Hatta söz konusu psikologlar öz-beğeniyi pompalamanın, öz-
beğeninin çözeceği varsayılan sorunları alevlendirebileceğini
de öne sürmüşlerdir. Dünya yüksek öz-beğeninin taleplerini
karşılamazsa ki dünya sıklıkla boyun eğmede yavaştır,
öfkeye kapılan kendine-hayran kişi dünyayı hizaya getirmek
için şiddete başvurabilir. Bu konuya yönelik en net
örneklerden biri gençlikteki "saygı görme" saplantısıdır.
Hamburgerci kuyruğunda birisine çarpmak türünden saygı
gösterme eksiklikleri, saygı göstermeyenlerin vurularak
öldürülmelerine dek varmaktadır. Bir diğer örnekse
ebeveynlerin çocuklarına aşıladığı sınırsız güvendir. Bu tür
yüksek öz-beğeninin sorunuysa yanında kendini bilmemeyi
getirmesidir. Bu tür çocuklar kusurlarını ve hatalarını
kavramadan büyürler hatta daha ileri gidip, kusur ve
hatalarını, tıpkı kamburun mutlulukla "Bende iyi duruyor"
demesi gibi sevimli bellerler.
Psikolog Oliver James depresyon üzerine yaptığı bir
araştırmada, on iki aylık dönem dahilinde farklı ülkelerdeki
duygusal sıkıntıları gösteren Dünya Sağlık Örgütü tablosuyla
karşılaşınca şaşırmıştı. Tablonun zirvesinde yüzde 26,4'lük
oranla ABD, en alttaysa sadece yüzde 4,3'le Çin (Şanghay)
vardı. Tablodaki eğri, ülkeler geliştikçe depresyon oranlarının
arttığını gösteriyordu. Ama Şanghay tümüyle gelişkin bir
kentti. James araştırmak için Şanghay'a gitti ve can alıcı
farkın öz-beğenide yattığı sonucuna ulaştı. ABD'de hükümet
birimleri, okullar, ebeveynler ve kişisel gelişim kitapları öz-
beğeninin pompalanmasını teşvikle uğraşıyordu. Oysa
Konfüçyüsçü tevazu ısrarının Çin'deki egemenliği, kişisel
eksiklikler üzerinde odaklanmayı getiriyordu. Dahası ABD'de
dünyevi başarı tek ölçüt sayılırken, Çinliler bizzat mücadelede
tatmin buluyordu. James ayrıca en saldırgan Amerikalıların,
"kendilerine biçtikleri değer kabul görmeyen, büyüklük öz-
beğenisinden
mustarip"
kişilerden
çıktığını
gösteren
araştırmaları da vurgulayacaktı.
[162]
Burada muazzam bir ironi var: İyilik hissiyatı yaratmayı ve
saldırganlığın
önünü
kesmeyi
hedefleyen
öz-beğeni
pompalamasının depresyon ve şiddetin nedenleri arasında
bulunması söz konusu. Ve çocukların yeteneklerini överek
potansiyellerine ulaşmalarına yönelik girişimler belki de
potansiyelleri engelliyor veya yok ediyor... Ebeveynlerin Çin
yaklaşımını yeğleyip çocuklarını doğuştan yetenekleri yerine
çabaları için övmeleri daha akıllıca olabilir.
Psikolog Carol Dweck bu hipotezi, New York'taki
yüzlerce okul çocuğuna bir test yaptırıp ardından yarısını
zekâları için ("Bunu başardığına göre akıllı olmalısın")
yarısınıysa çabaları için ("Çok çalışmış olmalısın") överek
sınadı. Övgülerin ardından öğrencilere bu sefer biri aynı
seviyede, diğeri daha zor iki başka test arasında seçim
olanağı tanıdı. Çabalarından dolayı övgü alanların yüzde 90'ı
daha zor testi seçerken, zekâları dolayısıyla övgü alanların da
yine neredeyse yüzde 90'ı daha kolay seçeneği yeğledi.
Kısacası kısa bir övgü cümlesi muazzam etki yaratmış ve
sonuçtan çok çabaya yoğunlaşmanın daha iyi olduğunu bir
kez daha göstermişti. Dweck'in vardığı sonuç, zeki grup
başarısızlık korkusuna kapılırken çabalayan grubun
hatalardan ders almaya teşvik edildiğiydi. İki gruptan
öğrenciler kendilerinden daha iyi sonuçlar alanlarla daha kötü
alanların kâğıtlarına bakmaya davet edildiklerindeyse zeki
gruptaki öğrencilerin hemen hepsi kötü puan alanlarla
karşılaştırmaya girerek öz-beğenilerini artırma yoluna
giderken,
çabalayan
öğrencilerin
neredeyse
tümü
kendilerinden yüksek not alanların kâğıtlarına bakarak
hatalarını görmeyi tercih etti. İzleyen testlerdeyse çabalayan
öğrencilerin başarı oranı yüzde 30 artış gösterirken zeki
öğrencilerde yüzde 20 düşüş görüldü. Kısacası başarıya
giden yol, başarısızlığa odaklanmaktan geçiyordu.
[163]
Genel anlamda da eksikliklere dikkat göstermek,
yoğunlaşmak daha akıllıcadır. Ama insanın kendisini gerçek
haliyle görebilmesi son derece güçtür. Zihin kendi
önemsizliğinden, ölüp gideceği fikrinden kaçtığı ölçüde
çekinir. İnsanın olduğu ham, titrek, güvensiz, korkak ve zayıf
şeyi anlaması için bir çeşit kasti, doğaya aykırı bir eylem, bir
anti-inanç sıçraması gerekir. İçteki dev gerçekte tir tir
titreyen bir cüce, yarı-deli, sinir hastası, hırslı, öfkeli, şekilsiz
bir cücedir. Bir cüceyi diğerinden ayıransa girdiği kılıkların ve
kendi kendisini aldatmasının (kendi kendini aldatmanın nihai
göreviyse kendi kendini aldatma sürecine dair tüm izleri
silmektir) doğası ve gücüdür.
İyi haberse yardımı kahramanlıktan uzak doğamızı ortaya
çıkarmaya yönelik kahramanca görevde bulabileceğimizdir.
Edebiyatta gülünç kıymetsizliğimizi hatırlatacak örnek
sürüsüne bereket mevcuttur. Mesela Shakespeare: "Aptal,
bilge olduğunu zanneder ama bilge, aptal olduğunu bilir."
[164]
Daha da iyi haberse bu ortaya çıkarışın özgürleştirici hatta
canlandırıcı olmasıdır. Harika bir paradoks daha size: İçteki
dev
belki
de
sadece
cüce
diye
tanınarak
uyandırılabilmektedir.
Ancak, ciddi kopuş arayışçısının tek başınalık-dinginlik-
sessizlik kutsal üçlüsünü kucaklaması ve hayatın anlamının
sürekli birliktelik, hareket ve gürültü olduğuna inanan yeni
Şamatacılık dinini reddetmesi gerekiyor. Ey yeni inananlar!
Tek başınalık, durağanlık ve sessizlik ölümdür!
Dostları ilə paylaş: |