283
olmamasına rağmen, ilgili hadîsin devamında, şayet elbise bulamazsa, bir ip
koymasının müstehab olduğu ifade edilmektedir
1279
.
Ancak Hanbelîlerin bu hadîsi daha lafzî ve zahirî anlamıyla
değerlendirdikleri anlaşılmaktadır. Ahmed b. Hanbel’e göre imkanı olduğu halde
üzerine bir şey almayan kimsenin namazının sahih olmadığı nakledilmektedir
1280
.
Nitekim bn Kudâme (ö. 620)’ye göre, mezkûr hadise binâen, imkanı olan kimsenin
namaz kılarken omzunu bir elbise ile örtmesi vaciptir. Kendisi de ifade ettiği gibi,
fukahanın çoğunluğu bunu vacip saymamış ve namazın şartı olarak görmemiştir.
Nitekim onlara göre omuzları örtmek, avret olmayıp bedenin diğer kısımlarına kıyas
edilir. Ancak bn Kudâme’ye göre, hadisteki nehy, tahrîmi gerektirir ve kıyasa
takdim olunur. Ayrıca Harakî’nin, hadiste elbiseden (kumaştan) bir şey ifade edildiği
için, ipin elbise olarak isimlendirilemeyeceğini, velev ki omuzuna bir ip atsa da
bunun caiz olmadığı görüşüne yer vermektedir
1281
.
4. Hutbe Okurken Bir Şeye (Asâ ve Yay gibi) Dayanma
Ş
âfiî’nin, Hz. Peygamberin minberde hutbe irad ederken sergilemiş olduğu
bir takım hal ve hareketlerine uymayı güzel görerek tercih etmesinde de, yine onun
aslında meseleye zahirî ve şekilci açıdan yaklaştığını ortaya koymaktadır. Mesela
Hz. Peygamberin, bir asaya dayanarak hutbe irad etmiş olması sebebiyle, hatîbin bir
asa, yay veya bunlara benzer bir şeye dayanarak hutbe irad etmesi gerektiğini
belirtmektedir. Nitekim Şâfiî’nin bn Cureyc’den rivâyet ettiğine göre, Atâ, Hz.
Peygamberin bir asaya dayanarak hutbe irad ettiğini söylemiştir
1282
. Oysa, herhalde
Hz. Peygamberin hutbede mezkur şeylere dayanmasının sebebi, bunun hutbenin bir
gereği olmasından ziyâde, Hz. Peygamberin ayakta dururken bir şeye dayanma
ihtiyacı hissetmesinden kaynaklanmış olabilir. Dolayısıyla hutbe irad eden kimselere
bir asa veya buna benzer bir şeye dayanmayı istemek, ancak Hz. Peygamberin her
hal ve hareketine olduğu gibi uyma düşüncesi sonucu ortaya çıkabilir.
1279
Şîrâzî, el-Muhezzeb, I. 65; Nevevî de bu ifadeleri Şîrâzî’den olduğu gibi alıntılamaktadır. Krş;
Nevevî, el-Mecmû’, III. 177.
1280
Nevevî, A.g.e., III. 177; bn Hacer, Fethu’l-Bârî, I. 472.
1281
bn Kudâme, el-Muğnî, I. 339.
1282
Şâfiî, Umm, I. 343, 396-397.
284
Ş
âfiî’nin bu düşünceye hutbede hatibin sağlam ve sabit durması gerektiği
düşüncesiyle anlaşılmaktadır. Ona göre, şayet hatîb asaya dayan(a)mazsa,-ya sağ
elini sol elinin üzerine koyarak veya ellerini, bulunduğu yerde durmasını sağlayarak-
bedenini ve ellerini sabit tutmasının kendisinin hoşuna gideceğini belirtmektedir
1283
.
Oysa Serahsî’ye göre, hatîb, hutbenin uzaması halinde bir şeye dayanma ihtiyacı
duyabilir ki bu nedenle bir şeye dayanmasında herhangi bir beis yoktur
1284
. Bu ise
hatibîn her halukarda bir şeye dayanmasının müstehab olması düşüncesinden farklı
bir yaklaşımdır ve Şâfiî’den ayrılmaktadır.
Ş
âfiî’nin sünnete şekilci yaklaşım sergilemesi hususunda verilen bu
örneklerin dışında onun yine bazı konularda da aynı yaklaşımı sergilediği
görülmektedir. Meselâ bu manada Şâfiî’nin, Hz. Peygamberin liânı mescidde
yaptırdığı şeklindeki rivâyete binâen, liân yemininin mekan olarak mescidde
yapılmasını gerekli görmesi
1285
de şekilci bir yaklaşımdır. Oysa Hanefîlere göre,
böyle bir zorunluluk yoktur
1286
.
Yine Şâfiî, Hz. Peygamberin, selam verdikten sonra namaz kıldığı yerden
sağına veya soluna dönerek ayrıldığını belirtmesine rağmen, Hz. Peygamberin bir
ş
eyi sağ taraftan yapmayı alışkanlık edindiği için namaz kılınan yeri, sağ taraftan
terketmeyi daha iyi görmesi
1287
, Hz. Peygamberin yeri geldiğinde esnek davranmış
olmasına rağmen, onun yine de sünnete şekilci ve daraltıcı bir anlayışla yaklaştığını
ortaya koymaktadır.
Iztıba, remel ve sa’yda hızla yürüme gibi Hz. Peygamber tarafından
konulan sünnetlerin, bazı sahabeler tarafından artık bunların gerekçesinin ortadan
kalktığını ifade etmelerine rağmen
1288
, Şâfiî’nin yine bunların ebedî olarak geçerli
olduğunu öne sürmesi
1289
onun sünnete şekilci yaklaştığının bir göstergesidir
1290
.
1283
Şâfiî, Umm, I. 343, 396-397.
1284
Serahsî, el-Mebsût, II. 77.
1285
Şâfiî, Umm, V. 413-414; Muzenî, Muhtasaru’l-Muzenî, IX. 223.
1286
bn Kudâme, el-Muğnî, VIII. 68.
1287
Şâfiî, Umm, I. 243.
1288
Bkz. Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, 224-225.
1289
Şâfiî, Risâle, 115 (no. 535-536).
1290
Kırbaşoğlu, “er-Risâle’nin Şekil ve Muhteva Açısından Eleştirisi”, s. 236.
285
II- MÂNÂ EKSENL YAKLAŞIMLAR
mam Şâfiî’de görülen lafza ve şekle bağlı yaklaşımlardan sonra, yine onun
tarafından ortaya konulan mana ve maksat ağırlıklı yorumlara değinmenin isabetli
olacağı kanaatindeyiz. Zira her ne kadar o, yöntem olarak nassların zahirî ve lafzî
anlamlarını temel olarak almış ve nassın zahirî anlamından ayrılmayı ancak bir
başka nass veya icmânın bulunması şartına bağlamak suretiyle, bu noktadaki yorum
ve ta‘lîl alanını daraltmış olsa da, kendisi bu ilkeyi her halukarda her meselenin
çözümünde ve her nassı anlama ve yorumlamada tatbik edememiş, yeri geldiğinde
lafzî ve zahirî anlamdan ayrılarak gaye ve maksadı itibara alma, nassları te’vil etme
ve kıyasa başvurma gibi yöntemlerle mana eksenli fıkhî yorum ve
değerlendirmelerde de bulunmuştur.
Nitekim bu husus, onun lafza bağlı yöntem ve
yaklaşımını yumuşatmış, katı bir lafızcı yorumda bulunmasını engellemiş ve onun
lafızcılığını ılımlı kılmıştır ki onu, Zahîrîlerden farklı kılan da bu yönüdür. Buna
rağmen Şâfiî’de görülen lafız eksenli ve mana eksenli yaklaşımlar kıyaslanacak
olursa, kanaatımızca onda lafız eksenli dolayısıyla lafza bağlı yorum ve yaklaşımlar
aslî olup daha baskın ve ağırlıklı bir konuma sahiptir. Mana eksenli yaklaşımları ise,
reddedilemez bir nitelikteki delîle ve zorunluluğa binâendir.
Bir başka ifadeyle Şâfiî, teoride zahire bağlılığı temel alması ve genelde
nassa dayanmayan yorumları keyfî addederek bu yöndeki yaklaşımlara yönelik menfî
tavır sergilemesine karşın, koymuş olduğu bu ilkeye pratikte her zaman riayet
edememiştir. Ayrıca daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu durum, hemen hemen
bütün ulema ve ekoller için de geçerlidir. Şu halde Şâfiî’nin yorum metodolojisinde
kıyas ve re’ye yer vermiş olması, bu arada bir delîl ve karîne bulunması durumunda
nassların lafzî ve zahirî anlamı üzerinde ısrar etmemesi, onun mana ve maksadı esas
alan yorumları tamamen dışlamadığının ve her zaman lafızcı bir tutum
sergilemediğinin bir kanıtıdır. Bir müctehid imamdan beklenen de zaten nasslar
üzerinde düşünüp, bunların temel amaçlarıyla hayattaki olaylar arasında uygun bir
bağ kurarak çözümler üretmesi ve insanlara yol göstermesidir. Zira sırf nassların
kuru lafızlarına ve literal anlamlarına takılıp kalmak, bir çok meseleyi çözümsüz
bırakabileceği gibi, hukuktan beklenen gerçek amaç ve maksatın gerçekleşmesine de
katkı sağlamayacaktır.
Dostları ilə paylaş: |