28 B+ YAZ
Farklı oldukları tek konu: Siyaset
Siyasalı bitirseydiniz politikaya da atılabilirdiniz…
A.G: Amacım politikacı olmaktı. Şimdi teklifler geliyor…
V.G: Ben, birilerinin yanında durmam mesela. Muhalefet olmayı severim.
Kendi görüşüme bile muhalefetim. Tabii ki tarafımdır ama o tarafın yanın-
da durmam.
A.G: Ben duruyorum. Şu an İzmir Seferihisar Belediye Başkanı olan, be-
nim otuz yıllık arkadaşım. AST oyuncusuydu. Hukukçu, daha önce orada
gerici bir belediye vardı. Orada belediye başkan adayı oldu. Biz gittik ora-
ya bir gün, şiir dinletisi falan yaptık, halk toplantıları yaptık üç kişi .Onun çok
iyi şeyler yapacağından eminim.
Sanatçı olmak için ille de eğitim şartı mı? Alaylı, okullu
dengesi içinde alaylıların yeri ne?
A.G: Yetenek; ben hep öyle düşünüyorum, doğuştan getiriliyor. Yoksa,
tekniğini geliştirebilir insan. Şabloncu olur, ezberci olur. İyi bir ezberci olur
ama bir şeyi yorumlamak için içimizde olması gerekir bazı şeylerin. Spor-
da da böyle.
V.G: Teknik bile öğretmemişsinizdir, o doğal yeteneğiyle bunu çözmüş-
tür bile.
A.G: Ondan sonra yetenek gelir. Artı, o yeteneğin kullanılması için gerek-
li bilgi birikimi, teknik beceri, tabii eğitim kurumlarında verilmeli. Eğitim şart.
Ben ne kadar alaylı gibi görünsem de, kendimce AST’tan ders aldım.
V.G: Ben okul bitirdiğim halde AST’ta bir sürü şey öğrendim. Kim olduğu-
nuzun önemi yok. Her gelen projede yeniden, ilk defa karşılaşılıyormuş gibi
davranmak, çalışmak zorundasınız. Taa ki, ölünceye kadar.
A.G: Her projeden bir şeyler öğrenebilirsiniz. Eğitim işine girdik, Vahide ki-
taplarını yeniden çıkardı. İhtiyacı var mı baktığınız zaman? Yok.
V.G: Tolga da, Altan da kitaplarını çıkardılar. Dershane için, ders çalışıyo-
ruz. Tersi, karşınızdakini ciddiye almamak olur.
Usta oyuncular Akademi’de
Eğitim kadronuzu hangi kriterlere göre oluşturdunuz?
A.G: Sanat pozitif bir bilim değil. Köşeleri yok. Özellikle sanatsal eğitimde
bu yok. Oyuncu kadrosunda da kendi aramızda dil birliği, hayata bakışta
birlik oluşturabileceğimizi hissettiğimiz arkadaşları tercih ettik.
V.G: Akademide ben temel oyunculuk dersleri veriyorum. Maltepe Üniversitesi’nde
öğretim üyesi Gürhan Bey ile ikimiz temel oyunculuk dersi veriyoruz. Altan temel
oyunculuk dersi dışında dublaj ve diksiyon derslerine giriyor. Başka arkadaşlar da
gelecek. Sungun Babacan var mesela. Benim için Ankara’daki ve Türkiye’deki
dublajın temel taşlarından biri kendisi. Altan Erkekli var. Tiyatro, oyunculuk dersle-
ri veriyor. Altan Abi bizim Tolga’dan önce hayatımızda olan, kadim dostumuzdur.
Onunla aynı sahneyi paylaşmaktan gurur duymuşumdur, hocamdır.
Tolga Örnek ve Vahide Gördüm Akademi 35.5’un kadrosunda
ünlü oyuncular yer alıyor.
“Eşim önderimdir” diyen Vahide Gördüm, Altan Gördüm’ün öğrencilerine anlattıklarını ilgiyle izliyor.
B+ YAZ
29
Akademi 35.5’ta farklı neler var?
A.G: İyi bir kitap arşivimiz olduğunu düşünüyoruz. Arşiv anlamında ciddi bir
kütüphanemiz var. Oyun kitaplarının yanı sıra teorik tiyatro kitapları, film se-
naryoları, ama özgün senaryolar bunlar, Türkiye’de yok, Türkçeye çevril-
memiş ve çok özel filmlerin olduğu, öğrencilerimizin gelip rahatlıkla kulla-
nabileceği, akademide bunun için düzenlenmiş bir salonumuz var. Öğrenci
gelecek, o filmin DVD’sini kulaklığını takıp izleyebilecek. Kimse bize, bunu
yapın demedi, böyle bir zorunluluğumuz yok. Bizi, bunların olması gerekti-
ğini düşündük ve yaptık.
Tolga Bey, sizce sanatçı olmak için eğitim şart mı?...
T.Ö: Eğitimin her zaman bir avantajı var bence. Eğitim, bir düşünce pren-
sibi, düşünce felsefesi getirir. Eğitim almayan biri oyuncu olamaz diyemem
ama eğitimin çok büyük avantajları olabileceğine inanıyorum.
35.5’ta hangi yeniliklerle karşılaşacaklar?
T.Ö: Buraya geldiğinde öğrenciler ya da oyuncu adayları, onların isteye-
rek geleceği, sanat konuşabileceği, kendilerini geliştirebilecekleri-dersler
dışında- hem eğitmenleriyle sohbet edebilecekleri, senaryo, kitap okuya-
rak, ulaşamayacakları filmleri izleyerek bir yer bulmalılar. Genel bir perspek-
tif vermek amacımız bizim. Sanat penceresinden bakabilmeliler, estetikle
bakabilmeliler. Onları her alanda geliştirmek istiyoruz. Burası 3 katlı. İki bü-
yük oyunculuk atölyemiz var. Teorik derslerimiz için iki dersliğimiz var. Ses-
lendirme için de uygulamalı bir stüdyo sınıfımız var. Derslere gelince, öğret-
menlerin özgeçmişlerini ve tecrübelerini alt alta koyduğunuz zaman, cid-
di bir tiyatro. Ciddi bir teori ve kuramsal eğitim de var. Biz buradan çıkan
insanların yeteneğine değil, kişiliğine de kefil olmak istiyoruz. Oyunculuk
mesleğinin ahlâkını da vermek istiyoruz. Çünkü ne kadar iyi oyuncu olursa-
nız olun, görüşmeye, sete zamanında gitmezseniz olmaz. Bunlar bizim açı-
mızdan çok önemli.
Sanatçılık empoze edilemez
Peki, öğrenci seçmede kriterleriniz neler?
A.G: Bir defa, yetenek olacak. İnsani değerleri olacak ve bilgiye, gelişime,
kültürel yapılanmaya açık olacak.
Sokakta sizi etkileyen herhangi bir gence de başvurmasa
bile, sen sanatçı olabilirsin der misiniz?
T.Ö: Bu iş mühendislik değil. Sanatçılığı kimseye empoze edemezsiniz,
yapıştıramazsınız. Temel tek kriter vardır. İstemesi.
V.G: O istekten yola çıkılarak yetenek fark edilir ve geliştirilir.
“Devrim Arabaları” filmini konuşalım biraz da… İlk defa se-
yircinin isteğiyle bir film tekrar vizyona girdi…
T.Ö: Film ilk gösterimden kalktıktan sonra, daha fazla konuşulmaya baş-
landı. İzleyenler birbirine tavsiye ettiler. Kulaktan bir yayılma oldu. Bir de
ödüllere aday oldu film. Böylece gündemde kaldı. İnsanların görme arzusu
arttı. Sinemaları aramışlar.
Bize aşağılık kompleksi aşılandı
Devrim Arabaları filmini izleyince gelişmemizin önünü
tıkayan bizi dışa bağımlı hale getirmeyi hedefleyen
o zihniyetin değişip, değişmediğini de sorguluyor insan…
Sizce o zihniyet değişti mi Türkiye’de?
T.Ö: Daha bile güçlendi bu zihniyet. Ben bu konuda biraz daha sertim. İlk
gösterimde, ki bu bir oyuncu olarak benim için bir görev filmiydi, 1961’de
“Devrim Arabaları”nı mahkûm eden zihniyet, 2008’de de karşımıza çıktı.
Bazı, sanatla ilgili medya kuruluşları bu filmi görmezden geldiler. Bu filmin
sözünü bile etmediler. Değil sözünü örtmek, yok kabul ettiler. Yıllardır bize
aşılanan bir aşağılık kompleksi var ya, “yapamayız biz, yapmayalım” şeklin-
de, bugün şu okulla ilgili bile bu yorumlar oldu. Ama biz yaptık işte, oldu, ya-
pacağız da. Bu boş bir hayal değil. Biz buraya aynı anda yirmi tane adam
gibi eğitmeni toplayabiliriz.
Bu filmin gençlere aktardığı duygu ne olmalı?
T.Ö: Bunu, bir öğrencinin cevabıyla yanıtlayayım. Bir okula söyleşiye git-
tik, sekizinci sınıfta bir kız öğrenciydi. “Sizin bu filminiz dedi, inanırsak, çalı-
şırsak her zorluğu aşabileceğimizi anlatıyor” dedi. “Ben bu filmi izledikten
sonra daha iyi bir insan, daha iyi bir öğrenci olmaya karar verdim” dedi. Ben
bunun üstüne daha fazla bir şey söyleyemem.
A.G: Bunları duyunca, ne kadar doğru bir iş yaptığımızı anlıyoruz. Bu me-
sajın ulaşması önemli.
T.Ö: 200 bin kişiye ulaştı film. Ben bu 200 bin kişinin en az 190 bininin ha-
yata farklı bakacağını-ki aralarında gençler vardı izleyenlerin- tahmin edi-
yorum. Bizimki bu filmde bir “yol gösterme” oldu.
Gençleri bugün hangi sorumluluk bekliyor?
“Bugün” diyorum, “gelecekte” demiyorum.
Çünkü gün, bugünü “kurtarma” günüdür. Ne dersiniz?
T.Ö: Şu anda Türkiye nüfusunun yüzde yetmiş beşi, 25 yaşın altında. Böyle
genç bir potansiyel var. Bu ülkenin geleceğini, bu gençlerin duruşu, tercihi
belirleyecek. Bu gençliği kazanamayan, bu ülkeyi de kazanamaz.
Sanatçılık nasıl bir sorumluluk yüklüyor sizlere?
V.G: Ben, insan olmaktan yanayım
A.G: Bu ülkede, aydın olma sorumluluğu esas olan. Ünlü sanatçılarla aynı
sıfatı taşıyor olmak beni düşündürüyor. Biz,aydın, entelektüel olmak, özel-
likle geri bıraktırılmış, ciddi anlamda düzen değişikliğiyle karşı karşıya oldu-
ğumuz bir ülkede, insanlara çok daha fazla sorumluluk düşüyor.
V.G: Mücadele edeceğiniz alanlar da daralıyor. Eliniz, kolunuz bağlı, hiçbir
şey yapamıyorsunuz.
A.G: Tolga mütevazılığından söylemiyor ama ben söyleyeyim. Bu filmi ya-
pay bir platoda çekmemiz çok büyük bir mali yük getirdi. O mali yükü rek-
lamda kullansaydık, 200 bin kişi, belki 300 bin kişi olacaktı. Bu da başka
bir engelleme.
Görünen o ki, bu üçlüyü daha pek çok projeyi hayata geçirirken zevkle iz-
leyeceğiz. İnançla çıktıkları yolda karşılaştıkları engellemeler onları yolların-
dan döndürmeye yetecek gibi görünmüyor. Onları tanımak mutluluğuna
erişen bizlere söyleyecek tek bir söz kalıyor: “Yolları açık olsun!”
“ İnanırsak ve
çalışırsak
aşamayacağımı
zorluk yok”