311
yöntemlerinden ziyade lafza bağlı yorum ve yaklaşımların egemen olmasına zemin
hazırlamıştır. Şâfiî’nin nassları değerlendirmede teorik olarak başta beyân kavramı
olmak üzere ilk defa lafızların delaletiyle ilgili kavramlara yer vermesi de lafza bağlı
yorum ve yaklaşımlarda Şâfiî’nin düşünce ve çabalarını açıkça ortaya koymaktadır.
Lafza bağlı yorum ve yaklaşımlar daha slâm’ın başından beri var olan,
hemen hemen her âlim ve mezhepte farklı tonlarda görülen hatta ekolleşen bir realite
ve olgudur. Nitekim ilk Müslüman nesil olan sahabenin de Hz. Peygamberin
hadîslerine/sünnetine zahirî ve gaî olmak üzere temelde iki farklı yaklaşım
sergiledikleri görülmektedir. Sahabede görülen iki temel yaklaşım onların takipçileri
olan tâbiûn neslinde de varlığını sürdürmüş ve sonradan bu iki temel yaklaşım re’y
ve hadîs taraftarları olarak teşekkül etmiştir. Bu nedenle slâm düşüncesinde nassları
anlamada ehl-i re’y ve ehl-i hadîs ekollerinin görüş ve değerlendirmeleri en köklü ve
en temel yaklaşımlar olma özelliğine sahiptir. Re’y taraftarlarının en bariz vasıfları
nassları değerlendirirken, nassların lafzî anlam ve delâletlerine bağlı kalmaksızın,
genellikle nassların mana ve maksadını, sebep ve illetlerini itibara alan, re’y, ictihad,
kıyas, istihsan ve ıstıslah gibi aklî yöntemlere dayanarak hüküm vermiş ve
değerlendirmelerde bulunmuş olmalarıdır. Buna mukabil hadis ehli, nassları
değerlendirmede onların mana ve maksadını, sebep ve illetini dikkate alan bir
yaklaşım yerine, ekseriyetle nassların lafzî/zahirî anlamlarını itibara almışlar,
meselelere aklî yönden de çözümler getirmek yerine, her türlü sorunun çözümünü
naklî bilgilerde arayan ve nasslara dayanmaya büyük bir ehemmiyet veren bir
yaklaşımın temsilcileri olmuşlardır.
Bu iki temel akımın/eğilimin, kendilerine özgü zihniyet ve yaklaşımlarının
fıkhî mezheblerin teşekkülü ile de varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkündür.
Nassları değerlendirmede istihsan ve masalih-i mursele gibi yöntemlere çokça
başvurmaları nedeniyle Şâfiî’den önce brahim en-Nahaî, Ebû Hanîfe ve talebelerini,
bu arada tamamen olmasa da mam Mâlik’i re’y ehlinin halefleri, mam Şâfiî,
Ahmed b. Hanbel ve Zahirîleri de hadîs ehlinin halefleri olarak değerlendirmek
mümkündür. mam Şâfiî ise bu noktada adeta kilit şahsiyet konumundadır. Zira her
ne kadar kendisi dışındaki alim ve ekoller de hadîs ve sünnete gerektiği kadar değer
vermiş olsalar da, teorik olarak hadîslerin/sünnetin önemi ve fonksiyonunu
temellendirmeye yönelik çabalarının yanısıra yine nassların anlaşılmasında izlenecek
312
yönteme ilişkin gayretleri, Şâfiî’nin önemini ve slâm düşüncesindeki yerini daha da
anlamlı kılmaktadır. Dolayısıyla geleneksel sünnî düşüncenin şekillenmesinde büyük
bir yeri ve katkısı olan bir imamın, nassları anlama ve yorumlamada lafza bağlı
yaklaşımı konusu da üzerinde durulmaya değer bir konudur. Zira Şâfiî’nin,
hadîsleri/sünneti daha genel ifadeyle nassları anlama ve değerlendirmede ilke olarak
lafzî/zahirî anlamı esas aldığı üzerinde klasik ve çağdaş ulemâ ve araştırmacılar
ittifak etmiş olup, bilebildiğimiz kadarıyla bunun aksini ileri süren de yoktur. Sadece
Ş
âfiî’de görülen lafızcı yaklaşımın oranı ve niteliği bakımından farklı
değerlendirmeler yapılmıştır.
mam Şâfiî’nin bizatihi kendisinin de, hemen hemen her vesileyle nassların
zahirî anlamına göre anlaşılması ve değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yaptığı
görülmektedir. Bu manada o zâhir ve bâtın kavramlarına yer vermekte, nassların
bâtın değil zâhirî/lafzî anlamının esas alınmasının altını özellikle çizmektedir. Zahir
kavramı Arap dili açısından, sözden ilk anlaşılan anlamı, bâtın ise fıkıh ve istinbat
yoluyla idrak edilen, sözün esas gaye ve maksadını ifade etmektedir. Buna göre Şâfiî,
ilke olarak nassları zahirî açıdan değerlendiren bir yaklaşım sergilemiş ve lafzın
zahirî anlamından ayrılmanın şartlarını ve sınırlarını çizmiştir. Ona göre Hz.
Peygamberin sünnetindeki amm ve zahir olan her söz/nass, aksi yönde bir başka nass
veya icmâ bulununcaya kadar umumî ve zahirî anlamı üzere caridir. Bu nedenle
Ş
âfiî, nassların zahirî anlamından ayrılmaya, o hususta aksi yönde bir başka âyetin,
hadîs/sünnetin veya icmânın bulunması şartıyla izin vermektedir. Bazen kıyasa
binâen de izin verdiği anlaşılmaktadır. Şu halde Şâfiî’nin bakış açısına göre, herhangi
bir Kur’an veya sünnet nassının zahirî anlamı dışında yorum ve değerlendirmede
bulunmak için, nassî bir delilin bulunması zorunludur. Zira ona göre icma ve kıyas
da ancak bir nassa dayanmakla meşru olacağı için sonuçta zâhirden ayrılmayı
gerektiren delillerin hepsi nassî delil olmaktadır. Şâfiî’nin bu yaklaşımına göre, bir
müctehid ve fakîhin bu nassî deliller dışında, akla, herhangi bir temel ilkeye, mana
ve maksada, istihsan ve maslahata göre, nassları zahirî anlamı dışında yorumlaması
ve değerlendirmesi meşrû ve geçerli olmamaktadır. Bu da Şâfiî’nin nassların yorumu
ve tevili alanını oldukça daralttığını açıkça ortaya koymaktadır. Onun hadîsleri
anlamada sergilediği temel yaklaşımlardan biri, Hz. Peygamberden sabit olarak gelen
her şeyi, varit olduğu üzere, niçin ve nasıl şeklinde herhangi bir soru yöneltmeksizin
313
kabul edilmesini ve amel edilmesini savunmasıdır. Nassların zahirî anlamının esas
alınmasını temellendirirken, insanların hukukî anlaşmazlıklarında Hz. Peygamberin,
tarafların zahirî söz ve durumlarına göre hüküm verdiğini de delil olarak
sunmaktadır. Bu da Şâfiî’nin nassların zahirî anlamının temel alınmasına ayrı bir
özen gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu arada Şâfiî’nin bilhassa ihtilaflı hadisleri
telif ederken bir takım te’villerde bulunmuş olması, hüküm istinbatında zaman
zaman ictihad ve kıyasa yer vermiş olması onun, bazen zahirî anlamdan
ayrılabildiğini göstermekte olup, kıyası reddeden zahirî ekolü derecesinde katı zahirî
bir yaklaşıma sahip olmadığını ortaya koymaktadır.
Esasen Şâfiî’yi zahirîlik/lafızcılık meselesinde önemli kılan da kendisinden
önceki iki büyük imama, Ebû Hanîfe ve mam Mâlik’e nazaran, ilk defa sistemli
olarak nassları değerlendirmede zahire göre hüküm vermeye, dolayısıyla lafızların
delâletine dayalı bir anlama yöntemine yönelik, teorik anlamda ciddî çabalar
sarfetmiş olmasıdır. Dolayısıyla Şâfiî’yi slâm fıkıh ve düşünce tarihinde sistemli
lafızcı/zahirî yaklaşıma giden kapıyı ilk aralayan kimse olarak değerlendirmek
mümkündür. Nitekim başta hadîs/sünnet anlayışı olmak üzere, Şâfiî tarafından ortaya
konan bir çok görüş ve düşüncenin, onun lafza bağlı yaklaşım sergilemesini
etkileyen birer faktör olduğu görülmektedir. Hadîs ve sünneti temellendirmek için
gösterdiği çabalar dahilinde, hadîslere verdiği ehemmiyet, hikmet kavramına
yüklediği anlam, sünnetin de vahye dayandığına yönelik değerlendirmeleri, sünneti,
Hz. Peygamberin merfû hadisleriyle sınırlayan yaklaşımları, hadislerin sıhhatini
tayinde, şeklî şartları nazar-ı itibara alması, hadîs-sünnet özdeşliğine dair vurguyu
artırması, hadîslerin Kur’an’a arzına muhalif bir tutum sergilemesi ve nesh anlayışı
ile ilgili tutumunun, onun öngördüğü yorum yöntemi ve lafza bağlı yaklaşım ile
yakın bir ilişkisi olduğu görülmektedir.
Nass anlayışına binaen, dinin bütün hükümlerini nasslara ve onların
delâletlerine inhisar ettirmeye yönelik düşünceleri, nasslara ve naklî bilgilere dayalı
bilgi anlayışı, yine nasslara ve nassların lafzi/zahirî delaletine dayalı ictihad ve kıyas
anlayışı, herhangi bir nassî delile dayanmadığı gerekçesiyle istihsanı reddederek
oldukça sert bir tutum sergilemesi, Arap dilini yücelten ve yorumlamada Arap dilinin
lafzi anlamlarını esas almaya özen gösteren dil anlayışı ve nasslarda ta’lîlden ziyade
taabbudiliği benimseyen ta’lîl ve taabbud anlayışı, kanaatimizce Şâfiî’nin lafza bağlı
Dostları ilə paylaş: |