Microsoft Word Brown, Dan Da Vinci Sifresi doc



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/116
tarix10.11.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#9412
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   116

onu kızın üstünden çektiklerinde ona bir ültimatom vermişlerdi -ya Marsilya'yı terk edersin ya 
da çocuk hapishanesine gidersin. 
Çocuk sahilden aşağı inerek Toulon'a gitmişti. Zaman geçtikçe sokaklardaki acıyan 
bakışlar, korku dolu bakışlara dönmüştü. Çocuk güçlü genç bir erkek olmuştu.  İnsanlar 
yanından geçerken, fısıldattıklarını duyabiliyordu. Bir hayalet, diyorlardı, beyaz tenine 
bakarken gözleri korku dan açılırdı. Şeytani gözlere sahip bir hayalet! 
Ve o kendini bir hayalet gibi hissediyordu... şeffaftı... bir limanda öbür limana 
süzülüyordu. 
İnsanlar sanki onun içini görüyorlardı. 
On sekiz yaşında, bir liman kasabasında kargo gemisinden bir kaç kurutulmuş jambon 
çalmaya çalışırken, bir çift tayfa tarafından yakalamıştı. Onu dövmeye başlayan iki denizci 
tıpkı babası gibi bira kokuyordu. Canavarın korku ve nefret dolu anıları su yüzüne çıkmıştı. 
Genç adam elleriyle, ilk denizcinin boynunu kırmıştı.  İkincisinin aynı kaderi paylaşmasını 
gelen polisler engellemişti. 
İki ay sonra prangalarla Andorra'daki hapishaneye varmıştı. 
Gardiyanlar onu çıplak ve üşümüş bir halde içeri tıkarken hücre kiler, hayalet kadar 
beyazsın, diyerek onunla alay etmişlerdi.  Mira el pectro! Belki de hayalet bu duvarlardan 
geçer! 
Geçen on iki yıl süresince, şeffaflaştığını anlayıncaya kadar bedeni ve ruhu soldu. 
Ben bir hayaletim. 
Ağırlığım yok. 
Yo soy un espectro... pálido como una fantasma... caminando mundo a solas. 
Bir gece hayalet, diğer tutukluların bağırışlarıyla uyanmıştı. Üzeri de uyuduğu zemini 
hangi görünmez gücün salladığını ya da hücresindeki harçları hangi kuvvetli elin silkelediğini 
bilmiyordu ama o ayağa fırlar fırlamaz, tam uyuduğu yere iri bir kaya parçası düşmüştü. Taşın 
geldiği görmek için başını kaldırdığında sallanan duvarda bir delik açıldığını gördü, arkasında 
on yıldır görmediği bir manzara vardı. Ay. 
Yer hâlâ sallanırken, hayalet kendini engin bir manzaraya açılan uçurumdan ormana inen, 
dar bir tünelin içinde ilerlerken buldu. Açlık ve yorgunluktan çılgına dönmüş bir halde gece 
boyunca aşağı doğru koştu. 
Bilincini kaybetmek üzereyken, şafak vakti kendini tren raylarının ormanın içinden geçtiği 
bir açıklıkta buldu. Rayları takip ederken sanki rüya da yürüyordu. Gördüğü boş yük 
vagonuna sığınmak ve dinlenmek için kıvrıldı. Uyandığında tren hareket ediyordu. Ne kadar 
oldu? Ne kadar uzaktayım? Midesinde bir sancı büyüyordu. Ölüyor muyum? Yeniden uyudu 
Uyandığında bu kez birisi ona bağırıyor, vuruyor ve yük vagonun aşağı itiyordu. Kanlar 
akarken acı içinde, küçük bir köyü yemek arayarak dolaştı. Sonunda, vücudu bir adım daha 
atamayacak kadar güçsüz düştü, yol kenarına uzandı ve bilincini kaybetti. 
Işık yavaşça belirdi ve hayalet kaç zamandır ölü olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Bir gün? 
Üç gün? Önemi yoktu. Yatağı bulutlar kadar yumuşaktı ve havada tatlı bir mum kokusu vardı. 
İsa oradaydı ve ona bakıyordu. Buradayım, dedi İsa.  Taş kenara yuvarlandı ve sen yeniden 
doğdun. 
Uyudu ve uyandı. Zihni bulanmıştı. Cennete hiç inanmamıştı, buna rağmen  İsa, onu 
gözetiyordu. Yatağının yanında yemek belirdi ve hayalet onu yedi, adeta kemiklerinin üstünde 
et oluştuğunu hissediyordu. Yeniden uyudu. Uyandığında  İsa hâlâ ona gülümseyerek 
konuşuyordu. Kurtarıldın oğlum. Benim yolumu izleyenler kutsananlardır
Bir kez daha uyudu. 
Acı dolu bir çığlık hayaleti uykusundan kaldırmıştı. Vücudu yataktan fırlayarak, 
koridordan seslerin geldiği yere yöneldi. Mutfağa girdiğinde iri bir adamın ufak tefek bir 
adamı dövdüğünü gördü. Hayalet sebebini bilmeksizin iri adamı yakaladı ve onu duvara 
fırlattı. Adam kaçtığında hayalet, rahip kıyafeti giymiş yerde yatan genç bir adamın yanında 


duruyordu. Rahibin burnu fena halde kırılmıştı. Kanlar içindeki adamı yerden kaldıran 
hayalet, onu koltuğa götürdü. 
Rahip garip bir Fransızcayla, "Teşekkürler dostum," dedi. "Bağış parası hırsızları buraya 
çekiyor. Uykunda Fransızca konuştun. İspanyolca da biliyor musun?" 
Hayalet başını hayır anlamında iki yana salladı. 
Bozuk Fransızcasıyla, "İsmin nedir?" diyerek devam etti. 
Hayalet ailesinin kendisine verdiği ismi hatırlayamıyordu. Tek duyduğunu hapishane 
gardiyanlarının alaycı sözleriydi. 
Rahip gülümsedi. "No hay problema. Benim adım Manuel Aringarosa. Madrid'li bir 
misyonerim. Buraya, Obra de Dios için bir kilise kurmaya gönderildim." 
“Neredeyim?" Sesi derinlerden geliyordu. 
"Oviedo. İspanya'nın kuzeyinde." 
"Buraya nasıl geldim?"  
"Birisi seni kapıma bırakmış. Hastaydın. Günlerdir buradasın." 
Hayalet kendisiyle ilgilenen genç adama baktı. Birisi ona iyi davranmayalı yıllar olmuştu. 
"Teşekkürler rahip." 
Rahip kanlı dudağına dokundu. "Müteşekkir olan benim dostum." 
Hayalet ertesi sabah uyandığında, dünyası daha berraktı. Yatağının üstündeki çarmıha 
baktı. Artık onunla konuşmadığı halde, varlığında huzur buluyordu. Yatağında doğrulunca, 
komodinin üstünde bulduğu gazete kupürünü görünce şaşırmıştı. Bir haftalık makale 
Fransızcaydı. Hikayeyi okuduğunda korku duydu. Dağlardaki bir hapishaneyi yıkan bir 
depremden ve tehlikeli mahkûmların serbest kaldığından bahsediyordu. 
Kalbi çarpmaya başlamıştı.  Rahip kim olduğumu biliyor! Uzun zamandır duymadığı bir 
duyguyu yaşıyordu. Utanç. Suçluluk. Bunlara yakalanma korkusu eşlik ediyordu. Yatağından 
fırladı. Nereye kaçacağım? 
Kapıdan gelen ses, "Kitabı Mukaddes," dedi. 
Hayalet korku içinde döndü. 
Genç rahip içeri girerken gülümsüyordu. Burnu garip bir sekili sargıya alınmıştı ve elinde 
bir İncil tutuyordu. "Senin için Fransızca tane buldum. İşaretli bölüm." 
Ne yapacağını bilemeyen hayalet İncil'i aldı ve pederin işareti bölüme baktı. 
Afetler 16. 
Dizelerde, çıplak ve dövülmüş bir halde hücresinde yatarken Tanrı'ya ilahiler söyleyen 
Silas isimli bir mahkûm anlatılıyordu. Hayalet dizeye geldiğinde nefesi kesilmişti. 
"...Ve birden büyük bir deprem oldu, böylece hapishanenin temelleri sarsıldı ve tüm 
kapılar açıldı.
Gözlerini rahibinkilere dikmişti. 
Rahibin yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. "Bundan böyle dostum, eğer başka adın yoksa 
ben sana Silas diyeceğim." 
Hayalet boş bir ifadeyle başını salladı. Silas. Ona beden verilmişti. Benim adım Silas
Rahip, "Kahvaltı vakti," dedi. "Bu kiliseyi kurmakta bana yardım edeceksen güce 
ihtiyacın olacak." 
 
Akdeniz'den 6000 metre yükseklikte, 1618 sefer sayılı Alitalia türbülansa girerek 
zıpladığında, yolcular tedirginlik içinde kımıldanmışlardı. Piskopos Aringarosa durumu fark 
etmemiş gibiydi. O, Opus Dei'nin geleceğini düşünüyordu. Paris planının gelişmelerinden 
haberdar olmak cin sabırsızlanırken, Silas'a telefon açabilmeyi diliyordu. Ama bunu 
yapamazdı. Öğretmen önceden belirtmişti. 
Fransız aksanıyla  İngilizce konuşan Öğretmen, "Bu sizin kendi güvenliğiniz için," diye 
açıklamıştı. "Elektronik haberleşmeyi, nasıl dinleneceğini bilecek kadar iyi biliyorum. 
Sonuçları size felaket getirebilir." 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   116




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə