122
/ Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
Halep‟te doğdu. Hernekadar Türkmen olduğuna dair bir bilgi yoksa
özellikle 46 yaĢından doksan yaĢlarına Ġstanbul‟da ölene kadar Türk
coğrafyasında bulunduğu, Türk zekâ ve kültüründen istifade ettiği için ve
Türklere hizmet verme ve akraba olma açılarından TürkmenleĢtiği
söylenebilir. Osmanlı‟da uzun yıllar medreselerde okutulan, hukuk kodu
kabul edilen “Mülteka‟l-Ebhur” adlı eseri ve Ģerhleri bize çok Ģey
kazandırdığı, günlük yaĢayıĢında bir Osmanlı Türkü gibi olduğu için O‟nu da
Türkmen kabul edebeliriz. Kendisi de öyle olacak ki vatanı olan Halep‟te
değil Ġstanbul‟da ölmeyi tercih etmiĢtir. Öncelikle Müslüman olmak birinci
manevi değer kabul edilmekle beraber ikinci olarak bir kimse kendini hangi
millete yakın görüyor ve o coğrafyada kalmayı tercih ediyorsa kendini biraz da
oraya o millete ait hissediyor demektir. Türklük tarihteki misyonu itibariyle
adeta bir Ģemsiyenin bezi gibi maddi-manevi koruyucu bir varlık ve değerdir.
Bunun üzerinda ona bir değer yüklenmemelidir. Neticede Ġbrahim Halebi o
Ģemsiyenin altına girmiĢ, Ġslam gibi Ģemsiyenin kolu mesabesinde varoloĢçu
değerde varlığını Arap-Türk ortak değerinde mezc olmuĢ Suriye-Halep
kökenli olsa da doyduğu ve manen tatmin olduğu Ģehir olan Ġstanbul‟da
ruhunu Rahmet-i Rahmana teslim etmiĢtir.
“Doksan yaĢlarında vefat ettiği göz önüne alınırsa 860‟lı (1456) yıllarda
doğduğu söylenebilir. Halebî temel eğitimini doğduğu Ģehirde gördü ve ġam‟da da bazı
âlimlerden ders aldı. Halep‟te bir süre imam olarak görev yapmasının ardından IX.
(XV.) yüzyılın sonlarına doğru Kahire‟ye gitti. Kahire‟de tefsir, hadis, fıkıh ve kıraat
baĢta olmak üzere Ġslâmî ilimleri tahsil etti. Süyûtî gibi devrin ileri gelen âlimlerinden ders
okudu. 906 (1500) yılı civarında Ġstanbul‟a giderek orada yerleĢti. ÇeĢitli camilerde
imamlık yaptıktan sonra Fâtih Camii‟ne imam oldu. Ardından Sâdî Çelebi‟nin Fatih‟te
yaptırdığı dârülkurrâya müderris olarak tayin edilen Halebî bu görevde iken vefat etti ve
Edirnekapı Mezarlığı‟na defnedildi. Kabrinin bulunduğu parsel 1971 yılında yol yapımı
sebebiyle ortadan kaldırılmıĢtır
94
.
Eserleri: Halebî yirmiye yakın eser kaleme almıĢ olup risâlelerinin çoğu kendi
zamanında tartıĢma konusu edilen meselelerle ilgilidir.
1. Mülteka‟l-ebhur: Kudûrî‟nin el-Muhtasar‟ı ile el-Muhtâr, Kenzü‟d-
dekâ‟ik ve el-Vikâye gibi Hanefî fıkhının meĢhur metinlerine dayanan kitap Halebî‟nin
en tanınmıĢ eseridir. 17.000‟den fazla fıkhî meseleyi ihtiva eden Mülteka‟l-ebhur
Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuĢ, aynı zamanda kadıların ve
müftülerin baĢvuru kaynaklarından birini teĢkil etmiĢtir. Molla Hüsrev‟in Dürerü‟l-
94
DĠA, X, 449.
Ortadoğu'da Türkmenler (Irak-Ġran-Suriye) Sempozyumu
/ 123
hükkâm‟ı ile birlikte Osmanlı Devleti‟nin yarı resmî hukuk külliyatı niteliğini taĢıyan
eser birçok defa basılmıĢ olup
95
üzerine elliden fazla Ģerh yazılmıĢtır. I. M. d‟Ohsson,
Tableau général de l‟Empire ottoman (Paris 1787-1820) adlı eserinde Osmanlı hukuk
düzeniyle ilgili açıklamaları bu kitaba dayandırmıĢtır.
2. Ġunyetü‟l-mütemellî fî Ģerhi Münyeti‟l-musallî: Sedîdüddin
KâĢgarî‟nin(ö. 705/1305)Münyetü‟l-musallî ġerhi. Tahâret ve namaz konularını
Hanefî fıkhına göre ayrıntılı biçimde ele alan kitap uzun süre medreselerde ders kitabı
olarak okutulmuĢtur. Birçok defa basılan eser
96
Halebî kebîr diye tanınır.
3. Muhtasaru Ġunyeti‟l-mütemellî: Halebî Saġîr adıyla bilinir.
Birçok baskısı gerçekleĢtirilen eserin
97
Güzelhisârî tarafından Hilyetü‟n-nâcî adıyla
yapılan hâĢiyesi defalarca basılmıĢtır. Kitap Ġbrâhim Babadâğî (Kazan 1860) ve Hasan
Ege (Ġstanbul 1970) tarafından Türkçe‟ye çevrilmiĢtir.
4. Ni‟metü‟z-Zerî‟a fî Nusreti‟Ģ-ġerî‟a
98
: Ġbnü‟l-Arabî‟ye ve özellikle
onun Fususü‟l-hikem‟inde yer alan görüĢlerine karĢı yazılmıĢtır. Fusûs‟tan nakillerde
bulunduktan sonra bunları ağır bir dille tenkit eden Halebî, vahdet-i vücûd nazariyesi
üzerinde durarak tevhid meselesinde iki grubun -vahdet-i vücûdcular ve Mu„tezile-
mübalağalı hareket edip Ģirke düĢtüklerini iddia eder. Ġbnü‟l-Arabî‟nin kader ve irade
konularında yanlıĢ düĢünüp Ehl-i sünnet ve‟l-cemaat‟in görüĢlerine hücum ettiğini ifade
eden Halebî bu hücumlara cevap verir.
5. er-Rahs ve‟l-vaks li-müstehilli‟r-raks
99
: Sûfîlerin semâ ve raksla
(devran) meĢgul olup bunları dinden kabul etmelerine karĢı yazılmıĢ bir risâledir.
Halebî‟ye göre semâ ve raks gerçek tasavvufta yeri olmayan çirkin Ģeylerdir. Bunları
dinden sayanlar Allah‟a iftira etmektedirler. Daha önceki âlimlerin görüĢlerine de yer
veren müellif raksın haram kılındığı hususunda icmâ bulunduğunu, bunu helâl kabul
edenin küfre düĢeceğini, aynı Ģekilde semâın da haram olduğunu ileri sürer. Yüksek sesle
zikir yapılmasına da karĢı çıkan Halebî bazı Hanbelîler‟in bunu mekruh, Hanefîler‟in
ise haram saydığını naklederek kendisi bunu bid„at-ı seyyieye örnek gösterir.
6. el-Kıyâm „inde zikri vilâdeti Resûlillâh
100
: Mevlid merasiminin
bid„at olup olmadığına temas etmeyen müellif, mevlid sırasında Hz. Peygamber‟in
95
Meselâ Ġstanbul 1252, 1258, 1264, 1288; Bulak 1263; Bombay 1278.
96
Leknev 1222, 1323; Ġstanbul 1253, 1256, 1295, 1300, 1325; Lahor 1310, 1314.
97
Ġstanbul 1242, 1268, 1286, 1312, 1316, 1317; Lahor 1889.
98
Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2880.
99
Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 245/7, Tekelioğlu, nr. 900/3, vr. 30-38; Kayseri
RâĢid Efendi Ktp., nr. 429, vr. 65-72.
100
Süleymaniye Ktp., Hacı
Mahmud Efendi, nr. 4474, 3 varak.