Fache, "Burası Louvre güvenliği için hâlâ
yasak bölge," dedi. "
Police Technique et
Scientifique'den
*
gelen takımım araştırmalarını henüz bitirdiler." Açıklığı gösterdi. "Lütfen
altından geçiniz."
Langdon ayaklarının dibindeki daracık sürünme aralığına baktıktan sonra gözlerini ağır
demir kapıya çevirdi. Şaka yapıyor, öyle değil mi? Barikat, izinsiz girenleri ezmek için hazır
bekleyen giyotine benziyordu.
Fache Fransızca bir şeyler söylenip saatine baktı. Ardından dizlerinin üstüne çökerek,
hantal vücudunu parmaklıkların altından geçirdi. Diğer tarafa geçince ayağa kalkıp,
parmaklıkların arasından Langdon’a baktı.
Langdon derin bir nefes aldı. Avuçlarını cilalı parkenin üzerine yerleştirerek, karnının
üstüne yattı ve kendini ileri itti. Tam altından geçerken Harris tüvidinin ensesi parmaklıkların
altına takıldı ve başının arkasını demirlere çarptı.
Çok hoş Robert, diye düşünürken el yordamıyla kendini kurtarıp, diğer tarafa geçti. Ayağa
kalktığında Langdon gecenin çok uzun süreceğinden şüphelenmeye başlamıştı.
*
Teknik birim.
5
Murray Hill Binası -Opus Dei'nin yeni Dünya Merkez Bürosu ve konferans salonu- New
York'ta 243 Lexington Caddesi'nde bulunmaktadır. Indiana kireçtaşı ve kırmızı tuğladan
oluşan 12.500 metrekarelik alanı kaplayan gökdelen 47 milyon dolara mal olmuştur.
May&Pinska tarafından tasarlanan binada yüzden fazla yatak odası, altı yemek salonu,
kütüphaneler, oturma odaları, toplantı salonları ve ofisler bulunmaktadır. İkinci,
sekizinci ve
on altıncı katlarda, mermerle donatılmış şapeller vardır. On yedinci kat tamamıyla mesken
olarak kullanılmaktadır. Erkekler, binaya Lexington Caddesi'ndeki ana kapıdan girerler.
Kadınlarsa yan sokaktan giriş yaparlar ve binada bulundukları sürece erkeklerden "akustik ve
görsel" olarak ayrılmışlardır.
O akşamın erken saatlerinde Piskopos Manuel Aringarosa, gözlerden uzak teras katındaki
dairesinde küçük bir seyahat çantası hazırlayarak, geleneksel siyah cüppesini giymişti.
Normalde beline mor kuşağını takması gerekirdi ama o, bu gece halk arasında dolaşacağından
sahip olduğu yüksek mevkiiyle dikkat çekmek istemiyordu. Parmağındaki 14 ayar altın etrafı
iri elmaslarla çevrili mor ametist taşın üstüne elle piskoposluk arması işlenmiş yüzüğünü,
sadece bilen bir göz fark edebilirdi Seyahat Çantasını sırtına alarak, dairesinden çıktı. İçinden
bir dua okudu ve aşağıda kendisini havaalanına götürmek üzere bekleyen şoförünün
bulunduğu lobiye indi.
Artık Roma'ya gidecek ticari uçakta oturmakta olan Aringarosa, Pencereden dışarıya,
karanlık Atlantik'e baktı. Güneş batmıştı ama Aringarosa kendi yıldızının yükseldiğini
biliyordu.
Bu gece savaş kazanılacak, diye düşündü, oysa yalnızca
birkaç ay önce,
imparatorluğunu yıkmaya kalkışan ellere karşı kendini güçsüz hissediyordu.
Piskopos Aringarosa, Opus Dei'nin genel başkanı olarak, hayatının son on yılını "Tanrı'nın
Eseri'nin" -
yani Opus Dei- mesajını yaymak içini harcamıştı. 1928 yılında papaz Josemarîa
Escrivâ tarafından kurulan cemaat, muhafazakâr Katolik değerlerini yeniden hayata geçirmiş
ve üyelerini, Tanrı'nın Eseri'ni meydana getirebilmek için, kendi hayatlarından büyük
fedakârlıklar yapmaya teşvik etmişti.
Opus Dei'nin gelenekçi felsefesi başlangıçta İspanya'da,
Franco rejiminden önce kök
salmıştı, ama Josemaria Escrivâ'nın 1934'te yayınladığı The Way (
Tarîk) Tanrı'nın Eseri'ni
meydana getirebilmek kişinin hayatında yapması gereken 999 meditasyon şekli isimli ruhani
kitabıyla birlikte Escrivâ'nın mesajı tüm dünyaya yayılmıştı. Artık kırk iki dilde milyonlarca
kopyası bulunan Tarîk sayesinde, Opus Dei küresel bir güç haline gelmişti. Opus Dei'ye ait
okullara, eğitim merkezlerine ve hatta üniversitelere dünyanın her büyük şehrinde
rastlanabilirdi. Opus Dei, dünyadaki en hızlı büyüyen ve mali açıdan en güvenli Katolik
organizasyonuydu. Ne yazık
ki Aringarosa, dini kinizm, mezhepler ve İncil'in televizyondan
öğrenildiği bir çağda, Opus Dei'nin sahip olduğu zenginlikle gücün şüphelen üstüne çektiğini
öğrenmişti.
Muhabirler genellikle, "Pek çok kişi Opus Dei'nin bir beyin yıkama tarikatı olduğunu
söylüyor," diye üstüne gelirlerdi. "Bazıları da size aşırı muhafazakâr gizli Hıristiyan cemiyeti
diyorlar. Hangisisiniz?"
Piskopos sabırla, "Opus Dei ikisi de değil," diye cevap verirdi. "Bizler
bir Katolik
Kilisesi'yiz. Bizler, günlük yaşantılarımızda Katolik öğretilerini özenle izlemeyi seçen Katolik
bir topluluğuz."
"Tanrı'nın Eseri'nde saflık yeminleri edilmesi, kiliseye zekât vermek, günahlar için
kendini döverek ve
keçeyle kefaret ödenmesi gerekli midir acaba?"
Aringarosa, "Siz Opus Dei'nin sadece küçük bir grubundan bahsediyorsunuz," demişti.
"Katılımın farklı seviyeleri vardır. Opus Dei'nin binlerce üyesi evlidir, aileleri vardır ve
Tanrı'nın Eseri'ni kendi topluluklarında yaparlar. Diğerleri manastır okullarımızda nefislerini
kırarak sade bir hayat yaşarlar. Bu tercihler kişiye aittir ama Opus Dei'deki herkes Tanrı'nın
Eseri'ni yaparak dünyayı daha iyi bir yer haline getirme amacını paylaşırlar.
Elbette bu takdir
edilecek bir arayıştır."
Buna rağmen, bu mantık nadiren işe yarardı. Medya her zaman skandallar peşinde koşardı
ve büyük organizasyonların çoğunda olduğu gibi Opus Dei'nin üyeleri arasında da, tüm
grubun namını gölgeleyecek sapkın ruhlar vardı.
İki ay önce, Ortabatı'daki bir üniversitedeki Opus Dei grubu, yeni müritlerin dini bir
deneyim gibi algılaması için, onlara kendilerini fazlasıyla zinde hissetmelerini sağlayacak
meskalin verirken yakalanmıştı. Bir başka üniversite öğrencisi iğneli
keçe kemerini tavsiye
edilen günlük iki saatten çok daha uzun kullanmış ve sebep olduğu enfeksiyonla kendisini
ölümün eşiğine getirmişti. Kısa süre önce Boston'daki genç bir yatırım bankacısı,
intihar
etmeden önce tüm birikimlerini Opus Dei'ye bırakmıştı.
Yoldan çıkarılmış koyunlar, diye düşündü Aringarosa, onlar için üzülüyordu.
Elbette en büyük utanca, Opus Dei'nin ünlü üyesi ve basının çokça yer verdiği sapık FBI
ajanı Robert Hanssen sebep olmuştu. Onun mahkemede yargılanırken, kendi karısıyla
sevişmelerini arkadaşlarına seyrettirmek için, yatak odasına gizli video kameraları
yerleştirdiği ortaya çıkmıştı. Hakim, "Dindar bir Katolik'in eğlence anlayışı böyle olamaz,"
demişti.
Ne yazık ki, tüm bu olaylar Opus Dei Farkındalık Şebekesi (ODAN) diye bilinen yeni
gözlem grubunun gelişmesine yardımcı olmuştu. Grubun popüler web sitesi -www.odan.org-
katılımın tehlikeleri konusunda uyarıda bulunan eski Opus Dei üyelerinin korkutucu
hikâyelerini açıklıyordu. Artık medya Opus Dei'den "Tanrı'nın Mafyası" ve "İsa Mezhebi"
diye bahsediyordu.
Anlamadığımız şeylerden korkarız, diye düşündü Aringarosa bu eleştirmenlerin Opus
Dei'nin kaç hayatı zenginleştirdiğini bilip bilmediklerini merak ediyordu. Grup, Vatikan'ın
tam onayını almış ve takdis edilmişti.
Opus Dei, Papa'nın kişisel bir piskoposluk makamıdır.
Bununla birlikte
son zamanlarda Opus Dei, medyadan daha kuvvetli bir güç tarafından
tehdit ediliyordu... Aringarosa'nın saklanamayacağı Eklenmedik bir düşman. Beş ay önce
iktidar kaleydoskopu sarsılmıştı ve Aringarosa hâlâ yedikleri darbenin altından kalkmaya
çalışıyordu.
Aringarosa uçağın penceresinden aşağıdaki okyanusun karanlığına bakarken kendi
kendine, "Nasıl bir savaş başlattıklarını bilmiyorlar," diye' fısıldadı. Bir an için gözleri kendi
garip yüzünün -esmer ve uzun, genç bir misyonerken İspanya'da yediği yumrukla dağılan,
yassı ve eğri bir burun- yansımasına odaklandı. Artık fiziksel kusurların önemi yoktu.
Aringarosa ruhani bir dünyada yaşıyordu, bedensel değil.
Jet uçağı Portekiz sahillerinin üstünden uçarken, Aringarosa'nın cüppesinin altındaki cep
telefonu sessiz bir şekilde titreşmeye başladı. Uçuş yönetmeliği gereği, uçuşlar sırasında cep
telefonlarının kapalı tutulması gerektiği halde Aringarosa bu çağrıya
mutlaka cevap vermesi
gerektiğini biliyordu. Bu numara sadece bir kişide vardı, telefonu Aringarosa'ya gönderen
kişide.
Heyecanlanan piskopos sessizce cevap verdi. "Evet?"
Arayan kişi, "Silas kilit taşının yerini buldu," dedi. "Paris'te. Saint-Sulpice Kilisesi'nde."
Piskopos Aringarosa gülümsedi. "O halde yaklaştık."
"Hemen alabiliriz. Ama senin nüfuzuna ihtiyacımız var."
"Elbette. Bana ne yapmam gerektiğini söyle."
Aringarosa telefonu kapattığında kalbi hızla çarpıyordu. Başlattığı olayların karşısında
kendini küçük hissederken, bir kez daha karanlık geceye baktı.
Sekiz yüz kilometre ötede, Silas isimli Albino küçük bir leğenin üzerine eğilmiş, suda
dönen kırmızılıkları seyrederken sırtındaki kanlan temizliyordu. Mezmurlar'dan,
beni