Kızılkaya / Fıkıh Usulünde Sahabe Fetvasının Kaynaklık Değeri Cilt / Volume: • Sayı /Issue: • 2012



Yüklə 7,06 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə19/111
tarix16.08.2018
ölçüsü7,06 Mb.
#63317
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   111

41
Erol / Şanizade Mehmet Ataullah: Bir Osmanlı Tarih Tasavvur ve Yazımı Örneği
yeceği gerçeğini ortaya çıkarmıştır. XIX. yüzyılın başlarında ileri sürülen bu sorunların 
birtakım yeni aşamalar kaydedilmekle birlikte pek de aşılabildiğini söylemek mümkün 
görünmemektedir. Kadim dönemlere ait arkeolojik çalışmalar, her gün yeni bir mesafe 
katetmektedir. Fakat nihai anlamda yazılı olarak kayıt altına alınan tarihsel bir dönemle 
kıyaslandığında, Şanizade’nin tabiriyle “nâ-bedîd” kalmaya devam edecektir. Ataullah 
Efendi, tam bu noktada devreye ilahî kaynakları dâhil ederek nihai anlamda daha 
şümullü bir tarih içeriğine sahip olunacağını ileri sürer. Akli olanla naklî olanı birleştire-
rek insanlık tarihinin muhtevasının tamamlanacağını düşünür. Oysaki günümüz tarih 
anlayışında, sadece akli olanla yola çıkılarak bir tarih tasavvuru ortaya konulmaya çalı-
şılmaktadır. “Doğaötesi” unsurlar mümkün mertebe anlatı-dışı bırakılmaktadır. Burada, 
Osmanlı’nın genel anlamda tarih düşüncesinin; özelde ise vakanüvislik müessesesinin 
tarihe bakış açısının, çağdaş tarih yazıcılığından hem varlıkbilimsel hem de bilgikuram-
sal olarak ayrıldığı görülmektedir. Şanizade’nin eserinde, günümüzde mevcut olmayan 
varoluşsal bir zeminden hareketle tarihi yorumlamaktadır. Yaratıcı, nihai takdir sahibi-
dir ve tarih onun kanun ve nizamı çerçevesinde oluşmaktadır: 
“Çünkü hazret-i Fâ‘il-i mutlak, ‘âdet-i ilahiyye ve meşiyyet-i ezeliyyesi 
muktezâsınca, vukû‘ât-ı ‘âlem-i kevn ü fesâdı, esbâb-ı hafiye-i ba‘îde ve esbâb-ı 
zâhire-i karîbeye
11
 metbû‘ u mu‘allak edegeldiği, ehl-i tahkîk ‘indlerinde müsel-
lem ve müttefaktır” (Şanizade, 2008, s. 33).
12
 
Şanizade, ilahî âdet ve ezelî takdirin bir gereği olarak mutlak tasarruf sahibinin, dünya-
daki oluş ve bozuluşları, uzak veya gizli, yakın ve görünür sebeplerle bağlantılı olarak 
gerçekleştirdiğinin, işin erbabınca bilindiğini ifade eder. Böylece geçmiş/tarihin levh-i 
mahfûz’un gerçekleştiği döneme tekabül ettiği söylenebilir.
Diğer taraftan Şanizade, tarihçi geçinen müverrihlerin (müteverrih) hususiyetlerinden 
bahsederken şunları zikretmektedir: Bu tür tarihçiler, “umumi tarihlerini yazmaya 
giriştiklerinde devlet ve milletlerin a’zam-ı eczasının hukukunu, kanunlarını, âdetlerini, 
ahlak ve tabiatlarını ve bu hususların tebeddülatını ve esbâb-ı inkılâbâtını beyan 
etmekten kaçınmışlar ve önemli özelliklerini ifade etmekten çekinerek sadece günlük 
münferit olayları yazmaya yönelmişlerdir” (Şanizade, 2008, s. 22-23). Şanizade, kendi 
eserini kaleme alırken (ki bu eser umumi olmasa da umumi Osmanlı tarihinin bir 
parçasıdır) Osmanlı’nın kanun, âdet, ahlak veya tabiatındaki değişim ve dönüşümlere, 
özellikle de onların sebeplerine, amil ya da etkenlerine yönelik kısmi değerlendirme-
lerde bulunmuştur. Bu tür değerlendirmeleri, bir başka başlık altında ele alınacaktır.
13
11  Çünkü “Allah, bir şeyin olmasını murâd ettiği zaman onun sebeplerini yaratır.”  Bk. Şanizade (2008, s. 
33).
12  “Çünkü mutlak failin [kayıtsız eyleme geçenin] ilahî âdeti ve ezelî iradesi gereğince âlemin oluş ve 
bozuluş hadiselerini, uzak ve gizli sebeplere; yakın ve görünür nedenlere bağladığı araştırmacı kim-
seler tarafından kabul edilmiş ve [ve bu hususta] fikir birliğine varılmıştır.”
13  Bk.  Şanizade  (2008, s. 16-22).


42
İnsan ve Toplum
Şanizade’nin Tarih Yazım Usulü
Osmanlı tarihçiliği,  bir tarih yazım geleneği olarak temelde iki başlık altında değerlen-
dirilir
. 
Bunlardan ilki, ilmî tarihçilik olarak isimlendirebileceğimiz klasik İslam tarihçiliği-
dir.
14
 Diğeri ise edebî tarihçilik olarak adlandırılabilecek bir başka yazım geleneğidir. Bu 
gelenek, Farsçanın ve eski İran efsanelerinin yeniden ortaya çıkış evresinde doğmuştur. 
Kaynağı çok önemli görülmeyen ya da kaynağın güvenilir olup olmadığına ehemmiyet 
verilmeyen, gerçeğin araştırılıp bulunması yerine ahlakî telkinlerin gaye edinildiği, ilmî 
tarihçiliğin sade dil ve üslubu yerine tumturaklı, külfetli ve belagatli bir dilin tercih 
edildiği bir ikinci geleneğin de Osmanlı’ya tesiri söz konusudur.
15
 
Arapça ve Farsça yazılan tarihlerdeki dil farklılığı, salt lisani farklılık olarak düşünüle-
meyeceği ileri sürülür. Çünkü her iki dil de belirli bir kültürel geleneğe, neredeyse baş-
langıcından itibaren saygın bir yer vermiştir. Farsça yazan tarihçiler, Arapça yazanlara 
nazaran yeni Sasani kültürüne ait temaları daha fazla işlemişlerdir. İki gelenek, aynı 
zamanda zamandizimine dair yaklaşımlarında birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Arapça 
yazan tarihçiler mümkün olduğunca kesin olmaya gayret ederek hadisenin meydana 
geldiği yılı, ayı, günü kaydetmeye çalışmışlardır. Zamandizimsel kesinliğe dair hassasi-
yetleri, bir yıllık çerçeve kullanımlarında da görmek mümkündür. Diğer taraftan Farsça 
yazanların, ay ve gün gibi zaman dilimlerine yönelik kayıtsız kalmaları bir tarafa, yıllık 
tarihlendirmeleri bile oldukça sorunlu bir durum arz eder. X. yüzyıldan itibaren genel 
olarak tarihçiler, ilk iki buçuk asırlık döneme dair ilgilerini kaybetmişlerdir. Özellikle X. 
yüzyılın başlarındaki (908-932) siyasi felaketler, tarihyazımında değişime yol açmıştır. 
Tarih, artık siyasi bir basiret ve ahlaki nasihatin kaynağı haline gelmiştir (Humphreys, 
2004, s. 166-168).
Vakanüvislik müessesesini göz önünde bulundurduğumuzda, vakanüvis tarihlerinde 
edebî tarih geleneğinin tesirinin izlerini daha kolay müşahede edebiliriz. Aslında 
Osmanlı tarih yazımı genel itibariyle kaynakların sıhhati açısından, diğer bir ifadeyle 
usul olarak ilmî tarihçiliği; üslup olarak ise edebî tarihçiliği tercih ederek her ikisini telif 
etme yoluna gitmiştir denebilir. Vakanüvislerin eserlerinde, ilmî tarihçilik okulunun 
etkilerini, tarihlendirmelerdeki vazıhlık hususiyetlerinde görmek mümkündür. Her ne 
kadar edebî üslubun seçilmesi vakanüvis tarafından tenkit edilse de nihai anlamda 
bunun üstesinden gelindiğini ileri sürmek güç olacaktır. Şanizade de bu tür bir üslup 
tarzını eleştirmektedir:
14  İslam tarihinde, gerçek anlamda zamandizimine ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
İslam tarihinde, gerçek anlamda zamandizimine ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
, gerçek anlamda zamandizimine ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
 gerçek anlamda zamandizimine ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
zamandizimine ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
 ve coğrafyaya dayanan, yazılan malzemenin ten-
kit süzgecinden geçirildiği tarih ilmi, Medine’de tefsir ve hadisle uğraşan din âlimleri arasında or-
, Medine’de tefsir ve hadisle uğraşan din âlimleri arasında or-
 Medine’de tefsir ve hadisle uğraşan din âlimleri arasında or-
taya çıkmıştır. Başlangıçta peygamberin hayatından bahseden “siyer” ve savaşlarından bahseden 
“megâzi” alanlarında çalışmalar yapılmıştır. Medine’de Hadisçi Tarih Okulu oluşurken Irak’ta Haberci 
Tarih Okulu ortaya çıkmıştır. Bk. Akbulut (2006, s. 11).
15  Şehname ve vakanüvis geleneğinin en başat özelliğinin bu olduğu söylenebilir.


Yüklə 7,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə