmak  kolay  olmayacak"

demektedir  saygın  dergi.  Bununla  birlikte,  "BMJ  kaza

sözcüğünü yasaklamaya karar vermiştir.'

[142]

Komplo  teorilerini  çekici  kılan  da  bu  rastlantısallığı  kabul



edememe halidir. Bu tür teoriler bayağı ve rastlantısal şeyleri

şık  ve  önemli  gösterir  ve  kişisel  sorumsuzluğun  kabahatini

gizli,  kötücül  güçlere  yüklerler.  Diana  Spencer'ın  Edinburgh

Dükü'nün planladığı bir araba kazasıyla, Marilyn Monroe'nun

da  Robert  Kennedy'nin  emri  üzerine  zehirle  öldürüldüğüne

inanmak  çok  daha  tatmin  edicidir.  Çünkü  acınası  gerçek,

yani birisinin sarhoş bir şoför, ötekinin de alkol ve uyuşturucu

bağımlığı  yüzünden  ölmüş  oldukları  gerçeği,  kişisel




sorumsuzluğu fazlasıyla ortaya çıkaracaktır.

Yalnız  suçlama  işinin  bir  sorunu  var:  Artık  hiç  kimse

kabahat  üstlenmeye  hazır  değil.  21.  yüzyıldan  bir  öykü

nakledeyim:  İlk  karısını  boşadıktan  sonra  ikincisinden  de

ayrılan 37 yaşındaki Gary Hart, bir internet sohbet odasında

Kristeen Panter adlı bir hanımla tanışır ve o gece, sabah beşe

kadar  internetten  sohbet  ederler.  Ardından  sabah,  ardına

karavanı  takılı  dört  çekerine  atlayıp  iki  yüz  otuz  beş

kilometrelik  bir  yolculuğa  çıkar.  Direksiyon  başında  uyuklar

ve yoldan ayrılıp bir trenin önüne çıkarak on kişinin ölümü ve

yetmiş  altı  kişinin  yaralanmasıyla  sonuçlanan  bir  kazaya  yol

açar. "Saatte bin beş yüz kilometredir benim hayatım; böyle

yaşıyorum  ben"

[143]


  diyen  Hart  tehlikeli  araç  kullanmak

suçundan  mahkemeye  çıkarıldı  ve  dört  çekerinin  özenle

toplanmasının  sonucunda  araçta  hiçbir  sorun  olmadığının

anlaşılmasına  rağmen  direksiyon  başında  uyuklamadığını,

sorunun mekanik bir arızadan kaynaklandığını iddia etti. Hart

beş yıl hapse mahkûm edildi. Cezasını tamamlayıp çıktığında

olaya  dair  bir  televizyon  belgeseline  katıldı,  her  türlü

sorumluluğu  reddetti  ve  kendisinin  de  bir  kurban  olduğunu

öne  sürdü.  Katliamın  fotoğrafları  gösterildiğindeyse

üzüntüsünü  ifade  etti.  Ama  üzüntüsü  harabeye  dönmüş

aracına yönelikti: "Çok sevmiştim ihtiyarı."

[144]



Tabii bu sadece aşırı uç bir örnek. Ama eski dönemlerde

Hart'ınki gibi bir tavrı hayal etmek son derece güçtü.

Bir  de  sorumluluk  reddetmeye  paralel  giden hak  etme

iddiaları var. Bugün herkes tatil (alelade değil, yurtdışında, en

arzulanan  yerlerde),  öğrenciler  istisnasız  daha  yüksek  notlar

(konuya bakılmaksızın; burada öne sürülen sav daima, "Ama

ben buna x saat harcadım"dır), çalışanlar terfi (yeni makamın

gerektirdiklerinin  hiçbirine  sahip  olmasalar  bile),  sanatçılar

daha fazla takdir (yazılmış her şey yayınlanmayı, yapılmış her

resim sergilenmeyi, her gösteri sanatçısı sahneye çıkmayı hak

etmektedir), herkes bir sonraki ilişkisinde düşlerdeki sevgiliyi

(muhtemelen  geçmiş  ilişkilerde  yol  açtıkları  başarısızlıklara

rağmen 

değil, 


bu 

başarısızlıklarda 

sorumluluk

kabullenmediklerinden) hak ediyor. Çünkü başarısızlık, artık

modası geçmiş bir kavram. Hiç kimse çok az insanın yüksek

notlara  veya  sanatsal  takdire  layık  olduğunu,  düşlerdeki

sevgili  diye  bir  şeyin  bulunmadığını  kabule  yanaşmıyor.

Başarısızlık  artık  yeni  tabu,  ağza  alınması  yasak  yeni  küfür

şimdi. British  Medical  Journal'inkiyle  kıyaslanabilecek  bir

diğer  girişimde  kendi  üniversitem  pek  hayalci  bir  çözüm

üretmişti:  Herhangi  bir  değerlendirmede  yüzde  kırkı

tutturamayan  öğrenciler  o  dersi  "almamış"  sayılacaktı.

Böylece  sırf  küfür  atlatılmakla  kalınmıyor,  utanç  verici



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə