İmge Kitabevi Yayınları: 41 Joseph Campbell



Yüklə 2,24 Mb.
səhifə24/27
tarix25.11.2017
ölçüsü2,24 Mb.
#12368
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   27

(*) Bkz. sayfa 221.

401


mevcuttu kimse bilemez. Fakat Eddalar, Sagalar ve Nibelungenlied'in zamaruyla ilgili bir kuşku da olamaz. Büyük Hellenistik, uyuşmacı mitsel iletişim üslubunun Roma sınırlarından Germen ırmak ve or­manlarına ulaştığı yolları tanımak da zor değil.

Öncelikle runik yazının kanıtı var, kuzeyli kabilelere Tacitus'un zamanından sonra ulaştı. Bugün bu yazının Yunan alfabesinden Hel-lenleşmiş Gotik eyaletlerinde, Karadeniz'in kuzey ve güneybatısında geliştirildiği düşünülüyor. Sonra, herhalde eski Tuna ve aşağı Elbe ticaret yoluyla, güney ban Danimarka'ya geçti; burada I.S. 250 yıllarında görüldü. Kısa zamanda Norveç, İsveç ve îngiltereye taşındı. Temel runik alfabesi 24 (3 x 8) harfti, her birinin büyüsel ve gizemli bir değeri sözkonusuydu. İngiltere'de harf sayısı 33'e çıktı, İskandinavya' da 16'ya indi. Germen Vilkerwanderung(*) alanı bo­yunca çeşitli runik yazılarla dolu anıtlar ve eşyalar vardır, bazıları uğursuzluktan bazdan sevgiden sözeder. Örnek olarak, İsveçde bulu­nan VII. yüzyılın sonlarından kalma bir taşda 'Bu run'un gizli an­lamıdır: Burada güçlü run'lar sakladım, kötü büyücülükten korudum. Bu anıü yıkan büyülenip sürgünde ölecek' yazar. Almanya'da bulu­nan VI. yüzyıla ait metal broşda da: 'Boso runları yazdı Dallina,'seni kucakladı' yazıyor/30)

Run'ların bulunuşu ve yayılışı kuzeyin barbar Germenleri arasında bağımsız bir etkinin dolaşımını belirler, aynı yüzyılda aynı Hellenist merkezlerden Mithra'nın gizeminin Tuna ve Ren'deki Roma ordularına geçtiği gibi. Eskiden run'larla hangi "bilginin taşındığını bilmiyoruz, fakat sonradan bilgi genelde Neoplatonik, Gnostik Budist bir mistisizmi taşıyor olmalı, bundan kuşku duyulmaz. Odin'in (Wo-dan) İzlanda şiirsel Edda'daki ünlü satırları, onun, run bilgisini nasıl kendini tüketerek elde ettiğini anlatıyor ve bu bağıntıyı kesinlikle or­taya koyuyor:

Rüzgarlı ağaçta asıldığımı sanıyorum,

tam dokuz gece orada asıldığımı; Mızrakla yaralanmıştım ve kendimi Odin'e sundum

kendi kendime.

(*) Volkerwandening: Teton halkların özellikle batı ve güney Avrupa'ya göçü. I.S. II. yy.da başlayıpV ve VI. yyJarda doruğuna ulaşan 'kavimler göçü' ile kuzeyliler İngiltere ve Fransa'ya yerleşmişler, Roma İmparatorluğunun çöküşü ile eski çağ ile orta çağ dönüşümünde etkin olmuşlardır (çev. notu)

402


Öyle bir ağaçta, ki kimse bilemez

kökünün yanından ne geçtiğini. Orada kimse beni ekmek veya boynuzla mutlu etmedi,

Ve oradan aşağı baletim; Runlan gördüm, haykırarak onları aldım,

Ve geri düştüm. ' Sonra kuvvet bulmaya ve bilgilenmeye başladım,

Büyüdüm ve iyileştim; Her sözcük beni başka sözcüğe götürdü,

Her iş başka işe.^31'

Bu satırları kimin yazdığını kimse bilmiyor. Codex Regius diye bi­linen çok değerli elyazmasında bulunuyorlar, Kopenhag'da Kraliyet Müzesinde. I.S. 1300'lerde yazılmış gibi görünüyorlar ve içeriği (dilin biçiminden çıkarıldığıyla) l.S. 900 ve 1050 yıllarında oluşmuş olma-h-(32) Yani büyük Viking yayılışının İskandinavya'dan Fransa ve Bri­tanya Adalarına vardığı dönem-tzlanda'ya, Grönland'a, Nova Scotia ve Massachusetts'e. Aynı zamanda Novgorod ve Kiev'deki Viking kral­lar dönemi, namlarından, Rhos veya Rus (Eski Norveç, rodr, 'kürek çekmek'?)'33), Rusya'nın adı geliyor. Bu yıllarda Avrupalı Hıristiyanlar dualarına 'bizi Norveçlilerin gazabından koru!* diye ekliyorlardı.

Tacitus'un ilkel kayıtlarından sonra çok şeyler gelip geçti. Önce­likle Asya'da Hun akınları bütün Germen dünyasını harekete geçirdi, kabileler doğudan batıya atıldı, kuzeyden güneye ve her yandan ileri geri savruldu, ikincisi, bu kaynayan kazana sürekli bir etki akımı vardı; ilki güney doğuda VI. yüzyıldan beri güçlenen Bizans ve ikinci­si Sicilya ve ispanya'dan gelen islam. Bu dönemde İrlandalılar, en çok da Iona adasındaki St. Colümba manastırında ki misyonerler (İS. 563de kurulmuştu) alınlarım bir kulaktan ötekine traş edip saçlarını arkadan uzatırlar, ellerinde uzun sopalar, sırtlarından sarkan deri su torbalan, azık çantaları, yazı tahtaları ve dua kitaplarıyla, Meşinin bil­dirimini büyük bir gayretle kendilerinin öğrendikleri topraklara geri getirirlerdi; Konstanz Gölüne ve Milano'ya kadar güneylere sızı­yorlardı. İS. 750'de Viking dönemi başladığında, önceki dönemin Germenleri yerleşmiş, oturmuş Hıristiyan Avrupalı kültüre sahip bir eyaletin üyeleri olmuşlardı. Şimdi de güneybatıdan Mağripliler ve güneydoğuda sendeleyen Bizans Hıristiyan împaratorluğunu'nun et­kisi altındaydılar. Çürümüş Roma düzeninin devamı veya ondan son-

403

ra uygarlaşma sözkonusu değildi, yeni ve hızlı Gotik düzenin kuru­luşu gerçekleşiyordu. Ve uzak kuzeyin Vikingleri Tacitus'un yedi yüzyıl önce yazdığı gibi ilkel kabileler değillerdi, gelişmiş, güçlü bar­barlardı; büyük deniz araçlan yapıp yüzdürüyorlar, seçkin biçimde dövüşüyorlar, altı yüz parçalık donanma halinde açılıyorlardı. Birçok­tan yirmi beş yarda yüksekliğinde ve otuz tonluk gemilerdi.



l.S. 800 yıllarında bir vakanivüs şöyle yazıyordu:

'Gemilerin sayısı artıyor, Vikinglerin sonsuz akını artışını hiç dur­durmuyor. Her yerde Hıristiyanlar katliamlara kurban oluyor yakılı­yor, soyuluyor. Vikingler her yönden geliyor ve kimse onlara karşı koyamıyor, Bordeaux, Perigueu, Limoges, Angoluleme ve Toulouse'u alıyorlar. Angers, Tours ve Orleans yıkıldı ve sayısız gemi Seine'den ilerliyor, kötülük bütün bölgede yayılıyor. Rouen yıkıldı, soyuldu ve yakıldı, Paris, Beauvais ve Meaux alındı, Melun'un güçlü kalesi yerle bir oldu, Chartres ele geçti, Evreux ve Bayeux yağmalandı ve kasaba talan edildi. Bir kasaba, bir manastır kurtulamadı. Bütün halk kaçıyor, 'ülkemiz, çocuklarımız ve evlerimiz için kalıp savaşalım' demeye çok az insan cesaret edebiliyor. Kendilerinden geçmiş, rekabete düşmüş kılıçla savunmaları gereken şeyi haraçla kurtarıyorlar, Hıristiyan krallıklarını yokolmaya terkediyorlar.'^

Korkunç felaketin öte yanında ise büyük Viking ozan ve savaşcı-büyücü Eğil Skallagrimson'un (l.S. 930) çocukluk şiirini buluyoruz:

I

Annem bana dedi ki:



Benim için alınacakmış,

Bir gemi ve biçimli kürekler,

Vikinglerin yaşamına katılmam için-

Pruvada dikilmem için ve

Güzelim kalyonu sürmem için,

Onu limana sokup ...',-

Rastladıklarımı kesip devirmem için'36)

Eğer tanrı Thor'da, karakterinde, halkının ham anılan varsa -pa-leolitik çekiç ve ilkel canavar-avcısının cesur işleri— VVodan'm (Odin, Othin) karakterindeki bütün ilkel izler de silinmiştir; yerini çelik gibi parlak simgesel bir figür almıştır, işlenmiş ve parlak bir yüzey ve şaşırtıcı bir derinlik vardır. VVodan özenle kurulmuş, derinlemesine anlaşılmış bir kozmolojinin babasıdır, öğrendiğimiz bütün büyük

404

düzenler gibi, esinini eski Sümer'in kahin anlayışında bulmuştur ve Zerdüştcü, Hellenist ve muhtemelen Hıristiyan düşüncesinin etkileri altında gelişmiştir. Mithranın militarist gizeminin yansımalarını gör­düğümüz savaşçı bir mistisizm ile güç bulmuş ve özel bir kader an­layışı ile huşu yaratan Anglo-Sakson sözcük ıvyrd'da özü ortaya çık­mıştır: bizim 'weird' sözcüğümüz 'kader' anlamım da oradan alır; Makbet'in Kader Tanrıçalarının kaderi gibi.

Wodan'in cennet gibi savaşçılar salonunda 432.000 savaşçının kaldığım zaten söylemiştik/37) Bu savaşçılar kozmik eon'un sonunda 'savaş Kurdu'yla birlikte koştururlar ve tanrılar ve cinlerin savaşına katılırlar. Bu günün şafağında devlerin gözcüsü Eggther harpım çalar ve üstündeki kırmızı ve güzel horoz, Fjalar, öter. Tanrılar için de ho­roz Gollinkambi öter; yerin- altında da başka bir horoz ötecektir, pas kırmızısı bir horoz tanrıça Hel'in kanundadır. Ve sonra, kader-yüklü mısralarında okuduğumuz gibi, cehennem köpeği Garm ininin önün­de üluyacaknr; bukağı kırılacak ve kurtlar kaçacaktın 'Daha çok bili­yorum' diyor bu nusralan yazan kahin, "Ve tannlann kaderini gö­rüyorum':

Kardeşler dövüşecek ve birbirlerini devirecek, Kızkardeşlerinin oğullan akrabalığı lekeleyecek; Güçlü orospoluktan dünyada işler zor; Balta-zamanı, kılıç-zamanı, kalkanlar yırtılmıştır, Rüzgar-zamanı, kurt-zamanı, dünya yıkılmadan önce; HiÇ bir insan ötekini sağ bırakmayacak.

Yggdrasil sallanır ve sallar eski parçalan, ve dev gevşektir.

Tanrılar nerde?Periler nerde? Hep Jotunheim homurdanıyor, tanrılar toplantıda; Taş kapının yanındaki cüceler kükrüyor, Kayaların efendileri: Daha bilebilir misiniz?*38*

Bir başka kıyamet önümüze böyle geliyor.

Doğudan gemilerine Naglfar'a binmiş devler geliyor, gemi ko­parılmış brnakdan yapılmıştır, kalkanım yukanda tutan dev Hrym

405

tarafından yönetilmektedir. Yanısıra Yılan Midgard yüzmektedir ve yukanda dev bir kartal çığlıkları atar. Kuzeyden bir başka gemi gelir. Hel halkı gemiye dolmuştur, yönetiminde şekil-değiştiren Loki var­dır. Güneyden üçüncü bir gemi görünür, yekesinde Sürt, ateş dün­yasının yöneticisi vardır. Othin Kurtlara katılmak için gelir. Tanrı Freyr Surt'u arar. Othin düşer ve oğlu Vithar öcünü alır, kılıcını Kurd'un Kalbine sokar. Thor Yılanla tekrar karşılaşır. Parlayan Yılan cennete dalar ve Thor kızgınlıkla onu keser, fakat dönerken dokuz adım atar ve düşüp ölür.39)



Güneş kararır, dünya denize batar, •

Cennetten inen sıcak yıldızlar tekerlenir; Buharı ve yaşam-besleyen ateşi şiddet basar, Ta ateş cenneti geçene kadar.

Ama sonra, işte?

Şimdi dünyayı yenilenmiş mi görüyorum Dalgalardan yemyeşil yükselmiş; Şelaleler dökülüyor ve kartallar uçuyor, Ve uçurumların dibinde balıklar avlanıyor.

Sonra ekilmemiş tarlalar olgunlaşmış meyvalar verir, Bütün hastalar iyileşir, ve Baldr geri gelir; Baldr ve Hoth Hropt'un savaş-salonunda yerleşir, Ve güçlü tanrılar: Daha bilebilir rhiziniz?^40)

Tartışmaya gerek yok. Kozmik yaşam ağacı ve runik akıl, dört kozmik yön ve onların güçleri, 432.000 yıllık büyük eon'un kozmik savaşla son bulması, yokolma ve yenilenme, sistemin bütün imgeleri artık tanışık olduğumuz biçimle tamamiyle uyuyor. Burada, bütün mitosa bulaşan kişileşmemiş kozmik bir süreç dikkat çekiyor. Aynı zamanda da bazı bilimadamlarına İran Zerdüşt kökeni düşündüren zıt güçlerin karşılaşması var. Dev gemi, tırnakdan yapılmış Naglfar da İram çağrıştırıyor. Orada.da doğru dürüst tırnak kesmemek bir suç olarak kabul edilmekteydi. Fakat Edda mitolojisinde zıt güçlerin ahlaki bir içeriği yoktur. Sonraki devrede zıtlıkların biteceğine ilişkin bir beklenti de bulunmamaktadır.

406

Eski Germen düşüncesinde dünyanın başlangıcının ve yeniden başlangıcının ahlakla ilgili bir yönü yoktur özünde fiziksel bir çelişki ve etkileşimdir. Snorri Sturiuson nesir Edda'smda anlatır:



'Başlangıçta Esneyen bir Yarık vardı. Kuzeyden, sonra, soğuk Pus-lu-Dünya göründü, ortasında bir kuyu vardı. Buradan dünyanın ır­makları aktı. Güneyde ısı dünyası göründü, parlıyor, yanıyordu ve tu­tunacak yeri olmadığından ordan geçilemezdi. Ve kuzeyin buzlu akın­tıları güneye doğru akarak, buz la şan köpük gibi bir zehir oluşturdu. Akıntılar durdu ve ortasında kırağı oluştu. Ve güneyin soluğu kıra­ğıyı eritince, onun damlasından kocaman uyanan bir dev, Ymir biçi­minde yaşam çıktı.

Ymir'i ter bastı ve sol elinin altında erkek ve kadın oluştu, bir aya­ğı da ötekinden bir oğul doğurdu» böylelikle Kırağı Devleri görün-düler. Dahası, kırağıdan bir inek yoğunlaşıp oluştu, adı Audum-la'ydı, memesinden dört süt deresi akıyordu ve Ymir'i besledi. İnek buz kalıplarını yaladı, kalıplar tuzluydu ve yaladığının ilk günü saç çıktı, ertesi gün bir adamın başı göründü, ertesi gün bütün adam orta­daydı. Adı Buri'ydi, güzel yüzlü, ulu ve güçlüydü.

Buri'den Borr doğdu, o da bir devin kızıyla evlendi ve üç oğlu ol­du: Othin, Vili ve Ve. Ve dev Ymir'i kesti ve gövdesinden dünyayı, ka­nından deniz ve suları, etinden toprakları, kemiklerinden kayalıkları, kırık kemiklerinden ve dişlerinden kaya ve taşlan yarattı; cenneti ka-fatasından yaptı, dünyanın üstüne yerleştirdi ve her köşenin altına bir cüce yerleştirdi. Güneyden ateş ve kıvılcım getirdiler, bazılan gökte dolandı, bazılan sabit kaldı, böylece güneş, ay ve yıldızlar ya­pıldı. Ve dünya, çevresindeki derin denizle daire şeklindeydi. Dün­yanın dış kenarım devlere verdiler, iç kısmında dünyayı çevreleyen büyük bir kale yaptılar: Buna Midgard dediler. Ymir'in beyninden bu­lutları yaptılar. Ve iki ağaçtan erkek ve kadım yarattılar(*) ruh ve can verdiler, akıl ve duygu verdiler ve biçim, konuşma, duyma, görme ve elbiseyle ad sağladılar. Dahası /"dünyanın ortasında kendilerine bir şehir yaptılar. Bu şehrin birçok öyküsü ve masalı vardır. Othin orada yüksek bir yerde kansı Frigg'le oturdu. Ve onların nesli Aesir olarak bilinir. Ona herşeyin Babası denir çünkü o bütün tannlann ve insan­la nn babasıdır ve herşey onun demesiyle ve onun gücüyle oldu.'*4 '

Taunlar her gün Ash Yggdrasil'in, bütün ağaçların en büyük ve en

(*). Bkz. sayfa 175.

407


iyisinin dibinde karar verirlerdi. Ağacın dallan bütün dünyaya yayı­lırdı ve üç kökü vardı: biri Aesir arasındaydı, biri daha önce Esneyen Boşluk olan Kırağı Devlerinin arasında, üçüncü Puslu Dünya'daydı. üçüncü kökün dibinde koca yılan Nidhoggr vardı ve aşağıdan kökü kemirirdi.(*) Kırağı Devlerinin arasındaki kökün dibinde Mimir'in akıl kuyusu bulunuyordu, kuyuyu Mimir gözetirdi. Mimir kuyudan içti içeli çok eski destanlarla doludur. Aesir içindeki kökse cennetde-dir. Urdr diye bilinen kutsal kuyu ordadır. Tanrılar bu kuyunun ya­nında mahkeme kurarlar. Ash'ın tepesinde bir kartal oturur ve göz­lerinin arasında bir şahin oturur, kökünde kemiren yılan vardır, bir de sincap, Ratatoskr, Ash'ın gövdesinde aşağı yukarı koşar, Kartalla Yılan arasında kıskançlık sözcükleri taşır. Dört karaca ağacın dallan arasında koşar ve yapraklan ısırır...

Gördüğünüz gibi, herşeyin babası Othin ağaçta asılıdır ve Mesihin çarmıhta asılı olduğu gibi, mızrakla delinmiştir: mızrak kendi mız­rağıdır; o runlann bilgeliğini kazanmak için kendi kendinin kurba­nıdır (kendisi kendisine). Fakat benzerlik daha çok Mesihle değil Bod-hi-ağacındaki Buda'yladır, çünkü burda amaç aydınlanmadır, kız­dırılmış bir tanrıya kefaret ve günaha düşmüş bir ulusa merhamet sağlayıp kurtarmak değildir. Ama öte yandan Buda'nır tersine, Ağaçtaki Adamın karakteri bütünüyle dünya ile dir ve özellikle kahra-manca-şairce bir düzen oluşturur. Hergün büyük savaşcı-salonunda şampiyonlar şafakla kalkarlar, zırh giyerler, huzuna girip dövüşür ve birbirlerini devirirler. Bu onların sporudur. Akşamlan dönerler ve Valkyries onlara tükenmez bir mead'la(**) hizmet eder, sonra aşkla on­larla oturur. Ve şiir meadınm da sahibi ve dağıtıcısı bu tanrıdır. Çünkü Viking donanmalarının gücü ve ihtişamı savaş sanatlarında, ozanların şiirlerindeki sanatta ve runlardaki bilgelikdeydi.

Şiir Othin'in ale'i(***) idi ve onun şiirinde yaşam gücü vardı. Fakat onun o kadar çok formu ve adı vardır ki onun bilgeliğinden hayretlere düşmüş bir kraliyet adayı bir defasında şikayet etmişti: 'Bütün efsa­neleri bilen akıl gerçekten iyi olmalı ve bütün bu adlara yol açan örnekleri bilmek de fena olmamalı'. Mistik bir öğretmen kılığında tanrının kendisini yanıtlar Gerçekten araştırıp sıralamak için çok faz­la bir bilgi. Ama işin özeti, adlarının çoğu ona bu şanstan dolayı veril-

O Bkz. sayfa 48-49.

(**) Mead: ma yalandırılmış bal ve sudan yapılan alkollü bir içki.



(***) Ale: bir çeşit bira (çev. notu).

408


mistir dünyada bir çok dil vardır herkes onun adını kendi dilinden söylemenin gerektiğine inanmıştır/ böylelikle ona daha iyi dua edebi­leceklerini ve onu kendi yanlarına alacaklarım düşünmüşlerdir. Ama bu adlar da onun gezilerindeki olaylar da etkili olmuştur ve masallar­da anlatılmaktadır. Bu büyük olayları anlatamazsan sen de akıllı bir insan olamazsın'.**2'

Belki de Othin'in en dikkate değer maceralarım, onun bilgisini bize aktaran, gerçekten de şairlerinin sonuncuları olan Hıristiyanlık iddiasındaki kimseler yazmışlardır; şiirsel Edda'lann yazarı olduğu düşünülen Saemund (1056-1133) ve nesir Edda'run yazan, savaş şefi, ozan Snorri Sturluson (1179-1241). Rönesans şairlerinin Kilise öncesi Yunan tanrılarından mistik bir dili canlandırmak için yararlanmalan gibi bir ruhu önceden canlandırmışlardır. Edda sistemi -okumasını bilenler için- yüzyıllardır Avrupa'nın en önde gelen zihinlerinin güç bulduğu aynı Stoik ve Neoplatonik temalardan kaynaklanmaktadır ve Pelagiuscu inanışı olanlar, doğanın hiç bir zaman katlanamaya­cağını düşünenler için eski tanrılar meleklerden farklı değildi. Ger­çekten onlar kendini hiçe saydıran Hellenist gizemlerin kuzeyli eşde­ğerleriydiler, ikonografilerinden ve ritüel destanlarından Hıristiyan­lığın incili türetilmişti. Eddalarda da Kelt kahraman masalları gibi, yani Kells Kitabının yılan-aslanları olmadan İncil'i düşünmek (ina­nan biri söyleyebileceği gibi) değerli bir mücevherin olmamasıdır, fte kat runlan okumayı öğrenenler için -Othin'in kendisini feda ettiği harfler- doğanın kendisi her yerde hazır ve nazır mücevheri barındırır.

3. ROMA

Aşağıdaki yetkiyle düzenlenmiş Hıristiyan mitosu güçlü Papa Innocent m (1198-1215) tarafından Dördüncü Lateran Konsülünde Kasım 1215'de ortaya konmuştu. Amaç, bütün düşünen insanların bundan böyle düzene girmesini sağlayacak nihai Procrustes(*) yatağını saptamaktı. Ve gerçekten Kilisenin parlak bir devlet ada­mının zamanında düzenlenmişlerdi, seçkin kaleminden 4800'den faz­la kişisel mektup kalmıştır. Tarihçiler ona 'papaların en büyüğü'

(*) Procrustes: Yunan mitolojisinde boylarını yatağa uydurmak için konuklarının kol ve bacaklarını kesip uzatan veya kırıp kısaltan dev. (çev. notu).

adını verirler. Din tarihlerinde IV. Lateran Konsülü Ortodoks oydaş-manın dünyanın hâlâ görmediği sapıklık üstünde en korku uyan­dıran zaferini sağlayan bir toplantıdır ve toplantıyı Papa düzenlemiş ve başkanlık etmiştir. Üa bin yıldır saygı gösterilen incili insanoğ­lunun bildiği en saf cümleyle aşk ilkesi ile yorumlayan papalık gücünün de zirvesidir.

Petrus'un anahtarlarım elinde tutan bu büyük mirasa şöyle yaz­maktadır:

'İnanıyor ve açıklıyoruz ki; yalnızca tek gerçek tanrı vardır: son­suz, sınırsız ve değişmeyen, kavranılmayan, her şeye gücü yeten ve anlatılamaz, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, gerçekte üç kişi fakat özünde bir, yapısında ve doğasında hepbirlik; Baba kimsenin değil, Oğul yalnız Babanın ve Kutsal Ruh aynı ikisi gibi, başlangıcı olmayan ve sonu bulunmayandır; Baba doğurtur, Oğul doğar ve Kutsal Ruh sü­rer; özleri birdir ve aynıdır ve birlikte kadiri mutlaktır ve birlikte son­suzdur; herşeyin tek ilkesi, görülen görülmeyen herşeyin yaratıcısı, ruhsal ve bedeni olarım yaratıcısı; Onun herşeye yeten gücüyle za­manın başlangıcından beri yaratılışın iki formu da, ruhsal ve bedeni olan kurulmuştur, meleklerinki ve dünyevi olan, ve sonra ruh ve be­denden oluşan insan yaratılmıştır. Şeytan ve öteki cinler de Tanrı ta­rafından yaratılmıştır; onlar kendi yaptıklarıyla kötü olmuşlardır. Fa­kat insan Şeytana uyarak günah işlemiştir.

Kutsal üçlü, ortak özünden dolayı bölünemez, kişinin niteliklerin­den uzaktır, önce, mükemmel tasarlanmış çağların sırasına göre, insa­noğlunun kurtuluşunun bilgisini Musa'ya vermiştir ve öteki peygam­berlerle öteki kullarına iletmiştir.

Sonunda tek tanndan olma Tanrı Oğlu, Mesih îsa, bütün üçlünün vücut bulmuş hali, Bakire Meryem'den Kutsal Ruh yoluyla doğmuş ve insan yapılmıştır, insan ruhu ve etine bürünmüştür, iki yapılı bir insandır, yaşam yolunu bütün açıklığıyla göstermiştir. O, kutsal­lığından dolayı ölümsüzdür ve acı çekmez, fakat, insanlığından do­layı acı çekebilmiştir ve ölümlü olmuştur. Ve O, insanoğlunun kurtu­luşu için çarmıhda acı çektiği ve öldüğü için, cehenneme inmiş, ölümden tekrar dirilmiş, cennete yükselmiş, fakat ruh olarak inmiş ve gövdesiyle yükselmiştir ve dünyanın sonu geldiğinde iki şekliyle birden gelmek üzere yükselmiştir, dirileri ve ölüleri yargılayacaktır, her insanı -yaptıklarına göre değerlendirecek, günahkarların ve seç­kinlerin işlerine göre karşılıklarım verecektir, onlar şimdiki gövde-

410

leriyle kıyam edecekler, yaptıklarına göre onu edinecekler; iyi veya kötü, kötü olanlar sürekli bir cezaya çarpılacak, iyiler Mesihin sonsuz rahmetine kavuşacak.



inananların tek evrensel bir Kilisesi vardır, onun dışındaki hiç bir insan kurtalamaz, Mesih Isa bu Kilisenin papazı ve kurbanıdır, eri ve kanı sunakdaki ekmek ve şaraptadır, ekmek gövdesinin özüyle birdir ve şarap kutsal güçle kanı olmuştur; birliğin gizemini sağlamak için, bizler Ondan, Onun bizden aldıklarını alabilmemiz için. Ve bu, doğru ayini, papazdan başka kimse yapamaz, Kilisenin anahtarlarına papaz sahip olmuştur ve atanmıştır, Mesih Isa kendisi bunu havarilerine ve haleflerine bırakmıştır.

Fakat vaftiz ayini, kutsal suda Tannya, bölünmez üçlüye, Baba, Oğul ve Kutsal Ruha dualarla yapılır ve Kilise yoluyla herkese ba­ğışlanmıştır, ister çocuk ister yetişkin olsun, kurtuluşu getirir. Ve eğer bir kimse vaftizden sonra günaha düşerse, gerçek bir kefaretle her zaman kurtulabilir.

Yalnız bakireler ve iffetli olanlar değil, evliler, dullar doğru inanç ve Tanrıyı memnun eden iyi işlerle sonsuz lütufa kavuşacaklardır.^43)

Bu gösterişli öğretide, Kilisenin bütün açıklamalarında olduğu gibi, Augustine'in sapık Felagius'a karşı savunduğu inanç zimni ola­rak vardır. Pelagius'a göre Adem'in düşüşüyle insan yapısı öyle bo­zulmuştur ki, onun iradesi, özgür olmakla birlikte, kutsanana kadar (insanın kendi becerisiyle değil yalnızca Tanrının hareketiyle) yalnız­ca günahı amaçlar; ve Augustine'in Donatistlere karşı savunduğu temel görüşü de zimni olarak sözkonusudur; insanın dünyada kurtu­luşu için güvenilir tek yer olan Kilisenin, dinadamlarırun niteliğine bağlı olmayışı esastır: işe bakın ki, Augustine döneminde rahmet de­nilen göze görülmez malın garantili tekeli (ve elbette sevkiyat ve yeter­sizliğine ilişkin hiç bir kanıt da ileri sürülemez) malm aşılandığı kim­seler için kurumlaşmanın yayılışı ve büyümesi rakipsiz bir avan­tajken, Innocent HI döneminde suçlanamaz dinadamlarırun garantiye alınmış güçleri öyle tehlikeli ve karanlık bir boyuta ulaşmıştı ki Konsül doğrudan bunu önlemek için toplanmıştı. Ortodoks dinadam­lannın güçlerini kötüye kullanmalarım protesto eden Gnostik ve Do-natist tipde mezhepler güç ve sayı olarak gelişiyordu. Henry Charles Lea'nın klasik yapıtı Engizisyonun Tarihi'nde şöyle anlatılıyor: 'halkın duyguları artık Hıristiyanlığın rahmet ve sevgisi ile etkilenmiyordu; teslimiyet artık, kurtuluş sözüyle satın alınıyordu, inanç ve boyuneğ-

411

me ile elde ediliyordu, veya cehennem azabı tehdidi ile zorlanıyor dünyevi soruşturma korkusuyla yaratılıyordu'/44' Ve dinadamlarının kendileri bu arada Mesihin ikinci gelişindeki yargı koltuğunda, sağda koyunların yanında yer alacaklarına, solda keçilerin yanında bulunu­yorlardı. Innocent'in kendi döneminden iki örnek yeterli olacaktır, tiki, Besonçon başpiskoposu Gerard de Rougemont, ikincisi Toul Piskopo­su Maheu de Lorraine.



1198 yılında Rougemont un yazısı, onu yalan yere yemin etme, kutsal sıfatından kar sağlama ve zinadan mahkum ettirdi fakat Ro-ma'ya çağrıldığında suçlayıcılar iddialarını soruşturma gereği duy­madılar. Fakat suçlamalarını geri de almadılar ve Tanrı Şeriatının ulu efendisi Innocent III hoşgörüyle Mesih'in gayrimeşru ilişkiyle ilgili yargısına dayanarak (kadının üzerine sizden günahsız olan önce taş atsın^45)) rütbeli din adamını kendisini temizlemesi ve günahından kurtulması için eve gönderdi. Ve de Rougemont da gerçekten eve döndü, yeğeniyle gayrimeşru yaşamak için; Remiremont başrahibesi ile ve öteki cariyeleriyle de daha az samimi olmayan yaşamına döndü. Bunlardan biri rahibeydi, biri papazlarından birinin kızı, bu arada eya­letinde hiçbir kilise kendisine ödemede bulunmadan kutsanmıyordu, ona rüşvet veren keşiş ve rahibeler manastırlarlarından ka :ıp evlen­mek için izin alıyorlardı; normal dinadamlan da onun zorlamalanyla köle gibi yaşamaya itildiklerinden sayıları düşüyordu. 1211 yılında ona engel olmak için ikinci bir girişimde bulunuldu fakat kolayca sürüncemede bırakıldı, ta Lateran Konsülünün toplanma zamanında halkı ayaklanıp onu kovalayana kadar. Bellevaux Manastırına çekildi ve orada huzur içinde 1225'de öldü/46'

Toul Piskoposu Maheu de Lorraine, kovalamanın inançlı bir taraf­tarıyken, kendi kızı Epinal rahibesi eliyle cariyeyle yaşıyordu. 1200 yılında kutsanmıştı. Kilise toplantısından iki yıl sonra fakirliğe düşe­rek Innocent e yerinin değiştirilmesi için başvurdu ve ancak bir çok karışık komisyonlar ve ricalardan sonra şiddet hareketlerine de baş­vurarak 1210'da azledildi. Yedi yıl sonra telefi Renaud de Senlis'in ölümüne neden oldu ve bundan sonra kendi 'amcası Lorraine Dükü Thiebault kazayla ona rastlayınca, orada vurup onu öldürdü/47'

Kendisi de bir zaman teoloji öğrencisi olan ozan Peire Cardenal (1205-1305?) aşağıdaki şiiri yazmıştır:

412


Keşişlerin ve rahiplerin örnek olduğu doğrudur Hepsinin uyduğu sert kurallara,

Fakat bütün hilelerin en boşuna olanı budur, Gerçekte, iki misli iyi yaşadıklarını biliyoruz, • Aynı evde yaptıkları gibi, yemin etmişlerse de,

Ve bütün alaylı perhiz gösterileri, Yaşam onlannkinden güzel olamaz, gerçekten, Özellikle de yalvaran keşişlerinki,

Cübbeleri dolandıkça sallanıp ne olduklarım gösterir Bunlar birçok inşam Düzene iter Birçok değersiz kişiyi, acil gereksinim içindekileri

Servet arayıp, ayıp işlerde çarçur edenleri,

Sonra cübbeleri onları soygunlarından kurtarıra48'

Büyük minnesinger(*) Walther von der Vogelweide de (1198-1228)

yazmıştır:

Sizin yöneticileriniz orda burda soygun yapıyor, öldürüyor, Ve koyunlarınıza bir kurt bekçilik ediyor.^

Clairvauxlu Saint Bernard da (1090-1153) şu soruyu soruyor: 'Önde gelen din görevlileri içinde kim bana cemaatini kusurlarından arındırmak yerine ceplerim boşaltmayı düşünmeyeni gösterebilir?'*50^ Ve Bingenli Saint Hildegarde'dan (1098-1179): "Din görevlileri kilisele­ri gasp edenlerdir, onların tamahı kiliselerin elde edebileceği herşeyi tüketir. Zulümleriyle onlar bizi fakirleştiriyor ve kendileriyle birlikte bizi de zehirliyorlar'.*51'

O zaman on ikinci yüzyılda Avrupa'da yalnız güçlü bir dinadam-lığı düşmanlığı değil fakat köktenci bir dinsel sapıklığın gelişmesinin merak edilecek bir tarafı yok. Güney Fransa'da Cathari veya Albigen-seler en iyi toprak ve şehirlerde bu akımın en tehdit edici örnek­leriydiler. Bu mezhebin papa tarafından kökünün kazılmasının uzun korkunç öyküsünü nakletmeye gerek yok. Buradaki amacımız açı­sından önemli olan nokta Albigensianizmin Maniheist dinin bir tür dirilişi gibi görülmesi. Maniheizm bu zamanlarda Bulgaristan, Bosna, Macaristan ve sonra İtalya yoluyla Avrupa'ya girmişti ve en fazla tru-

(*) Minnesinger: Ortaçağ Almanyasında lirik şair ve aşık (çev. notu).

413

badorlar yoluyla Güney Fransa'da gelişmişti.



Augustine'in Hıristayanlığı gibi Maniehizm de doğayı bozulmuş kabul eder, fakat Adem'in düşüşünden dolayı değil, dünyayı kötü tann yarattığı için. Ve kurtuluş ayinlerle sağlanmayacakhr, büyü ya­pıyormuş gibi, erdemle sağlanacaktır. Hıristiyan eleştirmenlerin gö­rüşü, Maniheizmi, kendi dinadamlarının maddi karanlığın tuzakla­rına düşmüş ruhu ve ışığı kurtarıp normal duruma getirecek erde­min gerçek ve tek yolu olduğu iddiasıyla yalanlamak oldu. Mitos onun anlamını kavramamış kimselere elbette acaip görünmüş ol­malıdır (gerçi Hıristiyan mitosun kendisinden veya sözcük anlamıyla anlaşılan herhangi bir mitosdan daha acaip değildir ama) fakat bu za­manda vaz ettiği erdemlere örnek olarak saygm bir dinadamı tipi ya­ratılmasında şaşırtıcı bir etkisi olmuştur. Ve sonuç geniş, Kilise için tehlikeli bir popülerlik yaratmış, buna karşı şiddetli önlemler uygu­lanmıştır.

Görünüşte birçok Albigensian mezhep vardır, ama hepsinin dik-kat çeken niteliği 'arınmış' veya 'ermiş' diye bilinen yüce-azizlerin zahid yaşantılarıdır: Cathari. Budizmde olduğu gibi burada da temel fikir yeniden yaratılış ve kurtuluştur: ruhun birçok yaşamında süren gelişimi cehalet ve hezeyanda tıkanıp kalmıştır ve aydınlanma ile kurtulup nihai durumuna varacaktır. Yaşayan Buddhalar gibi, Catha­ri de 'inananlar' için yolgösterici ve örnektirler, inananlar henüz kur­tuluşun büyük feragat sıçramasına ruhsal olarak hazır değillerdir. İnananlar, auditore'ler evlenebilir ve et yiyebilir: ermişler, boni ho­mines, sofu vejeteryandırlar. Albigensian Cathari yazıları yokedil-diğinden ve onlar hakkındaki bilgimizi düşmanlarından öğrendi­ğimiz için onların iyi yanları hakkında söyleyebilecek çok az şeyimiz var. Fakat boni homines'in auditores tarafından büyük saygıyla karşılandığını biliyoruz; bütün önemli Catharan riti ruhsal bir baş­langıç gizemidir, Consolamentum olarak bilinir. Bir tür mutlak oruçla intihar, Endura adı verilmişti, azizlerce uygulanıyordu (Hindistan'ın Jain'leri gibi)^2) ve Hıristiyan baskısı altında, sözünden dönmeleri veya kazık tercihine zorlandıklarında inananlar ve ermişler, ikisi de ikincisini seçiyorlardı.

Gerçekten, Henry Charles Lea'nın sözleriyle, 'Eğer şehitlerin kan­ları gerçekten Kilisenin tohumuysa, şimdi Avrupa'da egemen olan din Maniheizm olurdu'/53' 1017 kadar eski bir tarihde, halk içinde sapıkların yakıldığına ilişkin en eski kayıttır, tutuklanan on beş Albi-

414


gensiandan on üçü Orleans'da dönmediler ve kazığa geçirildiler. 1022de Toulouse'da bir başka idam oldu, 1051 de Saksonya Goslar'da bir başkası.154' Bir yüzyıl sonra 1163'de Çologne'de yakılanlar, yanıp kül olmayı kabul etmekteki rahathJdanyla büyük etki yarattılar. Önderleri Arnold, tutuşmuşken, yanında yananların başlarına kur­tardığı kolunu koydu ve sakin sakin İnançlarınızda sadık olun, bugün Lawrence'a kavuşacaksınız" dedi. Oxford'da yakılan bir başka grubun önderi, Gerhard, cemaatiyle ateşe yürürken şarkı söyledi: 'insanlar sana küfredince sen kutsanırsın'. Ve Güney Fransa'da tamamiyle nef­ret uyandırıcı Albigensian Seferinde, 1209-1229, Minevre Kalesinin düşmesinden sonra yüz seksen kişi birlikte kazığa gitti ve festivalin keşişvari tarihçisi "kuşkusuz şeytanın şehitleri geçici ateşten ölüm­süz alevlere geçtiler' diye yazdı. (^

Güney Fransa'da Kilisenin sorunu, aristokrasinin aforozlara, ce­maatten uzaklaştırmaya, fermanlara, kurul ve papa elçilerine veya sapıklığı bastırmak için Roma'nın yaptığı herşeye kayıtsız kalma­sından kaynaklanıyor. Ve 1167 yılında Cathari Toulouse yakınında St. Felix de Caraman'da kendi konsülünü toplayınca kıyamet koptu. En büyük başkanları Piskopos Nicetas başkanlık yapmak üzere istan­bul'dan geldi; Toulouse, Vald' Aran, Carcassonne, Albi ve Loire kuzeyi Fransa'sı için boş olan piskoposlar seçildi; Toulouse ve Carcassonne sınırları arasındaki anlaşmazlığı çözmek için kurul üyeleri belirlendi, ve Lea'nın belirttiği gibi, 'kısaca, kurulu ve bağımsız bir Kilisenin işleri görüldü; kendisine Roma Kilisesinin yerine geçecek gözle bakı-yordu'S5®

Fakat Roma, karşılık verdi. Papa Alexandar III (1159-1181) 1179 yılında Hıristiyanlık içinde bir haçlı seferi düzenlemek gibi daha önce atılmamış bir adımı ilan eden Lateran Konsülünü topladı. İki yıllık bir afla (yani Araf da ruhun bulunuşunu iki yıl kısaltma sözüyle) bütün silahlananlar ve bu dava için ölenlere sonsuz kurtuluş vadedildi. Görünür bir ödeme olmadan, böyle bir ordu toplandı ve 1181 yılında bu ruhsal kuvvet Beziers Vikontunun topraklarına girdi, kuşatmadan sonra Lavaur şehrini aldı (Albi ile Toulouse arasında kale şehri). Vi­kontes Adelaide ve önde gelen birkaç Cathari lideri daha bu kalede barınmaya, çalışmışlardı. Sularla çevrili şehir, kayıtlara göre, ancak bir mucizeyle alınabilimişti, ve bütün Fransa'da kan damlayan etiket­ler Hıristiyan ordusunun zaferini inananlara ilan ettiler/57) Haçlı kuv­veti, kendisi için cenneti kazandıktan sonra dağıldı ve devam eden

415


sapıklık için başka birşey yapılmadı, ta ki Papa Innocent İÜ, öldü­rülmeleri için 1209 yılında Lyons şehrinden çok büyük bir ordu top­layana kadar.

Bunlar, bütün Avrupa'da her türlü sapık grupların yakalandığı


yüzyıllardı, tik Haçlı Seferinin (1096-1099) önce Papa Urban II, sonra
bir tür fanatik Pierrei Hermite tarafından vazedilmesi (eşeği bile din­
sel saygı konusu olmuştu) en ünlüsüdür. Köylüler topraklarından
alınmış ve şöyle ya da böyle ateş dalgalan halinde ya yolda ya Kutsal
Topraklarda felakete uğramışlardır. 1212 yılındaki Çocukların Haçlı
Seferi fareli köyün kavalcısının kutsanan başka bir sürek avıydı. Ben­
zer olaylar daha küçük büyüklüklerde çeşitli boyutlarda her yerde
yayılmıştı. Örnek olarak Kara Ölüm yılında on dördüncü yüzyılda
garip dans salgınları zirvesine varmıştı/58) Bele kadar çıplak, başlan
kumaşlarla sarılmış kendini kırbaçlayanlar sürüsü, ellerinde bayrak­
lar, yanan mumlar ve oynayan kırbaçlarla, ruhsal şarkıların sesiyle
kendilerini kırbaçlıyorlardı; yollarda bunlara rastlanabilirdi.(59) Meşi­
nin öğüdünün de -dua ettiğin zaman kendi iç odana gir, ve kapını ka­
payarak gizlide olan Babana dua et*60)- tutulmadığı bir çağdı. Inno-
cent'ın ordu çağrısı, bu nedenle, büyük duygusal bir yoğunlukla'
karşılandı. Soylulardan ve avamdan asker toplamak Avrupa'nın her
yanma yayıldı, Bremen'e Burgundy ve Nevers'e kadar ulaştı; ve Al­
manya'da kasabalar ve köyler dinsel ateşlerini papanın haçlı ordusu­
na katılıp söndüremeyen tutuşmuş kadınlarla doldu, sokaklar ve yol­
lar elbiselerini soymuş, çıplak, yalnız veya gruplar halinde koşuşan
kadınlarla dolmuştu. -/,

Papa Innocent, sürüsünü toplamadan iki yıl önce, Albigensian ak­rabalarının ve arkadaşlarının istedikleri gibi tapınları için koruyucu­luklarını yapan Toulouse Kontu Raymond'u aforoz etmişti; kontun bütün halkı ona bağlılıktan, antlarından ve görevlerinden kurtarıl­mışlar ve papanın elçisi hemen kontla bir tartışmadan sonra bir şö­valyenin mızrağıyla öldürülmüştü. İşin arkasında Raymond görülü­yordu -belki gerçekten yoktu ama- ve kişiliğini ve ruhunu kurtarmak için kont, utançla, papanın koşullarında cezasına razı oldu. Bunlar, sonra öğrendiği gibi, en önemli yedi kalesini Kiliseye terketmekti, eğer kendisinin suçsuzluğunu kanıtlarsa, sonradan suçsuzluğu ilan edilebi­lirdi.

Raymond, üzüntüyle, bu beklenmedik olay karşısında sapıklarla ilişki kuran dindarların gözden çıkarılacağı -veya çıkarılması gerek-

416


ligi- ilkesini unuttu. St. Gilles kilisesinin kapısında, bele kadar soyun­muş, papa elçilerinin önüne çıktı ve St. Gilles azizleri üstüne mah­kum edilse de Kilisenin her türlü kararına uyacağına yemin etti. Elçi, atkısını yular gibi kontun boynuna doladı ve sırtına kırbaçlar inerken onu lordlarının nasıl gözden düştüğünü görmek için toplanmış me­raklı kalabalığın «arasından, suçsuzluğunun ilan edildiği yüksek su­nağa kadar sürükledi Sapıkların ülkesinden kökünü kazıması, bütün Yahudileri görevlerinden atması, yağma edilen bütün Kilise mal­larının yerine konması, keyfi bütün haraçları kaldırması ve haçlılara katılması koşuluyla affedildi. Ve sonra, verdiği şehirler ele geçi­rilince -Innocent'in planı da gerçekte buydu- tekrar aforoz edildi. Hıristiyan Haçının güçlü ordusu büyük gelişimine başladı, Fransa' nın en zengin topraklarına girdi.

Yirmi bin süvari ve iki yüz bin yaya vardı. İmparatorluğun bütün parası katkıda bulunmak zorundaydı, aforoz tehlikesi alandaydı, ve sonsuz ödül ücreti herkese bol bol verilebilirdi. Önce fuar şehri Be-ziers'in duvarları düştü ve bunu izleyen katliam o zamana kadar Av­rupa tarihinde görülmemiş bir boyuttaydı: papa elçileri yaklaşık yir­mi bin kişinin kesildiğini bildiriyorlar - yalnız yedi bin kişi korunmak için kaçtıkları Mary Magdalena Kilisesinde kesilmişti; yetki verilmiş olan elçiye, bazı sapıkların Ortodoks görünerek kaçabileceğinden kor­kutarak, Katoliklerin bağışlanıp bağışlanmayacağı soruldu. O da yürekten bir tanrı göreviyle gerçek ruha sahip olduğu için, 'Hepsini öldürün, Tanrı kendininkileri bilir' dedi. Şehir ateşe verildi ve güneş o akşam, papa ve kilisenin kutsal sevgi AŞK tohumu (AMOR) olmadığı fakat tersi olduğu (sözcük tersten okunduğunda görüldüğü gibi) gö­rüşünü gösteren bir görünümle battı. Onlara göre tek cehennem dünyadakilerin yarattığı cehennemdi. Bunu Carcassonne'in düşüşü izledi: şehir, korkuyla, teslim oldu ve halicin gitmesine izin verildi. Günahlarından başka birşey alamadılar, erkekler külot pantolonlan kadınlar çuval elbiseleriyle ayrıldı ve Mesih Krallığı sözü alan ordu şehre girdi. Yaz sonu, ulu papa, seçkin Latin üslubuyla, beş yüz şehir ve kalenin şeytanın hile ve kötülüklerine hizmet edenlerin elinden zorla alınmasının coşkun neşesini yazıyordu."1*

Kont Raymond'un şehri Toulouse listede bundan sonra geliyor­du... Fakat ilgilenen okuyucu bu kirli tarihin devamını tek başına okuyabilir. Yirmi yıl daha sürdü ve Güney Fransa'yı harabeye çevirip Roma Kilisesinin tek basma uranlığını daha önce görülmedik bi-

417


çimde güçlendirdi. Çünkü, Çin, Hindistan ve Levant'ın büyük tarihle­rinin tersine, oralarda gördüğümüz gibi iktidar eliti ciddi bir muhale­fet olmadan doğaüstü niteliklerinden sözedilir, Avrupa'da mitsel gidiş hiçbir zaman uzun boylu egemenlik kuramadı. Ne Yunanistan ve Roma'da, ne Kelto-Germen Batıda, Doğudaki gibi, kralların veya ra­hiplerin, en gelişmiş akılların esini bile olsa, insanların ne yapacağına hatta ne düşüneceğine ilişkin kutsal bir hak ve görevleri olduğu görüşü olmamıştır. Orta Çağın başlarında Hıristiyan misyonu geli­şim içindeyken, dinadamları zamanla mitoslarını ülkeye kazıyabile-ceklerini ve sonsuza kadar bir tür Avrupa halifeliği veya papa firavun­luğu bürokrasisi gibi yönetebileceklerini sanmışlardır. Fakat daha güçlerinin doruğunda, Innocent III iktidarında, bütün proje açık bir çürüme içindeydi ve yalnız başarısızlığa doğru gidebilirdi, insanlar düşünmeye başlamıştı ve Avrupa'nın bireysel hak anlayışı, Levanten oydaşma ve mutlakiyet bahanesinden kopmaktaydı.

Catharan belirtiler yalnızca yükselen akımın bir belirtisiydi; ne teh­ditler, ne yakma, kamçılama veya aforozlar akımı durduramadı hatta dindiremedi. Örnek olarak:

Fiore'de, Monte Nero'da San Giovanni manastırının kuru-nısu Flo­risli Joachim (1145-1202) 21 Ocak 1204de Innocent IIl'ün takdirini ka­zandı ve kilisesinde huzun içinde öldü. Fakat ilginç eseri Expositio in Appocalypsiride 1260'da Arles'de toplanan Konsülde mahkum edilen bir tarih görüşünü işliyordu. Konsülde bütün eserleri ve onun etkile­diği bütün zahid manastır akımı mâhkum edilmişti. Kısaca tarih görüşüne göre insanoğlunun tarihi üç dönemde incelenmeliydi: 1. Baha'nın Çağı (Eski Ahit), 2. Oğul'un Çağı (Yeni Ahit ve Kilise), 3. Kutsal Ruhun Çağı, Roma hiyerarşisinin yok olup bütün dünyanın Tannyla doğrudan ilişkisi olacağı ruhlar manastın dönemi.

Joachim'in papalık karşıtı polemiği zamanının bir çok dindar kişisini etkiledi. Sayısız Fransisken, Assisili Francis'de (1182-1226) pa­palık örgütünün dağılacağı üçüncü çağın başlangıcını gördüler. Bir dizi garip akım da Kutsul Ruhun vücut bulduğuna inandıkları çeşitli kişilerin çevresinde gelişti. 1260'da Milano'ya gelen ve 1281 'de ölen dindar hanım Guglielma ve gene kader yılı 1260'da Parma'da havari elbisesiyle görünen ilginç genç Segarelli gibi. 1260 yılı Florisli Joachim tarafından Kutsal Ruh Çağının başlangıcı olarak bildirilmişti. Segarel­li, önce görece zararsız olan papaz-karşıtı mezhebin merkezi oldu, hızla büyük bir etki yarattı, soruşturmalara tepki olarak fanatik

418

bîr şiddet kazandı, ve bir çok üyeleri kazığa gitti. Segarelli'nin kendisi 1300 yılında büyük papalık jübilesinde yakıldı. İzleyicilerinin önderi, cesur Dolcino, yardımcısı Longino Cattaneo ve Margherita di Trank, Avrupa tarihinin en şaşırtıcı, umutsuz gerilla savaşından sonra, yedi yıl sonra yakalandılar ve öldürüldüler Soylu aileden gelen ve tanın­mış güzelliği olan hanım Dolcino'nun gözleri önünde kızartıldı, Dol-cino'nun kendisi Vercelli şehri çevresinde bir arabayla dolaştırılarak kızgın kerpetenlerle parçalara ayrıldı, arkadaşı Cattaneo Hıristiyan kasabası Biella'nın eğitimi için aynı parçalanmaya uğradı.*62'



Dante Alighieri (1265-1321) keşiş Joachim'i cennete yerleştirir*63', fakat Dolcino'yu cehenneme atar görülüyor.*64' Bildiğimiz gibi kendisi de 1302 yılında papaların dünyevi kibrine mitsel bir yanıt vererek pa­palık tarafından yakılmaya mahkum edilmişti. Dantenin görüşüne göre, Roma imparatorluğu da Kudüs Krallığı kadar kutsal bir kararla kurulmuştu, imparator, Romanın kalıtçısı, laik düzeni temsil ediyor­du, papa da Kudüs'ün kalıtcısıydı ve ruhsal düzenin temsilcisiydi, çünkü krallık, Mesihin dediği gibi, bu dünyada değildi. Dante Convi-vio'nun Dördüncü Tezinde 'Roma İmparatorluğunun başlangıcı güç değil mantıkdı hatta kutsal mantıktı' diye yazar.*65' Ve harika bir biçimde iki düzenin tarihini yazar, Roma ve Kudüs'ün zamanla nasıl çakıştığım anlatır: Aeneas'm İtalya'ya gelişi Davud'un doğumuyla çakışır, Roma'nın Augustus zamanında mükemmelliğe ermesi Mesi­hin doğumuyla çakışır. Dahası, Roma'nın bütün gelişimi kutsal esin sahibi yurttaşlarla ve kutsal mucizelerle korunarak bunların ardı sıra gelmiştir. Dante diziyi değerlendirdikten sonra sonuca varır: 'Doğ­rusu, şu düşüncedeyim ki, onun duvarlarına yerleştirilen taşlar saygı değerdir ve onun toprağı insanın vaazedebileceği veya kanıtlayabile­ceğinden daha değerlidir'.*66'

Bu yorumun temel noktası, Hıristiyan dünyada, devletin gücüyle kilisenin gücünün eşit biçimde kutsal kaynaklı olduğuydu. Ve uygu­lamada, yetke, herbirinin kendi çevrenine aitti. Dinsel kalıtım Musa' nın Ahdinden ve peygamberlerin öğretisinden gelirken, laik dünyada da Roma Hukukundan türetilmişti. Bu kitapta Kilisenin devletin iş­levlerini gaspetmek için çabalarını ve onların yolaçtığı felaketlerle başarısızlıklarını anlatamayız. İlki Dante'nin zamanında oldu, Papa Boniface VIII (1294-1303) ilahi Komedya'da cehennemin sekizinci daire­sine yerleştirilince Unam Sondam diye bilinen kutsanmış bir gaf yaptı, dünyada hiçbir monarkm yapmadığı bir cesaretle dünya iktidarını id-

419

dia etti. Papa, 'Biz açıklıyor, söylüyor ve tanımlıyoruz ki, her insan için Roma papalığının yurttaşı olmak kurtuluş için şarttır' diye yazdık67) İkinci cümlede Roma krallarına geldi ve Tanrının güneş ve ayı ya­rattığı gibi kilise gücünün mecazi güneşini ve laik gücün mecazi ayını yarattığını ekledi: 'Ve ayın güneşten alıp sakladığı ışıktan başka ışığı olmadığı gibi, hiç bir dünyevi gücün de kilisenin gücünden başka gücü yoktur'.*68* Fransa kralı Güzel Philip IV (1285-1314) Boni-face'nin kendisini sapıklıkla suçlayıp ordu göndererek tutuklayınca, mecazi güneş ne kadar şaşırmıştır. Yaşlı dinadamı şoktan öldü ve ondan sonraki papa Roma'da değil Avignon'da oturan bir Fransız oldu.



1377'den itibaren biri Avignon biri Roma'da bulunan ve birbirlerini aforoz eden iki papa oldu. 1409'de Pisa'da kardinaller konsülü bir başkasını papa seçti ve papalar üç oldu. 1414-1418'de Constance'de toplanan büyük konsül -6500 kişi katılmıştı ve en âzından 1600'ü soy­luydu, 700'ü halkdan kadınlardı (kadınlar, kayıtlara göre sayısız suc-cubi(*) tarafından ilave edilmişlerdi)- yalnızca popüler John Huss'un (1373-1415) tuzağa düşürülüp yakılması kararıyla Kilisenin başıboş dağılışını hızlandırdı. Bu karar da bir yetkilinin dediği gibi 'yüzyılın en ciddi hareketiydi'.*69*

Konsüle güvenlik garantisi ile reform tartışmasını sunmak için kendi isteğiyle gelen Bohemyalı kibar papaz tuzağa. düşürüldü, iğ­renç bir hücreye el ve ayaklarından zincirlendi, amansızca hiç öğret­mediği şeyleri öğrettiğini itirafa zorlandı ve yalan yere yemin etmeyi reddedince, 6 Temmuz 1415'de, kayıtlı en muhteşem auto da fe'de, Constance katedralinde tanınmış bir kalabalığın önünde, resmi pa­paz elbisesinden soyulmuş, makasla katolik traşlı olan saçları kır­pılmış, tırnaklan kazınmış (papaz atandığında papaz yağıyla yağ­lanmıştı), üstünde 'sapıklığın önderidir' yazılı olan, şeytanlar bo­yanmış koni biçirninde bir şapka başına geçirilmiş ve Kilisenin şaşmaz iradesinin yerine getirilmesi için Kilisenin sivil görevlilerine yakılmak üzere verilmiştir, tki kez 'Mesih İsa, yaşayan Tanrının Oğ­lu, bana merhamet et!' diye bağıran sesi duyulmuştur. Bu arada alev­ler ve duman rüzgarla bedenini kaplamıştı. Külleri ve çevredeki top­rak Ren nehrine atılarak anı olarak saygı görmesi engellenmiştir.*70* Bu küllerden, tam bir yüzyıl sonra, Luther yükselmiş ve ondan sonra



('" Succubı uvkuda erkeklere görünen ve onları baştan çıkaran dişi şeytanlardır.

420


Roma Katolik Kilisesi Batı Avrupa'da çekişen burçlardan biri olmuştur.

4. AMOR


Dürtya mitoloji tarihinin geniş anlamıyla, orta Çağın sönümlen­mesi döne/ninde ve Reformasyona gidişte ana yaratıcı gelişim, kilise otoritesine karşı bireysel bilinç ilkesinin yükselmesidir. Bu önce, Avru­pa düşüncesinde Ve sonra, bugün gördüğümüz gibi, dünyada, kahin anlayışının iktidarının sonunun başlangıcını gösterir. Ve yeni bu­cağın şafağı sokmuştur, şimdiden geçmişin yüksek kültleri gibi bü­yük bir gelişim göstermiştir -maddi olduğu kadar ruhsal ve ahlak olarak- ayni geçmiştekilerin paleolitik insanın basit kabile düzenini aştığı gibi.

tikel, Doğu ve Batı dünyalarının mitolojilerini araştırmamız bo­yunca, ırkımızın neredeyse sonsuz gibi görünen ilk döneminde, av­cılık ve toplayıcılık tek geçim kaynağıyken, toplumsal grupların kü­çük olduğunu ve bireysel uzmanlaşmanın bulunmadığını görüyoruz. Cinsiyet ayrımı gerçekten belirgindir ve şaman görüşünün armağa­nına sahip olanlarla toplumun geri kalan kesimi arasında da ayrılık vardır. Buna rağmen, îlkel Mitoloji'de belirtildiği gibi, ava kabilelerin ilk döneminde, temelde 'her birey teknik olarak bütün kültürel kalıtı­mın sahibidir ve topluluklar bu nedenle pratik olarak eşit bireylerden oluşur'.^

İ.Ö. 7500 ve 5500'lerde çekirdek Yakın Doğuda besin yetiştirme, tarım ve hayvancılığın icadıyla yeni ve önemli bir aşama başlamıştı. Sonuç olarak, topluluklar önemli oranda büyüdü, uzmanlaşmış bilgi ve insan tipleri gelişti. Bizim çalışmamız açısından bunların en önemlisi de profesyonel, tam-zamanlı çalışan kahinler sınıfıydı, baş­ka konularla birlikte yıldızlı semalafîn gözlemiyle uğraşıyorlardı. Eski, ilkel kültürlerde yöneliş yakın çevrenin hayvan ve bitki krallık­larına doğruydu. Gezgin Büyük Av aşiretlerinin anlayışında, uzanıp giden ovaların büyük, küçük hayvanları, doğanın güç ve gizemlerinin ortaya çıkışı olduğu için, mitos ve ritleri de, hayvanlarla insanlar arasmda bir sözleşmenin bulunduğu düşüncesinde temellenmişti. Yemlen hayvanlar gövdelerini kesilmek üzere isteyerek sunuyorlardı ve onların yeniden doğumu ve geri gelmesi için belli ritlerin uygulan­ması gerekiyordu. Hayvanlar aynı zamanda samanlara bilgi, güç ve

421


ruhsal bakış kazandırdığı için onların araçları, kılavuzları oldular. Halk da ritlerde hayvanlar gibi kostümlere büründü ve onları taklit etti.

Bitki dünyasının besin kaynağı ve yaşamın gizemlerine örnek olduğu bölgelerde ise insan varlığı ile bitkisel süreçler arasındaki ben­zerliklere dayanan mitoslar egemen oldu; doğum ve ölüm ve çürü­meden sonra büyüme, kişilerden bağımsız olarak ritlere yansıdı ve sık sık da savurgan bir biçimde insan kurbanları ile yaşamın güçleri (ölümden elde edileceği düşüncesiyle) artırılmak istendi.

Çekirdek Yakın Doğu'da, uygarlığın neolitik aşamasının gerçek­leştiği, en eski tarım yerleşimlerinin kurulduğu bölgede, ilkel bitki bölgelerine oldukça yaklaşık bir bitkisel mitoloji gelişti. Bunun ka­nıtları İlkel Mitoloji'de verilmiştir ve burada tanımlanmasına gerek yoktur.

Orada Tunç Çağının başlamasıyla tamamıyla yeni kahin mitoloji­sinin ortaya çıkışını da tartışmıştık. Kahin mitolojisi hayvan veya bit­ki dünyasının varlığın gizem ve düzeniyle ilgisinden kaynaklanmaz, matematiksel olarak hesaplanabilir yıldızlar düzeniyle, güneş, ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'le ilgilenir. Hem gökde hem de yerde. Bu kozmik düzeni öğrenen kahinlerce, mutlak, kutsallık taşıyan bir ahlaki otorite kurulmuştur. Ve eski Yalan Doğu'da yük­selen en eski büyük tapınaklardan (Î.Ö. 4000) bugün okuduklarımıza bizi ulaştıran, bilinen her yüksek kültürde -bir zaman için Greko-Roman uygarlığı dışında- ruhsal yapı göğün kahin gözlemcileri ta­rafından kurulmuştur. Kahinlerin kozmik düzenden, insana ve dün­yaya uygun bir bilgi elde ettikleri varsayılmıştır.

Fakat Doğu Mitolojisi'nde ve bu kitapta, insan deneyiminin, düşünce, istem ve çabasının ikincil kalması gereken, göğün gözle­minden türetilmiş muhteşem mitolojilerin gelişimini ve dünyaya ya­yılışını izledik. Ve yayılışlarında, onların arasına katılan daha ilkel halkların mitolojilerinin nasıl karşılandığını ve özümlendiğini -veya onlar tarafından özümlendiklerini- gördük.

Hindistan'a girdiğinde, ritüel kral-öldürme mitosu tropik bitki dünyasının korkunç kurban ritleri ile kaynaşıp filizleniyordu ve iki çizgi kaynaşarak konumuzun ritüel öldürme tarihinde en zengin ge­leneklerinden birini geliştirecek şekilde dönüştü. Avrupa'ya girdi­ğinde, öte yandan, aynı yüksek kültür, kuzeyin klasik Büyük Av ülke­lerine vardı, büyük mağaraların ve Dordogne ve Pirenelerdeki büyük

422

mağara sanatlarının ülkesine yayıldı. Ve paleolitik çağda bu ülke­lerde, tropik köylerdeki gibi bitki-kaynaklı ritüel yamyamlığın bulun­madığını görüyoruz. Köy, aşiret veya evrenin gelişimi için ritüel ola­rak ilahların öldürüldüğü karakteristik mitosları da burada bula­mıyoruz.



Var olmak için bireylerin avcılık becerilerine dayanan aşiretlerde, birey korunmuştur, ölümsüzlük kavramı bile kollektif değil, bireysel­dir. Ruhsal önderlik de atama veya yağlamayla bir örgütün üyesi yapılmış, toplumsal olarak düzenlenmiş kahinlerce değil, ruhsal güç­leri, kişisel ruhsal deneyimleriyle elde etmiş şamanlarca yürütülür/72' Gördük ki, kuzeyli ava ve savaşa biçimlerin, bölgesine giren neolitik ve Tunç Çağı kültürleriyle karşılıklı ilişkisinde erime değil fakat et­kileşim süreci olmuştur. Bu da genişleme ve gücün birikimiyle ol­muştur. Öteki çekirdek Yakın Doğu'dan gelen yüksek kültürler gibi, Hıristiyan misyon döneminde de aynısı olmuştur.

Ötekiler gibi, Hıristiyan düzen de, doğaüstü bir kaynaktan aldığı­nı iddia ettiği kahince yetkiyle iletilmiş ve desteklenmiştir. Kahinlerin kendi ruhsal deneyimlerine sahip olmaları gerekmemiş ve beklenilme-miştir. Gerçekten buna sahip olanlar da kazık tehlikesiyle karşı­laşmışlardır. Atama ve yağlama ile yerlerini almışlar ve kişisel güçleri onların kişisel değerlerinden değil, hizmet ettikleri kurumdan gelmiştir. Buna karşılık kurum da insanın dünyevi değerine kat­kısıyla değil, yücelerden geldiği varsayılan değeriyle değerlendiril­miştir. Gördüğümüz gibi, Innocent III zamanındaki kısa süreli zafe­rinden sonra kahin örgütünün yetkesine karşı çıkılmış ve zamanla alt edilmiştir. Ve gelecek kitabımızın anlatacağı gibi, yeni bir mitoloji, hayvan veya bitki ilahlı değil veya kozmik düzenin ve onun tanrısının değil insanın öne çıktığı oldukça yeni bir mitoloji onun yerini almak­tadır. Bu mitoloji de, insanın kendi dünyasındaki gerçeği kutsallığı ve isteminden kaynaklanan, gelecek için bunları odağına alan tek yaratıcı soluktur.

Geçerken, on iki ve on üçüncü yüzyılda Arthur Romansının filiz­lenmesinin başlangıcında bile, temel erdemi, dünyadaki deneyim ve kutsallığı açısından dengeli, yaşamın bu karmaşık alanında bile ye­terli olan yeni mitolojinin tanımaya başlandığını söyleyeyim. Grail(*)

(*) Grail; isa'nın son yemeğinde kullandığı tas. Grail'de isa'nın kanının toplandığına inanılır. Kelt asıllı kutsal İsa öyküleri ortaçağda Hıristiyan inancıyla kaynaşmış, Grail Efsaneleri oluşmuştur. Bu destanlarda şövalyeler kutsal tası arar ve ararken birçok kahramanlık öyküleri yaşarlar, (çev. notu)

423

gizemini alalım: Meşinin kutsal et ve kam sözcük •anlamıyla her kili­sede mevcutken ve ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için sunağın ayi­ninde bulunurken, Hıristiyan şövalye, Grail elindeyken, hangi neden­le ona araştırmaya çıksın?



Yanıt, elbette Grail sorusunun bireysel bir deyemim olduğu. Ef­sanenin kökeni paganlıkda, özellikle Kelt mitlerinde. Kahramanlar eski şampiyonlar, Cuchullin ve ötekiler, şövalye zırhma bürünüp Ga-. wain, Perceval veya Galahad gibi herzamanki muhteşem maceralara çıkıyorlar. Bundan başka, İslam etkisiyle gelen Asya'run mistik ma­sallarıyla dolu simgeleri de eklemeliyiz; Bizans'dan gelen öğeleri ve harta daha Uzak Doğu'yu da. Çağdaş bilimin çeşitli okullarınca Grail, Dagda'mn bereket kazanıyla özdeşleştirilmiştir. Buda'nın di­lendiği kase dört bucakdan getirilip birleştirilmiş dört kasedir, Mek­ke Ulu Camisinin Kabe'si ve Gnostik-Maniheist ruhsal başlangıç ritle-riyle ilgili tılsımlı simgeler herhalde Kudüs Şövalyeler Birliğinde etki­li olmuştur.*73) Bu türden bütün ilgili, ilkel veya türdeş Doğulu form­lar Avrupa romanslarında yeniden yorumlanmış ve yerel, mevcut ruhsal durumlara uyarlanmıştır. Özellikle Acı Darbe'si ile kralım ülkesinden eden ve değersiz bir ele düşüren ve ülkenin yeniden ku­ruluşunu anlatan efsanede, kralı deviren kutsal mızrak, efsanenin daha sonraki anlatımlarında Mesihe saplanan mızrakla özdeşleş-tirilmişrir."4) Ve efsanenin neden söz ettiğini veya zamanında yüreklere neden bu kadar dokunduğunu sormamıza veya tahmin et­memize gerek yok: yukarıda yeteri kadar açıklanan Kilisenin durumu bunu da açıklıyor.

Grail Kahramanı -özellikle de 'Büyük Aptal' Pervecal veya Parzival kimliğiyle- doğanın içten, basit, bozulmamış oğludur, hilesi olmayan, yüreğindeki saf istekleriyle güçlü biridir. Şair Wolfram von Eschen-bach'ın (1165-1220) Grail Kahramanının ormandaki çocukluğunu anla­tan sözleriyle: 'Acı diye birşey bilmezdi, yukarıdaki kuş ötünce onun tatlılığı yüreğini parçalar ve göğsünü doldururdu'^ Ormana çe­kilmiş soylu, dul anası ona Tanrıdan ve Şeytandan sözetmişti: 'ona karanlık ve aydınlığı tanıttı'.*76) Fakat onun kendi işlerinde karanlık ve aydınlık bir aradaydı. O melek veya aziz değildi, yaşayan, olan bi­teni soran, cesaret ve duygu erdemiyle donanmış ve buna sadakat ek­lemiş biriydi. Ve bunlardaki sebatıyla -doğaüstü rahmetle değil- so­nunda Graü'i kazandı. *

Veya Arthur'un Yuvarlak Masası'nın öteki büyük teması için ne

424


diyebiliriz: Tristan ve Iseult ile Lancelot ve Kraliçe Guinevere'nin duy­gusal ve gayrimeşru aşkları. Gene kutsal iddialara, bu kez evliliğe karşı derinlemesine bireysel deneyimi işleyen mistik bir tema. Çünkü Orta Çağda Kilisenin' kutsadığı evlilik toplumsal-siyasal bir düzen­lemeydi, gizem veya aşk arayışı ile hiç bir ilgisi yoktu. Profesör Johan Huizinga'run açık seçik küçük kitabı Orta Çağın Bifısz'ndeki sözleriyle: 'Din tararından sevgiye her yönüyle lanetler yağdırılmıştı'.^ Aşığın ve şairlerin deneyimi bakımından, öte yandan aşk (gene Huizin-ga'dan bir cümleyle) 'bütün ahlaki ve kültürel mükemmelliğin çiçek-lendiği bir alan olmuştu'/78) Aşk açık hayvani şevheti ezen kutsal zi­yaretti, feodal evlilik ise fiziksel bir işti. Hanımı tarafında yüreği ter­biye edilip yumuşatılan sevgili, yüceltilmiş kavrayışın dünyasına gi­rer ve bunu tecrübe eden hiç kimse (Kilisenin özdeşleştirdiği gibi) onu günahlarla tanımlayamaz. Sevgisinin içten yolunun nasıl mistik duygulara götürebildiğini kavramak için Dante' nin Vita Nuova şiirleri okunmalı.

Bir çok trubadurun Albigensian sapıklığı ile bağlantılı olduğunu gösterecek oldukça fazla kanıt var. Dahası, sayısız bağıntı da İslam mutasavvuflarının mistik şiirleriyle kurulabiliyor. Benzerlikler Hin­distan'ın Şakti kültleri ile de ve üstelik Troyesli Chretienli Tristan'la hemen hemen çağdaş Jayadeva'run Gita Govinda şiiriyle de, 1175 ta­rihli, kurulabilir. ^ Kelt mitos dünyasıyla ilgili -burada Grail bağla­mında- etkileşimi de görüyoruz. Mark, Tristan ve Iseult'un prototip­leri olarak İrlanda efsanesinin kahramanları Finn MacCumhaill, su­bayı Diarmuid ve kaçırdığı gelini Grianne ortaya çıkıyor.

Kısaca, pagan geçmiş ile Avrupa Orta Çağı arasında etkileyici bir ruhsal süreklilik ve gelişim var. Bir zaman için Doğu tipi ruhsal des­potizm yaygınlık kazandıysa da çözüldü, kaynaştı ve özümlendi. Sa­ray ve şair çevrelerinde bireysel deneyim düşüncesi karakterleri dik­kate alınması gerekmeyen şaşmaz yetkeye karşın sürdü. Ve Kilisede de yanılmazlık ilkesinden kuşku duyulmaya başlanıldı, sorgulandı ve reddedildi. İngiltere'de John Wycliffe (ö. 1384) papadan en aşağıya kadar bütün hiyerarşinin hırslarından, kutsal şeylerden kâr çıkarmak, zalimlik, güç şehveti ve kötü yaşamlarından dolayı lanetlendiklerini yazdı: zamanın papaları Mesih düşmanıydı, onlara itaat edilmemeli, resmi kararlan sayılmamalı ve aforozları kabul edilmemeliydi. Ve doğru yola girene kadar 'onların ruhları Judas Scarioth' dan daha la­netlidir' diye yazıyordu. Gene, 'elbette' diye yazdı, 'kutsal fermanlara

425


dayananlar ve ona uyanlar cennet anahtarlarının sahibi ve İsa Me­sih'in iyi papazları, kutsal fermanları bilmeyen, kibir ve tamah dolu olanlar cehennem anahtarlarının sahipleri ve Şeytanın iyi papazla-rıdırlar'.*80)

Wycliffe, Huss ve yandaşları gibi gerçekte Donatist'di. Huss ahlaki günahı olan hiç kimsenin dünyevi efendi, din görevlisi veya piskopos olamayacağım yazmıştı. Ve Almanya'da, Reformasyon'un sonunda tam anlamını bulacağı yerde, Meister Eckhart (1260-1327), Dante'nin neredeyse tam çağdaşı, yeni mistik hıristiyan yaşama giden yolu açıyordu:

'Yahudilerin kralı olarak doğan nerede? (cemaatine vaazediyordu) Şimdi bu doğumu düşünerek nerede ortaya çıktığını belirleyelim. Daha önce hep dediğim gibi gene diyorum, bu doğum aynı sonsuzluk­ta ortaya çıktığı gibi, ruhta ortaya çıkar, ne fazla ne eksik, çünkü o ay­nı doğumdur: bu doğum ruhun kendinde ve özünde ortaya çıkar.^81'

Tanrı, varlık, eylem ve güç olarak herşeyde vardır. Ama o yalnız ruhda döllenmiştir; çünkü her yaratık Tanrının eseriyse de, ruh Tan­rının doğal imgesidir... Böyle bir kusursuzluk ruha girdiğinde, ister kutsal ışık, rahmet, ister kutsama olsun, ruha bu doğumla girer, başka şekilde değil. Bu doğumu kendinizde yaşatın, bütün iyiliği bütün huzuru, mutluluğu, varlığı ve bütün doğruluğu yaşaya­caksınız. Onunla size gerçek varlık ve dinginlik gelecek ve o yok olur­sa başka neyi arayabilir veya yakalıyabilirsiniz; nasıl becerecekseniz onu öyle alın.*82)

Bu doğumu kendinizde yaşamak istiyorsanız kendi eylemlerinizi ve kuvvetlerinizi öldürün. Yeni doğmuş Kralı kendinizde bulmanız için kendinizde olan başka herşeyi bırakmalısınız ve onlardan vaz­geçmelisiniz. Yeni doğmuş Krala yakışmayacak böyle şeyleri bıra­kabilir, onlardan vazgeçebilir miyiz? Öyleyse, bir insanın çocuğu olan sen bize yardım et, biz de Tanrının çocukları olabilelim. ArrüriK83'

Burada Hindistan'ın kıyısına geldik; Şekil 31 ve 32'de görülen Pa­ris Cluny Müzesindeki etkileyici Madonna'ya baktığımızda da aynı yere geliyoruz. Eckhart'in Mesih İsa'nın doğumuyla iglili vaazı bu şeklin okunuşu olarak alınabilir. Yukarıda tanımlanan Şiilerin Fatma imgesi de aynı biçimde anlaşılabilir.(*) Makro-mikro kozmik dü­zenlerin özü olan evrenin ve yaşayan-tannnın ana tannçası da Tunç Çağında aynıydı.

(*) Bkz. sayfa 372. 426

Eckhart'dan bir söz daha:

'Bir adama ona çocuk yapsın diye bir kız verilmiştir. Ve Tanrı, tek Oğlunu onun taşımasını isteyerek, ruhu yaratmıştır. Bu doğumun Meryem'de ruhsal olarak oluşumu Tann için onun et olarak doğ­masından daha güzeldir. Ve bugün Tanrıyı seven ruhlarda aynı doğumun olması Tannyı cenneti ve dünyayı yaratmaktan daha çok hoşnut eder.'*84*



Şekil 31. Madonna ve Çocuk

İki söz daha:

'Yaşadığım kadar eminim ki bana Tanrıdan daha yakın bir şey yoktur. Tann bana kendimden yalandır; yaşamım Tanrının bana yalan olmasına bağlıdır, bende mevcut olmasına dayanır. O bîr taşda, bir kütükde de vardır fakat sadece onlar bilmezler.'*85*

'Diyorum ki: Meryem Tannyı önce ruhsal anlamıyla doğurmasa, ondan et olarak hiç doğmazdı. Kadın Mesihe dedi ki: Seni doğuran ra­him kutsanmıştır. Mesih yanıtladı: Yalnız beni doğuran rahim kut­sanmış değil, Tanrının sözüne uyanlar ve onu tutanlar da kutsan­mıştır. Tann için bakire veya iyi ruhda ruhsal olarak ortaya çıkmak

427

Meryem'den gövde olarak doğmaktan daha değerlidir.



Fakat bu bizim, Tanrının sonsuz olarak doğurttuğu tek Oğul ol­mamızı içeriyor. Baba bütün yaratıkları vücuda getirdiğinde beni de vücuda getiriyordu. Ben bütün yaratıklarla birlikte akıp çıktım fakat gene de Babayla birlikte, onda kaldım. Bu şimdi söylediğim gibidir: Benim içimde gelişir, sonra ben düşünceyi tartarım, üçüncü olarak onu söylerim, siz de onu alırsınız, ama gerçekte o hep benim içim­dedir. Ben de Babada böyle bulunuyorum'.^

Musa Tanrıyı yüz yüze gördü, yazılar böyle diyor. Teologlar bunu inkar ediyorlar. Şöyle diyorlar: tki yüz varsa, Tanrı görülmemiştir, çünkü Tanrı iki değil birdir. Tanrıyı gören yalnız bir şey görür başka şey değil... Ruh Tanrıyla birdir -birleşmiş değildir/87)





Şekil 32. Yaşayan Tanrının Annesi

Ve son olarak:

'Eğer hiç bir şeyin aldatmadığı ve şaşırmadığı Tanrıyı gerçekten akıllı ve sağlam şekilde görenleri tanımak ve bilmek isterseniz, onlar yirmi dört işaretle anlaşılabilirler. İlk işaret bize bilginin ve akim, aşkın anlayışın ana örneği, Rab Mesih isa'nın kendisi tarafından an­latılmıştır. 'Eğer birbirinizi sever ve benim öğütlerimi tutarsanız, be­nim müritlerim olduğunuzu anlarsanız' diyor. 'Benim öğütlerim ne-

428


dir? Benim sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin. Yani gerçek sev­gi olmadan, bilgide, akılda ve yüce anlayışda benim havarilerim olabi­lirsiniz fakat onsuz bunların size hemen hiç yaran olmayacaktır. Ba-laam(*) çok akıllıydı, Tanrının yüzlerce yıldır neyi anlatmak istediğini anlamıştı. Ama bunun ona yaran olmadı çünkü gerçek sevgisi yoktu. Ve Lucifer, cehennemdeki melek, onun da kusursuz saf bir zekası vardı ve hâlâ çok şey biliyor. Gene de cehennem azabı çekiyor çünkü sevgiye bağlanmadı ve bildiklerine sadık kalmadı, ikinci işaret ken­dinde olmamaktır. Onlar kendilerini kendilerinden uzaklaştmrlar, her şeye serbestlik verirler. Üçüncü işaret: Onlar kendilerini tamamıyla Tannya adamışlardır. Tanrı onların içinde rahatsız olmadan iş görür. Dördüncü işaret: kendilerini nerede bulurlarsa orada terkederler; gelişimin güvenilir yöntemidir. Beşinci işaret: onlar bütün kendine yönelmeden uzaktırlar, bu onlara açık bir bilinç verir. Altıncı işaret: usanmadan Tanrının iradesini beklerler ve güçleri yettiği kadar onu yaparlar. Yedinci işaret: kendi iradelerini Tanrının iradesi ile çakışana kadar Tanımın iradesine bağlarlar. Sekizinci işaret: Tannya kendileri­ni o kadar sıkı bağlarlarki ve Tanrı onlara öyle bağlanır ki, onlar Tan­rısız, Tanrı onlarsız bir şey yapmaz. Dokuzuncu işaret: Kendilerini hiçlerler ve her işde, her yerde, her şeyde Tannya başvururlar. Onun­cu işaret: hiçbir yaratıktan hiçbir şey almazlar, ne iyi ne kötü. Herşeyi Tanndan alırlar ve Tanrı onlara yaratıkları eliyle verebilir. On birinci işaret: hiç bir zevk, fiziksel eğlence veya yaratıktan dolayı tuzağa düşmezler. Onikinci işaret: itaatsizliğe boyun eğmez ve kapılmazlar. On üçüncü işaret: hiç bir sahte ışıkla veya hiç bir yaratığın bakışıyla yanılmazlar, gerçek marifetle hareket ederler. On dördüncü işaret: bütün erdemlerle kuşanmış ve donanmış oldukla-nndan her türlü kötü huylulukla savaştan galip çıkarlar. On beşinci işaret: gerçeği tüm çıplaklığı ile görür ve bilirler ve Tannyı, marifeti aramayı bırakmadan Överler. On altıncı işaret: kusursuz ve doğru olmalanna karşı kendilerini muteber saymazlar. On yedinci işaret: az konuşur çok iş yaparlar. On sekizinci işaret: dünyaya doğru yoldan vaazeder-ler. On dokuzuncu işaret: Yalnızca Tanrının rahmetini ararlar ve baş­ka şey istemezler. Yirminci işaret: Eğer biri onlarla döğüşse Tanndan başkasının yardımını almaktansa yenilmeyi kabul ederler. Yirmi bi-

(*) Balaam: İsraillileri lanetlemesi emrolunduğu halde, bindiği eşek tarafından azar­lanınca onları kutsayan Mezopotamyaü aziz (çev. notu).

429

rinci işaret: mal ve rahatlığı arzulamazlar, kendilerine haketmedikleri-ni düşündüklerinin asgarisini alırlar. Yirmi ikinci işaret: kendilerine dünyadaki en değersiz insanlar olarak bakarlar, alçak-gönüllülükleri hiç eksilmez. Yirmi üçüncü işaret: Rabbimiz İsa Mesihin yaşamım ve öğretisini kendilerine kusursuz örnek olarak alırlar, yüksek idaellerine benzeşmeyen herşeylerini yok etmek tek istekleridir. Yirmi dördüncü işaret: dış görünüşde bir şey yapmazlar, her zaman erdemli bir yaşamlan vardır ve birçok insan onları anlamaz fakat onlar avamın onayını yeğlerler.



Kusursuz gerçeğin imgesinin bulunduğu gerçek temelin işaretleri bunlardır, bunları kendisinde bulmayan kimse bilgisini boşuna saysın, başkaları da bunu böyle anlamalıdır.'^

Eckhart, elbette, Papa John XXfl'nin kararıyla 27 Mart 1329'da aforoz edildi. Bundan sonra yazılan yeraltında okundu ve okulun vaizleri John Tauler (1300-1361), Suso (1300-1365) ve Rusybroeck'in (1293-1381) esinleriyle birlikte, Tanrının mest ettiği dindarlık metinle­ri' olarak bilindi.(89) Çalışmamız açısından ve mitsel imgelem üstüne bütün çalışmalar açısından -yalnız Hıristiyanlık değil Yahudilik ve bütün dinler açısından- önemli olan nokta, Eckhart'la Innocent ffl'ün (syf. 410-411'de anlatılan) Hıristiyan simgelerini anlamaktaki kökten zıtlıkları. Eckhart'ın yorumunu şiirsel diye nitelendireceğim, ye, sim­genin nitelik ve işlevine uygun olarak, bir gerçek olarak değeri yok' fa­kat ruhu uyandınyor. Çağdaş terimlerle simgeler enerji veren ve yöndendiren işaretlerdir: etkili olmayan uyana bitmiş pil kadar ya­rarsızdır. Innocentin anlayışı ise, Hıristiyan mitosun sözcük anlamı, mantık olarak yorumlanışıdır ve simgenin nitelik ve işleviyle uyumsuzdur, bu nedenle de ölüdür, yalnızca şiddet ve (denilebilirse) çılgınlıkla yaşatılabilk (görsel bir imgenin gerçek olarak kabul edilme­si gibi bir yanlışlığı içerir).

Alan Watts'in parlak yapıtı Hıristiyanlıkta Mitos ve Ritüel'deki sözleriyle:

'Hıristiyanlık mitosu sürekli olarak mitosun bilim ve tarih derece­sine indiren Ortodoks hiyerarşi tarafından yorumlanmıştır... Yaşayan Tann mutlak Tann olmuştur ve kendi yaratıklarını kendisinin bulaş­tırdığı hastalıktan kurtaramamaktadır... Mitos ne zaman tarihle karış­tırılırsa insanın iç yaşamına uygulanabilirliğini yitirir... Hıristiyan ta­rihin trajedisi, yaşamı sürekli Hıristiyan mitoslardan çıkarması ve ze­kasını kilitlemesindeki başansızlığındadır...

430

Mitos, cennetten bir bildiri olduğuna göre ancak bir 'vahiydir, yani zamansız ve tarihsiz bîr dünyadan gelir, bir zaman için doğru olmuş olanı ifade etmez, her zaman doğru olanı söyler. Yani vücut bulma eğer saf tarihse, bugün yaşayan insanlar için de etkisi ve özelliği yok­tur, eğer insanda her zaman süren zamana bağlı olmayan, sürekli bir vahiy ise 'kurtarıcı gerçek' olabilir/90'



Çalışmamızın büyük derslerinden biri, kaba, hastalıklı veya eğitil­memiş düşüncenin, mitosu tarihe dönüştürme isteği ve yerel biçim­lerin olaylarına bir tür bağlılık yaratıp öte yandan bir biriyle çekişen güya inançlar grubu yaratıp, herbirinin gelmiş olduğuna inandıkları bildirimin özünden yoksun kalmasına neden olmasıdır. Bütün Orto­doksluklar az veya çok bu eğilimi taşırlar ve sonuçta karşılıklı itiraz­lara uğrarlar. Oysa, büyük mitsel imgelerden biri şiir olarak okunsa, ampirik bilginin aracı değil fakat deneyime ilişkin sanat olarak an­laşılsa -başka bir deyişle gazete olarak anlaşılmasa- uyumlu bir bil­dirim bulabiliriz: kısaca, yaşıyan, tanımlanmayan fakat ayn olmayan herkeste bulunan tanrı ortaya çıkar. 'Tanrı', Eckhart'ırn açıkladığı gibi, 'kendisini, boş ruha, kisvesi olmadan yeni bir kisveyle, ışığı olmadan kutsal bir ışıkla bildirip onda doğmuştur.'^

Doğarım bozuk fakat Hıristiyan Kilisesinin bozulmaz olduğunu savunan Ortodoks Hıristiyan görüşün, dünyadan ayn, yaratan, yargı­layan, mahkum eden ve dışandanmış gibi büyüklüğünün bir kısmını özel bir kaygıyla bir bölümüne sunan Yahudilerin tann mitosunun, aşın bir uygulanışını yansıttığı söylenebilir. Bunu da tann Ahit, Ku­ran veya vücut bulmayla yapıyordur. Ama Kilise tarafından kul­lanılan simgeler, bu koşullan öğrettikleri varsayüırken, kendi içlerin­de zimni bir zıtlık taşırlar. Seçkin formlan içinde bu zıtlık açık yürek­liliklere kendini anlatmayı sürdürür. Eckhart'da, Dante'de, Grail ve Tristan romanslannda olduğu gibi, ölümsüz insanın eski dersi can­lanır, bütün cennet ve cehennem dünyalarının bütün form ve dene­yimleri onlarda yaşar ve onların yüreğinden sökülüp çıkar. 31 ve 32. şekillerdeki küçük Meryem imgeleri, Eckhart'm bildiği gibi, Üçlünün her biriminde içkin olarak bulunduğu ve bildiklerimizle bizim için doğmuş olacağını anlatıyor. İkincisi, Giritlilerin bildiği gibi, tanrıça ana rahmidir, bütün varlığın nihai noktasıdır. Ve üçüncüsü, ortak kalıtımımız olan ikonlan yorumlayan yetkililerimizden başka bütün dünyanın bilir göründüğü gibi, mikrokozmoz ve makrokozmoz özün­de tannda birdir, hiç bir anlamda bozuk değildir, bozulmaz veya hiç

bir inanan tanımlanmasıyla aldatılamaz.

431


Yüklə 2,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə