Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə44/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   91

Yıllar yılı, çoğu olgun ve profesyonel işlerde çalışan ve bir

işletme  problemini  tanımlamaları,  analiz  etmeleri  ve  çözüm

önermeleri talep edilen yüksek lisans öğrencilerine danışman

öğretim  görevlisi  oldum.  Öğrencilerin  yaptıkları  her  dönem

bir  öncekinden  daha  fazla  betimlemeye  dönüştü.  Her

seferinde  "analiz,  analiz,  analiz"  diyor,  yüksek  lisans

seviyesinde  bir  projenin  özgün  analiz  barındırmadığı  sürece

geçer  not  alamayacağı  uyarısında  (doğru  değil  aslında)

bulunuyordum.  Öğrenciler  oflaya  puflaya  çekiliyor,  birkaç

hafta  sonra  nihayet  manyak  hocalarını  tatmin  etmeyi

başarmanın  sırıtışıyla  gelip  elime  otuz  sayfa  daha  betimleme

tutuşturuyorlardı.  Elbette  uzmanca  kesilip  yapıştırılmış

resimlemelerle dolu betimlemelerinde sunum harikaydı. Ama

hepsi içeriksiz, baştan aşağı imajdan ibaretti.

Böylece  "üstünde  yazılı"  değer,  yegâne  değere

dönüşmekteydi  ve  yüzeyin  altında  yatana  yönelik  farkında

oluş  diye  bir  şey  kalmıyordu.  Hatta  "altında"  kavramı,  tıpkı

zorluk ve anlama kavramları gibi, ortadan kalkıyordu. Artık

altında  diye  bir  şey  yoktu;  sadece  yüzey  vardı.  Artık

karmaşık  makine  yok,  sadece  parlak  bir  ara-yüz  vardı.

Sonuçsa  kibar  meslektaş  veya  komşunun  azılı  bir  terörist

veya  seri  katil  çıkması  karşısında  şaşalayıp  şok  geçirmekti:

"Ama hep cana yakın ve nazikti... Hep gülümser ve günaydın,



derdi..." Aynı  durum  iş  görüşmesine  gelen  neşeli  adayın  işe

alındıktan sonra yetersizin, uyuşmazın ve kötünün önde gideni

çıkması  veya  güller,  çikolatalar,  ayıcıklar  yağdıran  romantik

âşığın tecavüzcü çıkmasında da geçerlidir: "Ama öyle tatlıydı

ki..."

Ve  bu  safdiller,  mesela  kariyerlerinde  bir  sorunla  ya  da



ilişkilerinde  ihanetle  karşılaşmak  türü  kişisel  zorluklar

yaşadıklarında  idrak,  önsezi  ve  anlama  yoksunlukları,

tepkilerinin şok ve öfke olmasına yol açar. Kişisel "derinlik"

yoksunlukları  soruna  farklı  perspektiften  bakabilmelerini  ve

güçlü  bir  şekilde  karşı  çıkabilmelerini  sağlayacak  iç  yaşama

sahip  olmadıklarını  gösterir.  Ellerinde  yaslanacak  hiçbir  şey

yoktur; depresyona sürüklenirler.

İmajın  yeni  gücüne  yönelik  dersimi  "İmajlar"  adlı  bir

hükümet  yayınının  açılışına  katıldığımda  aldım.  Söz  konusu

açılış Kuzey İrlanda sorununun doruğa çıktığı dönemdeydi ve

girişimin  amacı,  sorunları  anlamak  ve  üzerlerine  düşünmek

yerine  sorunlara  bölgede  yaşanan  iyi  şeylerin  büyük

bedellerle  üretilmiş  imajlarıyla  (yakaladıklarını  sevinçle

gösteren  yılanbalığı  avcıları,  coşkuyla  keman  çalan  sakallı

halk  müzisyenleri  ve  tekerlekleri  üstünde  ciddiyetle  kil

yoğuran  çömlekçiler)  karşılık  vermekti.  Bu  olumlu  mesajın

yayılabilmesini sağlamak için açılışa kültür veya medyayla ilgili



kim varsa davet edilmişti. Davet edilenlerin çoğuysa bedava

içki  ve  kanepeler  uğruna  gelmişti.  Birden  kalabalık

dalgalandı; Kuzey İrlanda'dan sorumlu bakan gelmişti. Aman,

politikacı  işte  deyip  arkamızı  döndük,  içmeye  ve  tıkınmaya

devam ettik. Ama biraz sonra bu sefer tüm salonu kaplayan,

daha  büyük  bir  dalgalanma  oldu.  Herkes  döndü  ve  öylece

kalakaldı.  Gelen  bir  haber  spikeriydi... On  Haberleri'nin

spikeri. 

Yetkililer 

minnettarlıklarını 

göstermek 

için


koşturdular,  adamın  etrafını  sardılar  ve  böylesi  önemsiz  bir

açılışı  şereflendirdiği  için  teşekkürler  yağdırmaya  başladılar.

Manzara şok edici bir gerçeği ortaya koyuyordu: Haberleri

sunanlar artık yapanlardan daha önemliydi.

Ardından  öz-imaj  dersim  geldi.  Kalabalıkta  tek  tanıdığım,

hayatımda gördüğüm en mutsuz görünüşlü kişinin, Bob Shaw

adlı  bilimkurgu  yazarının  yanına  gitmiştim.  Romanlarından

birini  okuduğumu  öğrenmekten  mutluluk  duyacağını

sanmıştım. Duymadı ama. Homurdandı ve endişeli bakışlarla

kalabalığı taramaya koyuldu. Nihayet yaklaşan bir fotoğrafçı

gördü. Adam bize kısa bir bakış attıktan sonra uzaklaştı.

Güldüm. "Yeterince ünlü değiliz tabii" dedim.

Ama  Bob  gülmedi.  Öfkeyle  söylenerek  fotoğrafçının

ardından atıldı ve adamı kolundan yakaladı. "Kusura bakma




ama"  dedi,  "ben dünyaca  ünlü  bilimkurgu  yazarı  Bob

Shaw'um."

Fotoğrafçı  da  gülmedi.  Özür  diler  bir  ifadeyle  dönüp

makinesini  kaldırdı.  Bob  poz  vermeye  başladı.  Ardından

yanında,  dünyaca  ünlü  yazara  yakın  durmaktan  fayda

sağlayabilecek  kişilerin  yokluğuna  kaş  çattı.  Bir  daha

homurdanarak  yakında  duran  bir  gruba  yanaştı  ve  bana

muzaffer  ve  kibirli  bir  bakış  atarak  başkalaştırıcı  flaşı

patlayacak fotoğraf makinesine döndü.

Duygusal  şımarıklık  uğruna  akıl  terkinin  belleklerdeki  en

taze  örneğinin  (Leydi  Diana  Spencer'ın  ölümünün)  ardında

yatan da şöhretin başkalaştırıcı gücüydü. Görünüşü ortalama,

şöhret ışığıyla aydınlanmasa sokakta dönüp bakılmayacak bir

kadına birdenbire Truvalı Helen'den sonra gelmiş geçmiş en

göz  kamaştırıcı  güzel  diye  tapılmaya,  el  bebek  gül  bebek

şımartılarak  yaşayan  bir  kadına  birdenbire  kurbanların  en

mazlumu  diye  acınmaya,  son  derece  zengin  bir  adamın

çapkın  oğlu  uğruna  kocasını  ve  çocuklarını  terk  etmiş  bir

kadına  birdenbire Avilalı  Teresa'dan  bu  yana  gelmiş  geçmiş

en  büyük  azize  gözüyle  bakılmaya  başlandı.  Tüm  bu

saydıklarımı ima bile etmeye kalkansa derhal saldırıya uğradı

ve kalpsiz alçak damgası yedi. Sanki bütün ülke –bütün Batı

dünyası–  aklını  kaçırıvermişti.  Her  daim  rasyonel  kuşkucu



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə