39
Erol / Şanizade Mehmet Ataullah: Bir Osmanlı Tarih Tasavvur ve Yazımı Örneği
halinde, sonradan o dönemlerin harikalarla (üstûre ve efsaneler) açıklanmaya çalışıldı-
ğına, kadim Yunan dönemini örnek gösterir.
Şanizade, geçmişe ve bilinebilirliğine dair üç kanıttan bahsetmektedir. Bunlar, inkârı
mümkün olmayan delil ve eserlere dayandırılır. Birinci delili, Babil’de kayıt altına alın-
mış gökbilimle alakalı rasathane gözlemleri oluşturur. Bunların
bin dokuz yüz seneyi
kapsaması ve İsa’nın doğumundan iki bin iki yüz otuz sene öncesine uzanmasının,
yıldız ve gökcisimleriyle ilgili yazılı kayıtlardan anlaşıldığı ileri sürülür. İkinci delilde ise
Çin’den bahsedilmektedir. Geçmişinin milattan önce iki bin iki yüz elli sene öncesine
uzandığı ve Babil’in muadili olduğu söylenir. Ve gökbilim uzmanları arasında bu şekil-
de itibar edildiği aktarılır. Şanizade, ilk iki delili kuvvetli olarak zikretmektedir. Bunları
da nihai olarak rasathane kayıtlarına ve gökbilim uzmanlarının (erbâb-ı hey’et ve ehl-i
tencîm) görüşlerine dayandırmaktadır. Üçüncü delilde, diğer ikisinden daha zayıf
olmakla birlikte, Thomas Howard’ın (1585-1646) Akdeniz’deki Bare Adası’nda bulduğu
mermer üzerine yazılmış kitabelerden Atina şehrinin tarihinin
milattan önce iki yüz
altmış üç sene öncesine uzandığının anlaşıldığı belirtilir. Üç delile ilaveten eserde, Mısır
piramitlerinin yazılıp kayıt altına alınmasının, zamanların tümünü öncelendiği ileri
sürülür. Ancak, bu delilin, bazı toplumların geçmişlerini ispatlamaktan öte bir faydası
olmadığı iddia edilir. Devam eden izahatta ise bunların ötesine geçen devirlerle ilgili
değerlendirmelerde bulunulur:
“İşte tevârih-i ‘âmme-i kadîmede mazbut oldukları mümteni‘u’l-inkâr evkât-ı
ma‘lûme ancak bu mezkûrâttır. İmdi cemî tevârih-i ‘âmme-i kadîme, hılkat-i
‘âleme nazaran karibü’l-‘ahd ve cedid ve takriben dört bin seneden mukadde-
mi mübîn olur tarih, ‘adîm ve nâ-bedîd olmağla, müddet-i mezkûreden evvel
olan ahvâl-i a‘vâmm u ümeme ıttılâ‘a ‘ukûl-i benî âdem gayr-i muktedir ve
havâdisât-ı pîşîn-i âlemden akl-ı me‘âş-ı beşer kâsır olmaktan nâşî, anlar ta‘lîm-i
ümmet zımnında min kıbeli’r-Rahmân vahyolunan âyât-ı Kur’an-ı azîmü’ş-şân ve
ehâdis-i şerîfe-i hazret-i Mefhâr-i dü-cihan ve ahbâr-ı sâdıka-i
kütüb-i semaviye
ve ilhâmât-ı peygamberân-ı zî-şânla malum olup, bunlardan başka hiçbir vechile
bilinmezler” (Şanizade, 2008, s. 17-18).
10
Netice itibariyle Tarih-i Şanizade’de, inkârı mümkün olunamayacak şekilde bilinebilecek
tarihlerin bunlarla sınırlı olduğu ve dünyanın yaratılışına nazaran kadim umumi tarihle-
rin daha yakın bir zaman dilimini oluşturduğu belirtilir. Açıklamanın devamında, yaklaşık
dört bin sene öncesi dönemlere dair tarihî hadiseleri öğrenmenin insanın güç yetireme-
10 “İşte kadim umumî
tarihlerde kaydedilmiş, inkârı mümkün olmayan malum zaman dilimleri sadece
bu zikredilenlerdir. İmdi kadim umumi tarihlerin tümü, âlemin yaratılışına nazaran daha yakın ve
yeni devir ve yaklaşık dört bin sene öncesi aşikâr olan tarihler yok olduğundan ve kaybolduğundan
zikredilen zaman diliminden önceki millet ve halkları bilmeye insanoğlunun aklının güç
yetiremeyeceğinden ve âlemin öncesindeki hadiselere insan aklının ermeyeceğinden dolayı; onlar,
ümmeti eğitme maksadıyla Allah tarafından vahyolunan Kur’an-ı Kerim ayetleri, iki cihanın övünç
kaynağı peygamberin hadis-i şerifleri, semavî kitapların doğru haberleri
ve şan sahibi peygambere
malum olan ilhamlar olup bunun dışında hiçbir şekilde bilinemezler.”
40
İnsan ve Toplum
yeceği bir durum olduğu, dolayısıyla da bunların ancak vahiy, hadisler, semavi kitapların
bildirdikleri ve peygamberlerin aktardıkları malumatlarla bilinebileceği ifade edilir.
Bu açıklamalar bize Şanizade’nin varoluşsal duruşunu okuyabilme imkânı verir.
Vakanüvislik geleneğinde, müessesesinin yapısı gereği umumi tarih eserleri telif
edilmemiştir. Bundan ötürü, örneğin bir vakanüvis olan Şanizade’nin varoluşsal bakış
açısını ancak eserinin tarihle ilgili mukaddime kısmından istihraç edebiliyoruz. Bunun
ötesinde, metinde geçen olaylarla irtibatlı zikredilen alıntılardan birtakım tespitler
yapmak mümkündür.
Şanizade
zikrettiği üç delille, geçmişin ne kadar ve ne şekilde bilinebileceğini gösterme-
ye çalışır. Bahsettiği delil, tarihe yardımcı bir alan olarak kabul edilebilir. Şanizade’nin
XIX. yüzyıl başlarında bunları yazması iki önemli duruma işaret eder: Birincisi, o dönem-
deki tarih tasavvurunun ve malumatının bir vakanüvis açısından ne şekilde olduğunu
gösterir. İkincisiyse mevcut tarih yazım geleneği dışına çıkan bir bakış açısına işaret eder.
Şanizade’nin geçmişin tespitine
dair öne sürdüğü deliller, gökbilim çalışmalarının kayıt-
larına dayanmaktadır. Bu tür tahlillerin kendi dönemi itibariyle “bilimsel”/ilmî veriler
olduğu düşünülürse, Şanizade’nin yadsınması mümkün olmayacak delilleri sıralamaya
çalıştığı görülecektir. Şanizade, bu noktada oldukça somut deliller üzerinden geçmişe
yönelik bakış açısı geliştirir. Oysa genelde geçmiş dönemlerle ilgili efsane türünden bir-
çok açıklamaya başvurulduğu bilinmektedir. Şanizade’nin
o dönemlere dair herhangi
bir tarih eserinin telif edilmediğini düşünerek oradaki boşluğu somut çalışmalarla dol-
durmaya çalıştığı söylenebilir. Kendisinin olayların zamanında aktarılmamasının sonuç
itibariyle “… evâ’il-i ekser-i düvel havârıkla muttasıfa” olacağı yönündeki tespitinin,
bu bağlamda ortaya çıktığı düşünülebilir. Ve sorunun farklı deliller üzerinden aşılması
yönündeki bir çabanın göstergesi olarak kabul edilebilir.
Şanizade’ye göre tarih ilminde, şer’î deliller veya matematik ilimleri ya da hendese
usulleriyle ispatlanamayan durumlar “imkân” suretinde değerlendirilir. Tarih ilminde
imkândan başka güvenilir sağlam bir delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla da tarihî bir
meseleye dair külli bir itimat (makuliyet) arama zarureti gerekli değildir (Şanizade, 1290,
s. 11). Burada imkândan kastedilen şey, bir durumun gerçekleşebilirliğinin mümkinâtıdır;
bir şeyin akledilebilmesidir.
Göreceli olan bir durum, makul çerçeve içinde mülahaza
edilir. Tarihî olayların sınanması veya müspet ilimlerdeki gibi ele alınıp vazıh bir sonuca
varılması muhal olduğundan kendi makuliyetleri içinde ele alınmaları icap eder. Çünkü
tarih, özü itibariyle cüzi hadiselerin toplamından oluşur. Aslında bu mesele, XIX. yüz-
yılda ortaya çıkan tarih tartışmalarının temelinde olan bir mevzudur ve duyguculuk ve
tarihselcilik (historismus) gibi okulları olguculuğa karşı tepki olarak ortaya çıkarmıştır.
Şanizade’nin kendi tabiriyle ifade etmeye çalıştığı konu da hemen hemen aynı tartış-
maya tekabül etmektedir ki henüz o dönemde bu tür teorik/nazari münazaralar yoktu.
Özetle ifade etmek gerekirse, tarih ilminin muhtevasını oluşturan olayların tümünün
kayıt altına alınamamış olması, kadim dönemlerin insanın kendi çabalarıyla bileme-