B+ YAZ
25
A.G: Arka arkaya üç projede birden yer alan olmadı.
V.G: Reklamlar dahil olmak üzere her yerde önlerine çıktım ben onların. Bu
benim doğal olarak özel yaşantımı biraz sarstı. Evde yemek yapan bir ka-
dındım, şimdi evimde yemek yapan biri var.
Kızınız Alize bu durumdan şikâyetçi mi?
V.G: Tabii, her çocuk gibi. Annesini hep evde görmek istiyor. Şöhret ol-
duğum yıllar, onun ilkokula başlama sürecine denk geldi. Ağır bir dönemdi.
Bir buçuk yılımız zaten ayrı geçti. İstanbul-Ankara arası gidip geldim. Ön-
cesinde ben Adana Devlet Tiyatrosu’ndaydım. Yine bir ara oldu. O, ben
Adana’dayken babasının yanındaydı. Bu durumdan çok şikâyetçi ama git-
gide çözmeye başladı. Çünkü onbeş yaşına geldi ve o da sinema yönet-
meni olmak istiyor. Böyle bir hayatın bunu gerektirdiğini biliyor.
A.G: Birlikte fotoğraf çekiyorlarsa paylaştığını hissediyor. Babasıyla anne-
sini başkalarıyla paylaştığını hissediyor.
V.G: Bizi paylaşmayı sevmiyor. Asla kimin kızı olduğunu söylemez.
Her şey bir yana kızınız bir yana mıdır? Annem dizisindeki
rolünüzün gerçek hayatta bir izdüşümü var mı?
V.G: Hiçbir şey ondan önemli değil.
Tolga Örnek: Buna bir gözlemci olarak cevap vereyim. Ben bu kadar iş yo-
ğunluğu arasında çocuklarına bu kadar vakit ayıran anne-baba az gördüm.
Erkek olursa adı: Ulaş
İsmini kim koydu Alize’nin?
V.G: Ben koydum.
A.G: Şöyle bir karar aldık. Ben bir kız çocuğumuz olmasını çok istiyordum.
Vahide de erkek olursa mutlu olurdu. Sonuçta, sağlıklı olsun dedik ve şöy-
le bir karar aldık. Erkek olursa adını ben koyacaktım, kız olursa Vahide ko-
yacaktı ismini.
V.G: Erkekte hemfikirdik zaten. Erkek olsaydı, Ulaş olacaktı.
İsim seçiminde 68 kuşağının anıları etkili oldu, o kuşaktan
birçok insan çocuklarının adını Ulaş, Deniz, Yusuf koydu-
lar… “Ulaş” ismi sizin için ne ifade ediyordu?
A.G: Benim anım var. Ulaş Bardakçı’nın hikâyesi beni etkilemişti. Oradan
gelen bir isimdi. Ama sonra, erkek kardeşimin oğlu oldu. Onun isim ba-
bası biz sayılırız. Onun adı Ulaş. O sırada İstanbul’da yaşıyorduk biz. Ulaş
Fındıkzade’de öldürüldüğünde, ben ortaokulda öğrenciydim. O küçük ha-
limizle çok etkilenmiştik. Fotoğrafları falan hâlâ gözümün önündedir.
Okul biter bitmez evlendiniz, birçok konuda bugün olduğu
gibi aynı duyguları paylaşıyorsunuz. Uzun süren ilişkinizin
tılsımı da burada galiba…
V.G: Altan’ın artıları çok var. İyi bir baba, iyi bir eş. On yedi yıldır evliyiz.
Şöhret geldi, hoş geldi
Sizler şöhrete geç ulaştınız, ilişkinizi etkiledi mi bu durum?
A.G: Olur mu? Vahide yıllar önce Tempo dergisine kapak olmuştu. O yıllar-
da ‘Daha önce neredeydiniz?’ demişler. O da, ‘Biz buradaydık, asıl siz ne-
redeydiniz?’ diye cevap vermiş.
Bu nasıl bir duygu yaratıyor? Hak ettiğinizi biliyorsunuz, Bir
türlü kendinizi doğru ifade edemiyorsunuz.Bu süreç bir sa-
natçıyı hangi duygulara doğru iter?
V.G: Aslında bizim hayatımıza dönüp baktığımda, ne Altan, ne ben, kendi
adıma konuşuyorum, hiçbir zaman şöhret gibi bir şey düşlemedim. Ben bu
mesleği, oyunculuğu seviyorum. Benim hedeflerim arasında şöhret olmak
gibi bir şey yoktu. Altyapıma baktığınız zaman, ben bunun için çalışmadım
Ben tiyatro oyuncusu olmak için eğitim aldım. Bu arada annelik duygula-
rımla hareket edip çocuğumu büyüttüm birkaç yıl. Tekrar tiyatroya dön-
düm. Sinemaya sanat olarak saygım var tabii, ama tiyatro oyuncusuyum
ben. Sadece işimizi yapıyoruz. Hedefimiz iyi iş yapmak.
Vahide Gördüm
Altan Gördüm
26 B+ YAZ
A.G: Biz işimizi yapıyoruz, hakkıyla yapmak istiyoruz. O bize bir şöhret
yüklüyorsa, yapacak bir şey yok. Buraya birçok genç geliyor. Biz onlara ilk
başta, buraya geliş amaçlarını soruyoruz. Bir an önce şöhreti yakalamak is-
teyenler, bu bizim arzu ettiğimiz bir şey değil. Bu işi önce doğru yap diyo-
ruz. Daha sonra ünlü mü olursun, magazin basınına mı atlarsın, yarı çıplak
fotoğraf mı çektirirsin, ama ona hazır ol.
Bir filmden bir okul çıktı
“Devrim Arabaları” filminin yönetmeni Tolga Örnek’le bir-
likte Akademi 35.5’u kurdunuz. Sinemaya ve dizi filmlere
sanatçı yetiştirmeye karar verdiniz. Bir filmden bir okul çı-
kardınız. Üretken bir birliktelik oldu işbirliğiniz…
T.Ö: Önce bir filmden dostluk çıkardık. Bizim bir diziye ya da filme oyuncu
yetiştirmek gibi çok kısıtlı bir amacımız yok.
Akademi’nin adını neden 35.5 koydunuz?
V.G: Bu , benim isteğimdi. Karşıyakalılar kendilerine 35.5’lu der. İsim arar-
ken bir sürü şey düşündük. Hiçbiri samimi gelmiyordu, yapay, takma gibi
geliyordu. Ben rica ettim. Altan ve Tolga da beni kırmadılar. Karşıyakalıyım.
Karşıyaka’yı seviyorum. İzmirliyim. İzmir’i seviyorum. İstanbul’da bir İzmir-
li olarak bu ada yöneldik.
35 İzmir’in plakası anladım da, buçuk ne anlam ifade ediyor?
V.G: Bir yarım fazladır İzmirli olmaktan Karşıyakalı olmak. Çünkü sporda,
sanatta hep çok iyi çocuklar yetiştirirler. Baktığınız zaman, sanat okulla-
rında Karşıyakalı çoktur. Benim okuduğum 9 Eylül’de sinema bölümünde
özellikle Karşıyakalı kız çoktu. Karşıyaka da, kızları da çok güzeldir. Bu yüz-
den kendimizi hep buçuklu düşünürüz.
Ben de buçuğun okula gelen öğrencilerin ‘tamam, oldun sen’
denilene kadar geçireceği süreci anlattığını zannetmiştim.
V.G: Bak, bu yorum enteresan işte, şimdiye kadar hiç duymadım ama hoşuma da gitti…
Tolga Bey, tanışıklığınız “Devrim Arabaları” filminden mi?
T.Ö: Arkadaştık, tanışıyorduk. İkisini de tanıyordum önceden. Altan Abi ile
Gelibolu’da çalışmıştık. Vahide ile de başka bir proje için bir buçuk senedir
konuşuyorduk. Oyun Atölyesi’ne gidip oyununu izlemiştim iki defa, orada
da sohbetlerimiz olmuştu. Bu filmle ilgili konuşmaya başlayınca , hem film-
le ilgili, hem de film dışında çok sık görüşmeye başladık. Evlerimiz de ya-
kın. Görüşmeler sıklaştı. Artık hep beraber olmaya başlayınca, ki, hem pro-
je konuşuyoruz, hem hayatı konuşuyoruz. Bir sürü şey konuşuyoruz. Çok
ortak yanımız var.
Fikrini söylemekten korkmayanlar
Kuşak farkınız var ama dostluk bu farklılığı eritip gitmiş görünüyor…
V.G: Biz, üçlü olarak bir denge kurduk. Duygusal insanlarız ama, hep bir-
birimizi denetliyoruz.
T.Ö: Bu, büyük bir şans.
Her zaman, herkesle olabilecek bir şey değil.
V.G: Aynı ailedenmişiz gibiyiz, çok farklı ailelerden gelmemize rağmen.
Yapıları farklı ailelerin çocuklarıyız ama inanılmaz bir denge kurduk üçü-
müz.
T.Ö: Bir de biz birlikteyken, işteki meslek sıfatlarımızın önemi olmuyor.
Ben yönetmenim, onlar tiyatrocu, biz insan olarak bir arada olmaktan çok
keyif alıyoruz. Gülüyoruz, çok eğleniyoruz. Her şeyimizi paylaşıyoruz. Bir-
birimizi özlüyoruz da görmediğimiz zaman. Dostluğu da geçtik. Ailelerimiz
de iç içe geçti.
A.G: Tolga eşini alıp bize geliyor. Bütün programını Alize için bozabiliyor,
Alize’nin ne istediği Tolga için çok önemli. Burada dostluğun ötesinde bir
şeyler var.
T.Ö: Mesleki anlamda da çok ilginç bir denge oldu aramızda. Birbirimi-
zin fikirlerini çok iyi kollayabiliyoruz. İkimiz duygusal davranıyorsak, birimiz
sağduyulu ve mantıklı hareket ediyor. Her olaya, her soruna, her adıma üç
perspektiften bakıyoruz. O perspektiflerin hepsi dillendirilebiliyor ve fikir
söylemekten korkulmayan bir grubuz. Bu, hele sanat camiasında çok zor
bulunan bir şey.