bir düşünme eğilimi var ve sayıları gittikçe artan
danışmanların, akıl hocalarının, guruların, terapistlerin,
öğütçülerin, kişisel antrenörlerin ve tabii kaçınılmaz sonuç,
yaşam koçlarının ortaya çıkış nedeni bu eğilim. Don
Delillo'nun satirik romanı Beyaz Gürültü'de anlatıcının karısı,
"Ayakta Durmak, Oturmak ve Yürümek" üzerine ders verir;
verdiği dersler öyle başarıya ulaşır ki kadından "Yeme ve
İçme" dersleri de hazırlaması talep edilir. Anlatıcı bu girişimin
zaten
ayan
beyan
bilinenle
uğraşmaya
gireceğini
söylediğindeyse eşi, insanların otorite konumundaki birinden
teminat işitmeyi gereksindiklerini anlatır.
[146]
Talimatlara göre hareket etmek lüks görünebilir ama
filozoflar ve psikologlar sadece kişisel sorumluluğun yaşamda
tatmin getirdiğinde hemfikirler. Bu görüş, bir huzurevinin iki
katında yaşayan yaşlılara odaları için bitkiler dağıtılarak
kanıtlanmıştır: Bir kattaki yaşlılara istedikleri bitkileri seçme
hakkı tanınıp bitkilerin bakımı kendilerine bırakılırken diğer
kattakilere bitkiler dağıtılmış ve bakımlarını huzurevi
çalışanları üstlenmiştir.
[147]
Kontrol sahibi kattakilerin
mutluluğu artmış, daha faal, daha uyanık hale gelmişlerdir ve
daha az ilaca ihtiyaç duymuşlardır. Benzer sonuçlara film
seçimlerini ve gönüllülerin ziyaretlerinin zamanlamalarının
ayarlanmasını içeren çalışmalarda da erişilmiştir. Öte yandan,
kontrolün kaybı mutsuzluk ve depresyona yol açmıştır. (Peki,
deneye tabi tutulanlar koyu Stoacılar olsaydı sonuçlar değişir
miydi? Kontrol yoksunluğunun farkında oluş ve kabul ediş de
kendi içinde bir kontrol şekli midir?) Daha da şaşırtıcısı,
bitkili araştırmanın altı ay sonraki kontrol döneminde
kontrolden mahrum bırakılmış yaşlılardaki ölüm oranının
diğerlerinden iki kat fazla olduğunun ortaya çıkmasıdır (birinci
gruptan yüzde 15, ikinciden yüzde 30 ölüm gerçekleşmişti).
Yani belki de kişisel sorumluluk bir ölüm-kalım meselesidir.
Kişisel sorumluluk ne kadar az uygulanırsa uydumculuk
olasılığı o kadar artmaktadır. Psikolog Solomon Asch 1955
yılında bir dizi klasik uyma deneyi gerçekleştirmiştir. Bu
deneylerde gönüllülerden basit bir eşleştirme testini yapmaları
istenmiş ve yalnız bırakıldıklarında yüzde 99 başarı
sağlanmıştır. Ancak sıklıkla yanlış yanıtı oybirliğiyle veren bir
grup içine alındıklarında (gönüllü dışındaki diğer kişiler deneyi
yürütenlerin elemanlarıdır) gönüllülerin yüzde 70'i yanlış grup
yanıtıyla hemfikir olmuşlardır. Ve daha sonrasında yapılan
numara açıklanıp uydumculuklarının kapsamını tahmine davet
edildiklerinde, bu gönüllülerin hepsi gerçeğin çok altında
tahminlerde bulunmuşlardır.
[148]
Elbette ilgi çekici soru, uymayla ilgili zihinsel süreçtir.
İnsanlar kendilerini yanlış diyerek reddedecekleri şeyleri
kabule nasıl ikna etmektedirler? Asch deneyleri yakın
dönemde beyin görüntüleme teknikleriyle tekrarlandığında,
yanlış yanıt veren grubun etkisindeki gönüllülerin beyinlerinde
görme ve alansal kavramayla ilgili bölümlerde değişimler
saptanmış ancak çelişkileri izleme ve çözümlemeyle ilgili
bölümlerde hiçbir değişiklik olmadığı görülmüştür. Buradan
çıkan endişe verici sonuç, ortada kendi-kendini ikna ile ilgili
hiçbir gereksinim olmadığı, gönüllülerin grubun gördüğünü
iddia ettiği şeyi sahiden gördüğüdür. Yeni araştırmayı
yürüten sinirbilimci Gregory Berns'in vardığı sonuçta
açıkladığı üzere, "Bizler görmenin inanmak olduğuna
inanıyoruz ama araştırmanın bulguları görmenin, grubun
gördüğünü
söylediğine
inanmak
olduğunu
göstermektedir."
[149]
Grubun yargısına bilinçle karşı
çıkanlardaysa beynin duygularla ilgili bölümlerinde faaliyet
görülmüştür ve bu durum, özerklik ve muhalefetin gerilimli
olduğu görüşünü vurgulamaktadır. Söz konusu gerilimin
doğrulanışı azınlığın çoğunlukça alınan kararı tartıştığı jüri
benzetim deneylerinde (On İki Öfkeli Adam filminin
senaryosu) kanıtlanmıştır. Azınlığın görüşü sürekli, özgüvenle
ve dogmadan uzak ifade edildiğinde kabul görmektedir. Ama
kimse azınlık üyelerinden hoşlanmamaktadır. Çatlak etkisinin
kanıtı budur. İlkeleri ve gerçekleri savunmak sonunda etkili
olabilir ama savunanlar illa çatlak muamelesi göreceklerdir.
Bunlardan daha şok edicisiyse, laboratuvar önlüklü güçlü
bir otorite figürünün emriyle gönüllülerin, sorulara yanlış yanıt
veren insanlara (orta yaşlı, kibar tipler) gittikçe artan şiddette
elektrik şoku olduğuna inandıkları şeyi vermelerini kapsayan
Milgram itaat deneyleriydi. Milgram deneyden önce kırk
psikiyatrı davet ederek gönüllülerin buyruklara uyma
yüzdelerine yönelik tahminlerini sormuştu. Psikiyatrlar sadece
sadistlerin yüzde 1'inin azami şok seviyesine devam
edeceklerinde hemfikirdi. Oysa deneye katılanların yüzde
65'i, durma yakarıları ve hatta acı çığlıkları olduklarına
inandıkları seslere rağmen 450 voltluk azami değere dek
yükseldiler. Ve gönüllülere şok seviyesini ayarlayan düğmenin
kontrolünü başkasına devretme izni verildiğinde, uyma
seviyesi yüzde 90'a çıktı. Tek olumlu gelişmeyse gönüllülerin
şok vermeyi reddeden birisini gördüklerinde seviyenin yüzde
10'a düşmesiydi.
[150]
0 Bu çeşitlemeler, iyi ve kötü örneklerin
gücünü bir kez daha kanıtlamıştır.
Psikolog Philip Zimbardo tüm ömrünü uydumculuk ve itaat
konularını tüzel dünyadan Nazi Almanyası ve Irak'taki Ebu
Gureyb hapishanesine kadar çeşitli durumları araştırmaya
adamış ve aralarında gönüllülerden gardiyan veya mahkûm
rollerini oynamalarının istendiği ve gardiyan rolünü
üstlenenlerin gittikçe sadistleştiğinin görüldüğü ünlü 1971
Dostları ilə paylaş: |