Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə40/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   91

kitapçılarda  zararsız  barok  müziği  çalınırdı.  Bugünse  her

yerde  gümbürtülü,  arsız soul,  rock  veya  bas-davul  türleri

çalınıyor.  Bu  yönelim  sadece  dikkati  değil,  arka  planda

çalınan  her  şey  arka  plana  dönüştüğünden,  bir  buzdolabının

vınlaması misali anlamsızlaştığından müziği de mahvediyor.

Kütüphanelerin  sessizlik  içinde  tek  başına  kitap  okuma

sığınakları olduğu fikrinin de modası geçti. Gittikçe daha fazla

engelsiz  konuşmayla,  kahkahalarla  ve  cep  telefonlarıyla

karşılaşan  bir  kütüphaneci  olduğunuzu  ve  katıldığınız  bir

kütüphanecilik  konferansında  hükümetin  Kültür  Bakanı'nın,

Kültür  Bakanı'nın,  kütüphanelerin  fazlasıyla  "sessiz  ve

kasvetli"  olduklarını  ve  "neşe  ve  muhabbetle"  dolmaları

gerektiğini ilan edişini dinlediğinizi hayal edin.

[173]


  Bu  Kültür

Bakanı,  "kütüphanelerin  gerçek  sosyal  şebekeleşmenin

yaşandığı 

yerler 


olmaları 

gerektiğine" 

inanmakta,

kütüphanelerin  paylaşımcı  öğrenim,  aile  tarihi  araştırmaları,

yabancı  dil  dersleri  ve  elbette  okuma  grupları  sunması

gerektiğini söylemektedir. Artık insanlar şebeke desteğinden

yoksun kitap bile okuyamamaktadır.

Ama sayın bakanın kasvetli sessizlikten çekinmesine gerek

yok:  Üniversitemin  kütüphanesine  son  gidişimde  Cumartesi

gecesi bir bara girmiş gibi oldum.




Ofisler  bile  artık  sığınaklıktan  çıktılar.  Ofisimi  paylaştığım

meslektaşım,  ben  varken  sırf  klavyemi  kapıp  kafasında

paralayacağım  korkusundan  açmadığı  müziği,  ben  odadan

çıkar  çıkmaz  açıyor.  Çekinmesi  bir  işe  de  yaramıyor  gerçi:

Yan  ofisteki  adam  biteviye  gürültülü  müzik  dinliyor  ve  ofis

duvarlarımız  mukavvadan.  Duyduğum  en  şok  edici

gelişmelerden  biriyse  BBC'de  "çalışanların  sessiz  ofislerine

sakinleştirici  arka  plan  gevezelik  sesi  sağlayacak  bir  sohbet

makinesinin" yerleştirilmesiydi. Söz konusu aygıt, çalışanların

işyerinin 

"işe 

yoğunlaşmayı 



engelleyecek 

ölçüde


sessizliğinden" yakınması üzerine getirilmişti.

Gergin  geçen  bir  günün  ardından  eve  geliyorum  ve

televizyonun  oturma  odasında,  radyonunsa  mutfakta

bangırdadıklarını  görüyorum.  Kim...  Kim?  Banyoda  günün

ikinci duşunu alan yeğenim bu... Eve geliyor, ne varsa açıyor

ve banyoya dalıyor. Daha sonra, pek çok öğrenci gibi, ders

çalışırken 

mutlaka 


radyoyu 

açıyor. 


Radyonun

yoğunlaşmasına  yardım  ettiği  iddiasında.  Ben  yatmaya

hazırlanırken  gece  elbiselerini  kuşanmış  diğer  yetişkin

konuklarım eve dönüyor. Konuk yatak odasında radyo yok

ve konuklarım radyosuz uyuyamıyor. Yoksa ben de...

Yani  gürültü  olmadan  çalışanlar  çalışamıyor,  öğrenciler

derslerini belleyemiyor, konuklar uyuyamıyor...



Hemen  her  yerde  mevcut  arka  plan  müziği  geleneksel

anlamda müzik değildir elbette. Bu tür müzikler zevk alınmak

hatta  dinlenmek  üzere  bile  hazırlanmazlar.  Tek  işlevleri

sessizliği bozmaktır. Ve sessizlik bozulmalıdır çünkü sessizlik,

boşluğun 

soğuk, 


acımasız, 

korkutucu 

sessizliğinin

hatırlatıcısıdır.  İnsanlar  bu  yüzden,  kışın  eve  gelir  gelmez

kaloriferleri veya sobayı açtıkları gibi televizyon ve radyoları,

hem  de  aynı  sebepten,  yani  soğuğu  kovmak  için

açmaktadırlar.

Sessizlikten  hoşlananlarsa  soğuk,  uzak  ve  acımasız

olmalıdırlar  bu  durumda.  Neyse  ki  bu  çatlaklar  teselliyi

şairlerde,  mesela  İspanyol  şair  Juan  Ramón  Jiménez'de

bulabilmektedir:  "Bütünlük,  sessizliğin  asil  kızı;  dağılış,

gürültünün üvey oğlu..."

[174]

Jiménez  yaşasa  bugünün  İspanyasında  ne  ıstırap  çekerdi



ama! İki aile, İspanya'daki bir tatil beldesinde bir yazlık evi

paylaşıyorduk.  Arkadaşım  yazmayı  planladığı  tezle  ilgili

tartışmak istiyordu ama tabii evin her yanı gürültüyle doluydu.

Sakin  bir  bar  bulmaya  çıktık.  Saat  henüz  sabah  on  bir

olduğundan  çoğu  bomboştu.  Ama  hepsi  müzikle

zangırdıyordu.  Sonunda  sessiz  bir  yer  bulduk,  kahvelerimizi

ısmarlayıp  oturduk.  Ama  daha  ağzımı  açtığım  anda  mekân

disko  müziğiyle  inlemeye  başladı.  Bar  sahibi  derhal  müzik




sistemini  devreye  sokmuştu.  Arkadaşım  kızgınlıkla  fırladı,

bara  gitti,  konuşmaya  çalıştığımızı  söyleyip  bar  sahibinden

müziği kapatmasını rica etti. Adam aynı kızgınlıkla reddedince

kahvelerden  vazgeçip  çıktık.  Buradaki  önemli  nokta  bar

sahibinin,  muhtemelen  müşteriyi  memnun  etmek  için  açtığı

müziği, müşteri kaybetmek pahasına kapatmamasıydı. Çünkü

barlarda  müzik  normaldi  ve  bu  seferki  müşteriler  herhalde

çatlaktı.

İşin  trajik  tarafıysa  adamın  haklı  olduğu  bir  noktanın

bulunması.  Kamuya  açık  alanlarda  müzikten  nefret  edenler

bile  artık  müziği  normal,  yokluğunuysa  anormal  karşılamaya

başladı.  Kutsal  sessizliğin  son  kalelerinden The  London

Review of Books Bookshop'a gittiğimde kitapçının atmosferi

bana  doğaya  aykırı,  mezarsı  geldi.  Diğer  üç-beş  müşteri  de

aynı  hisse  kapılmıştır  belki.  Bu  güzelim  dükkân  yakında

kapanabilir  ki  kapanışı,  diğer  kitapçıların  güttüğü  politikayı

haklı  çıkaracak  ve  müşterilerin  evrensel  konserve  müzik

doğaldır  inancını  pekiştirecektir.  Kısacası  çağ,  iradesini  dur

durak 

bilmeden, 



engellenemez 

şekilde, 

zorla

benimsetmektedir.



Ne  yapmalı?  Oluruna  mı  bırakmalı  yoksa  meslektaş  ve

akrabalarla  kavgaya  dalıp  dişçilerle  kitapçı  sahiplerine

şikâyetler  mi  sunmalı?  İkincisinde  muhteşem  düşüncelerini



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə