Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə46/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   91

seçeneklerde  neredeyse  daima  düşük  tatmin  buluruz.

[186]


Tüm  bunlar  Sartre'ın  mutluluğun  sadece  sonlulukta,  seçimi

nihai  kılıp  seçilende  devam  etmekte  yattığı  görüşünün

kanıtlarıdır.

Pek yumuşak çağımızın zorlu seçimler konusunda yepyeni

bir  teoriyi  kucaklaması  şaşırtıcı  değil  elbette.  Eskiden  karar

almak  tümüyle  rasyonel  görülürdü.  Derken  işin  içine  duygu

katmak  da  girdi.  Haliyle Blink!  [Göz  Kırpması]  ve Gut

Feelings [İçten Gelen Hisler] gibi kitaplarla pompalanan yeni

teori,  karar  almanın  tümüyle  sezgisel  olduğunu  öne  sürerek

tam  aksi  uçta  yer  aldı.  Bu  yaklaşımın  düşünmekten  nefret

eden bir çağ için çekiciliği açık. Ama teori, bizzat sezgilerin

düşünce  ürünleri  olduklarını  es  geçiyor.  En  titiz  analizci  aynı

zamanda sezgisel yargıda da (sezgisini açıklayamasa bile) en

başarılı kişidir. İçten gelen sezgilere yapılan vurguysa sezgiyle

(genellikle  güvenilirdir)  dürtü  (genellikle  güvenilmezdir)

arasındaki  çizgiyi  bulanıklaştırmaktadır.  Yakın  dönemde

yapılan  diğer  araştırmalar  da  ani  kararların,  özenle

düşünülerek  alınanlardan  daha  güvenilmez  olduklarını

göstermiştir.

[187]


Zorlu  düşünceye  tek  alternatif,  özerkliği  daha  yüksek  bir

otoriteye  teslim  etmektir.  Özgürlük  yükünü  kaldırıp  gerçeği




ve  anlamı  bulma  mücadelesini,  yaşamsal  kararlar  alma

travmasının  büyük  kısmını  ve  kuşkudan  doğan  kaygının

tümünü  devre  dışı  bırakan  köktenciliğin  çekiciliği  burada

yatar.  Tanrı  kadar  tatmin  edici  ve  güvence  verici  çözüm

yoktur.

Güdümlü düşünme ağır işçiliktir ama düşünmenin eğlenceli



bir biçimi de mevcuttur: Hannah Arendt'in "düşünme dikkati."

Belli  bir  hedefi,  acil  sorun  bulma  gereksinimi  olmadığında

düşünce  amaca  dönüşür  ve  kesinsizlik  sadece  hoş

görülmekle kalmaz, haz verici hatta kıymetli bile olabilir. MÖ

4.  yüzyılda  Taocu  Chuang  Tzu,  "Bilge,  kafa  karışıklığı  ve

kuşkunun parlak ışında yol alır"

[188]

 demiştir.



Bilimciler  bile  sadece  mutlak  gerçekle  uğraşmazlar.  Daha

geçenlerde,  graviton  adlı  ele  geçmesi  son  derece  güç

parçacığın arayışı içinde sekiz yılını maddeleri kilometrelerce

uzunluğunda bir tünelde çarpıştırmaya harcamış bir fizikçinin

tanıtıldığı, kütle çekim gücüyle ilgili bir belgesel izledim. Sekiz

yılın  sonunda  gravitonun  varlığına  dair  öyle  küçük  kanıtlar

bulunmuştu  ki  fizikçi  parçacığın  varlığından  ve  araştırmasını

temellendirdiği  teoriden  kuşkulanmaya  başlamıştı.  Peki,  bu

hüsran  karşısında,  harcanan  onca  çaba  ve  zaman  ve

Louisiana  bataklıklarında  devasa  bir  tünelin  inşasının

muazzam  masrafı  karşısında  hüsrana  uğramış  mıydı?  Hayır.



Aksine,  otuz  iki  dişini  göstererek  sırıtıyor  ve  "Bilimciler  en

çok  kafaları  karıştığında  mutludur"  diyordu.  Bilim,  diğer

insani çabalardan farklı değildir. Sonuç değil, çaba önemlidir.

Anlam arayışı, anlamın ta kendisidir.

Hannah  Arendt  (söylediğinin  önemini  vurgulamak  adına

italik  yazarak)  şöyle  diyor:  "Aklın  ihtiyacının  esini,

gerçeğin  arayışı  değil,  anlam  arayışıdır.  Gerçek  ve

anlam  aynı  şey  değildir."

[189]

  Zihni,  gerçeği  bulmaya



zorlamak, zihne koşum bağlayıp at gözlüğü takmak ve zihni

yol  boyu  kamçılamaktır. Ama  zihnin  başıboş  kalmasına  da,

başka  bir  deyişle  kanıtlama  yerine  tahmin  yürütmesine,  asla

yanıtlanamayacakları  için  uygulamacılarca  zaman  kaybı

damgası  vurulan  sorularda  gezinmesine  izin  verilebilir.

"İnsanların  yanıt  bulduğu  tüm  bilişsel  soruların  ardında

tümüyle  boş  görünen  ve  her  daim  boş  damgası  yiyecek

yanıtlanamaz  sorular  gezinir.  İnsanlar  düşünmek  dediğimiz

anlam açlığını bir gün yitirir ve yanıtlanamaz sorular sormayı

bırakırlarsa,  muhtemelen  sadece  sanat  eserleri  dediğimiz

düşünce-şeylerini  üretme  becerisini  değil,  üzerlerinde

uygarlığın  temellendiği  soruları  sorma  kapasitesini  de

yitireceklerdir."

[190]


Bu 

düşünme 


türü 

yöneltilmemiş 

düşüncedir 

ve



yöneltilmemiş  düşünce,  saf  varoluştan  duyulan  hazzın  bir

biçimi,  bedensel  hazzın  zihinsel  eşeyidir.  Aristoteles  bu  tür

düşünmeyi  ilahi  sayıyordu:  "Fevkalade  mutlu  olan  Tanrı'nın

eylemi  mutlaka  bir  düşünme  biçimi  olmalıdır  ve  dolayısıyla

Tanrı'nınkine en yakın insani faaliyet en mutlusu olacaktır (...)

Öyleyse  mutluluk,  düşüncenin  hayat  arkadaşıdır."

[191]

  Ve


Tanrı, her yerde ve her şeye kadir olduğu kadar yorulmaz da

olduğundan  dinlenmek  için  yedinci  güne  gerek  duymamıştır.

Hayır,  Tanrı  yedinci  günü  düşünmek  için,  tefekkür  için

gereksinmiştir.

Derin 

ve 


uzun 

düşünmenin 

faydaları, 

örneğin


depresyondaki  hastalarını  "faal  imgelem"

[192]


  adını  verdiği

şeyi  uygulamaya  teşvik  ederek  tedavi  eden  Anthony  Storr

gibi  bazı  terapistlerce  kabul  edilmiştir.  Burada  bahsedilen,

dünyaya  çok  uzun  süre  ve  tümden  batmanın  sonucunda

kimlik kaybı çeken hastalarda yarar gösteren bir tür "kopuk

imgelemdir."  "Faal  imgelem"  sırasında  hasta,  kişiliğinin  yitik

yüzleriyle  bağlantı  kurar,  dünya  için  gerekenden  daha  derin

bir kimlik, bir başka deyişle bir gizli benlik geliştirir ve sıklıkla

daha az egoist ve daha az kariyer meraklısı haline gelir.

Storr  bir  "teknikten"  bahsediyor  ama  tek  gereken

mahremiyettir ve mahremiyete sıkıcı bir sohbet veya toplantı



Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə