Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə36/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   91

Ve  elbette  bu  masalarda  "füzyon  mutfağı"  sunuluyor,

"füzyon  müziği"  dinleniyor  ve  "füzyon  modası"  takip  ediliyor

ve  tüm  bunların  masrafları  "füzyon  eğitimi"  sayesinde

ödenebiliyor. Yeni  Kent Akademileri  öğrencilerin  Fransızca

veya  Tarih  eğitimi  alması  gibi  modası  geçmiş  fikirleri  bir

kenara  itip  mesela  sırf  Napolyon  öğretiyor.  Müzeler  sanat

eserlerini  aynı  ölçüde  modası  geçmiş  dönem  veya  harekete

göre sergileme fikrini çöpe atıyor. Artık Cézanne, kavramsal

sanatla  ilginç  bir  diyaloga  girmek  zorunda.  (Diyalogsa

genelde  şöyle:  Kavramsal  Sanat:  "Modan çoktan  geçti

senin." Cézanne "Baştan aşağı palavrasın sen.") Hem neden

sanat  müzelerle  sınırlı  kalsın?  Artık  binalarda  ve  her  yerde

sanatsal  "müdahaleler"  var.  Yaylı  sazlar  dörtlüleri  tren

istasyonlarında  çalıyor,  balerinler  mağazalarda  dans  ediyor,

tiyatro  trupları  alışveriş  merkezlerinde  sahne  alıyor,  yazarlar

artık  sadece  üniversitelere  değil,  hapishanelere,  müzelere,

hastanelere,  futbol  kulüplerine,  şirketlere,  otellere  ve

hayvanat bahçelerine yerleşiyor...

Her  şey,  her  şeye  karışıyor.  Günün  sözü,  karıştırmanın

yerine getirilmiş etkileyici sahte terim: "sinerji."

Şimdi  gelin,  tek  başına,  televizyonsuz,  radyosuz,

bilgisayarsız  veya  telefonsuz  bir  odada  kapısı  kapalı,

perdeleri çekili oturan birisini hayal edelim. Bu kişi ya tehlikeli



bir  deli  ya  da  ev  hapsine  mahkûm  edilmiş  bir  suçlu

addedilecektir.  Değilse,  o  zaman  mutlaka  ya  toplumdan

dışlanmış sapkın bir ezik ya da otomatik silahı ve kurşun dolu

sırt çantasıyla üniversiteye dalmayı planlayan bir psikopattır.

Bugünkü Akli  Bozukluklarla  İlgili  Tanı  ve  İstatistikler

Kılavuzu'nun  (DSM)  kopuşu  "kişiliksizleşme  bozukluğu"

diye  tanımlamasına  ve  "kişinin  zihinsel  veya  bedensel

işlevlerini 

dışarıdan 

gözlemliyormuşçasına 

kopuşu"

açıklamasını koymasına şaşmamak gerek. Yani kılavuza göre



kopabilen herkes aklen hastadır hatta kişi bile değildir...

Oysa  kişisel  kopuşa  erişebilmek  Buda'dan  Sartre'a  kadar

her büyük düşünür tarafından akıl sağlığı için ana etken kabul

edilmiştir.  Hıristiyan  düşünürler  dahi  kopuşa  değer

vermişlerdir. Kopuşa verilen en ihtiraslı desteklerden biri, 13.

yüzyıl  Dominiken  teoloğu  Üstat  Eckhart'tan  gelmiştir:  "Pek

çok  pagan  öğreticinin  ve  Eski  ile  Yeni  Ahit'teki

peygamberlerin  eserlerini  okudum  ve  özenle,  titizlenerek  ve

dikkatle  en  büyük  erdemin  hangisi  olduğunu  araştırdım  (...)

ve  tüm  bu  yazıları  incelerken,  akılımın  yol  gösterdiği  ve

öğretebildiği  kadarıyla  gördüm  ki  her  şeyden  tam  kopuştan

daha  iyi  bir  erdem  yoktur."

[158]

  Eckhart  sözlerine  kopuşu



tevazudan,  merhametten  ve  hatta  sevgiden  üstün  görerek

devam  etmiş,  şu  ilginç  ama  çarpıcı  cümleyi  de  eklemiştir:




"Kopuş  Tanrı'yı  bana  gelmeye  zorluyor."  Bu  cümlenin  laik

versiyonu,  dünyadan  kopuşun  dünyayı  yaklaşmaya  zorladığı

yönündedir.  Paradoks,  bilinçli  kopuşun  çok  daha  yoğun  bir

sorumluluğu  esinleyebilmesindedir.  Burada  bahsedilen,  daha

net  görebilmek  için  bir  resmin  karşısına  geçip  oturmaya

benzemektedir.

Dünyadan  kopuş  kadar  zor  bir  başka  kopuşsa,  kendine

saygıya  tapan  kültürün  karşı  çıktığı,  bir  tür  tevazu  olan

kendinden  kopuştur.  Kendini  beğenme  eksikliğinin  her  türlü

kötülüğün,  özellikle  şiddet,  kanunsuzluk  ve  akademik

başarısızlık gibi toplumsal kötülüklerin kökü olması ve güçlü

bir  özgüvenin  her  türlü  kişisel  ve  toplumsal  sorunu  çözeceği

çağdaş  bir  aksiyomdur.  Hatta  ABD'de  "öz-beğeniyi

geliştirme  yoluyla  insan  yaşamını  iyileştirme"  görevine  sahip

bir  Ulusal  Öz  Beğeni  Kurumu  (NASE)  mevcuttur  ve  bu

durum, çağdaş dünyayı hicvetmenin imkânsızlığına bir başka

kanıttır.  Bireysel  seviyedeyse  kişisel  gelişimin  gittikçe

palazlanan,  tümüyle  öz-beğeniyi  coşturmaya  adanmış  bir  alt

kolu (Öz-Beğeni: Temel Gücünüz, On Günde Öz-Beğeni,

Öz-Beğeninin  Kutsal  Kitabı)  var.  Bir  zamanlar  masallarda

insanlar aynalara sorular sorar ve korkuyla yanıtı beklerlerdi.

Ama artık soru sorma çağında değiliz. Sormak yerine bugün

hepimiz  her  sabah  kalkıp  aynaya  ilgili  hezeyanı,  satış



görevlileri  için  "İkna  etmede  eşsizim  BEN;  tüm  satış

hedeflerimi  yakalayacağım!",  yöneticiler  için,  "Yönetmede

eşsizim  BEN;  evrensel  itaat  sağlayacağım!"  ve  âşıklar  için

"Güzellikte  eşsizim  BEN;  arzu  nesneliğinde  ebedi  aşka  esin

vereceğim!" cümlelerini haykırmaya teşvik ediliyoruz.

Öz-beğeninin sorunlu tarafı herhangi bir değer ve ilkesinin

bulunmaması ve çaba dahi gerektirmemesidir. Öz-beğeniden

ince  ama  önemli  bir  farkla  ayrılan  özsaygı,  saygıya  değer

başarı  iması  taşırken,  günümüzdeki  kullanımıyla  öz-beğeni,

benlikten  hiçbir  talepte  bulunmayıp  her  şeyi  başkalarından

talep eder. Özsaygı içten, öz-beğeni dıştan gelir. Spinoza bu

ayrımı gayet iyi kavramıştı: "Özsaygı dışımızdaki herhangi bir

şeyi  kapsamaz  ve  sadece  kendi  kusursuzluğunun  gerçek

değerini bilen, ihtirassız ve kendisi için beğeni aramayanların

özelliğidir."

[159]


  Öz-beğeni  narsisttir;  dünyadan  sunulan

imgeyi yansıtmasını talep eder ve bu yüzden, çok az kimsenin

kabul  etmesine  karşın,  hiçbir  zaman  kalıcı  yarar  sağlamaz.

Söz  konusu  istisnalar, Öz-Beğeni  Miti

[160]

  adlı  kitabıyla



Albert  Ellis  ve  şu  kuru  sonuca  ulaşan  bir  grup  Amerikalı

psikoloğun çalışmasıdır: "Bugünün çocuk veya yetişkinlerinde

öz-beğeniyi  gelişigüzel  teşvik  etmenin  topluma,  işbu

uygulamaya  girişenlere  getirdiği  baştan  çıkarıcı  haz  dışında

herhangi bir yarar sağladığına dair fazla kanıt bulamadık."

[161]



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə