21
başına gelenlerden bahsediliyor. Çaresiz kalan molla köyde ağanın harmanında
çalışıyor.Geceler ay ışığında beyitler yazıyor. Fakat asabi, dedikoducu bir kadın
onun okuduğu bir beyitte kendi suretini görüp Abdülaziz’e düşman kesiliyor. Bir
gün şehirden ağanın konukları geliyor.Konuklar harmanı gezerken ağa beraberinde
getirdiği Tercüman gazetesini Abdülaziz’e okutturuyor.Abdülaziz gazeteyi su gibi
okuyor; üstelik, Avrupa devletlerinin siyaseti hakkında onlara geniş bilgi
veriyor.Ağa bunu derin hayretle karşılıyor, mollanın aklını ve kabiliyetini çok
beğeniyor, ona övgüler yağdırıyor. Irgatlar Abdülaziz’in aynı zamanda şair
olduğunu haber veriyorlar. Ağanın ricası üzerine Abdülaziz yazdığı şiiri
okuyor.Herkes şiiri beğeniyor.Ağa gene Abdülaziz’i övüyor.Birden ırgatlar oradaki
“Bizim akçe bir günlük toya yetmiyor” mısrasını hatırlatarak ağaya maddi
durumlarının ağır olduğunu söylüyor, buna bir çare bulmasını rica ediyorlar.Ağa
bunu kasıtlı olarak kurulmuş sahne sayarak Abdülaziz’e söğüp sayarak
gidiyor.Abdülaziz’e düşman kesilen dedikoducu kadın bu defa onu savunuyor,
bundan sonra şaire yemeğin en yağlı, etin en leziz yerini veriyor.
Çobanzade burada sınıf kavgasını değil, sade, emekçi Tatar halkının
durumunu gözler önüne seriyor.
On Dört Yaşımda adlı hikâye Bekir Çobanzade’nin en etkili nesir eseridir.
Karasubazar’dan Uluözen köyüne misafir giden romantik bir genç burada şelale
başında tesadüfen bir Rus kızı ile tanışıyor.Ertesi gün de orada buluşup sohbet
ediyor, birbirlerine vuruluyorlar.Ertesi gün yeniden görüşmek üzere ayrılıyorlar.
Genç eve döndüğünde akrabasının Karasubazar’a gitmek için atları hazırladığını,
kendisini beklediğini görüyor. Genç çaresiz kalarak şehire yola düşüyor. Sonralar o
kızı çok arasa da bulamıyor ve onu ömrü boyunca unutamıyor: “Bunca yıllar, uzun,
dopdolu yıllar geçtikten sonra bugün dahi bundan başka sevinecek, gönlümü
okşayacak hatıram yoktur. Belki de hiç bir zaman olmayacak” diyor.
Uğurlu Yollar hikâyesinde ekonomik koşullar yüzünden köyden şehire
göçen Tatarların milli hayat tarzından, öz yurdundan, tarlasından, dağından,
atından ayrılan insanların faciası gösteriliyor.Her şeyin para ile ölçüldüğü şehirde
yaşlıların karakteri değişiyor, çocuklar ise yabancı ortamda tamamen başka ruhta
büyüyorlar.Bekir Çobanzade bunu bir aile örneğinde gösteriyor.
Men Börü adlı bir Tatar, komşusu Kurt Baba ile birlikte köyden şehire
göçüyor, mutluluğu orada arıyor.Ev alıp yerleştikten sonra bir kahve açıyor, aile
yavaş yavaş şehirlileşiyor.Çocukları Nebi ile Hanife bütün gün sokakta geziyor,
Rus çocuklarının başını yarıyor, cuhudların camlarını kırıyor, gelip gidene
sataşıyor, kadınların üstüne balçık atıyor, komşu bağlardan meyva
çalıyorlar.Şikâyete gelenlerden bıkan Men Börü sonunda Nebi’yi molla yanına
veriyor.Fakat çocuk mollayı da kaale almıyor.Çaresiz kalan babası onu bir
cuhudun mağazasına çıraklığa veriyor. Nebi birdenbire değişiyor, Rusça öğreniyor,
giyim kuşamına, konuşmasına dikkat ediyor, uslu bir genç oluyor. Hatta bir kursu
bitirerek şehir belediyesinde yazıcılık görevi alıyor. Yerli hayır cemiyetinin
etkinliklerine katılan bu gencin adı “Seyid Nebi Men Böriyev cenapları” şeklinde
22
İsmail Gaspıralı’nınTercüman gazetesinde anılıyor, adı sanı bütün Tatar köylerine
yayılıyor. Şehirdeki asilzade Tatarlar, görevli Ruslar onunla arkadaşlık
kuruyor.Her şey yolunda giderken Nebi ayyaşlığa başlıyor, bütün gün Rus kızları
ile keyif çatıyor, sarhoş olup sokakta gölcüklerin içine yığılıyor.
Anası molla çağırttırıp dua okutuyor, Nebi defalarca tövbe ediyor, fakat
kadeh arkadaşlarıyla buluşunca her şeyi unutup yeniden içmeye başlıyor. Sonunda
Nebi polise düşüyor ve çok geçmeden hazin sonu çatıyor.
Yazar bu hikâyede yozlaşan, yıpranan, ayyaşlığa müptela olan, ahlak
düşkünlüğüne yuvarlanan Tatar gençliğinin durumunu göstermiştir.Çobanzade’nin
bu hikâyede meydana getirdiği Hanife sureti de ilginçtir. Nebi’yi seven Hanife
onun ölümünden sonra sık sık sevgilisinin kabrini ziyaret ediyor, onun kabri
üstünde Kur’an okuyor.
Men Börü ve komşusu bütün bunların sebebini köyde bırakıp gittikleri
kabirlerde, ölülerin onlara lanet okuyan ruhlarında arıyorlar.Artık bu yerlerde
kalabilmeyip ‘karşı tarafa’, yani İstanbul’a göçmek için pasaport çıkarıyorlar.
Yazar onlarla karşılaşıyor, dertlerini dinliyor:
“Dinledim. ‘Beni bahçeye çıkarın, kıra götürün, su kenarına götürün’ diyen
hastaları çok gördüğüm için onları da anladım.
‘–Bizi unutmayın, uğurlu yollar!’ dedim.”
Birkaç Suçum başlıklı yazıyı ise hikâye değil, Bekir Çobanzade’nin hayat
ve sanat görüşü adlandırmak mümkündür. Müellif güzel kızların kendisini vefasız
saydıklarını yazıyor.Oysa “Ben yurdumun nişanlısıyım.Kızları bazen yurduma
benzedikleri için seviyor, bazen de yurdumdan uzak, habersiz görüp yüz
çeviriyorum.Bir yürek birden fazlasını sevemiyor, ne yapayım?”
Arkadaşları onu bencil buluyorlar, oysa “Ben o sapsarı, can çekişen,
ölmek, mezarlardan önce toprak üstünde çürümek için doğan çobanların,
köylülerin dostuyum.Soyumun bütün yiğitlikleri, halkımın her ulvi, en yüksek
dileği onların solgun yüzlerinde, yorgun gözlerinde yanıp sönüyor.Ben küçük
yüreğimi bunların arasında paylaştırmışım.Dostlarıma kalmadıysa, ne yapayım?”
Bu genci manevi değerlere, dine karşı bigâneliğine göre kınayanlar da az
değil. Oysa bu genç eski mezarları, kutsal yerleri dolaşıyor.
Vatan, yurt sevdalı bu genç omuzlarında oturan altın saçlı, yeşil yakut
kanatlı meleklere sesleniyor: “Ben yeni işlerle, yeni sözlerle doğdum. Benim için,
benim dostlarım için içinde sevaptan, suçtan başka cetvelleri olan ayrı bir defter
isteyin.Siz gidin, bizim işlerimizi deftere yazmak için koca Cebrail’in kendisi
gelsin.”
Kitaba edibin üç makalesini de dahil ettik.Bunlar Çobanzade sanatının
başka bir yönünü anlamak bakımından çok ilginçtir.Fakat bu başka bir konudur.
EDEBİYAT
[1] S.Nagayev. Medeni İnkilab Askeri.Lenin Bayrağı gazetesi, 2.09.1978, Taşkent.
Dostları ilə paylaş: |