314
yorum ve yaklaşımı tercih etmesinde etkili olan en önemli faktörleri oluşturmaktadır.
Ş
âfiî’nin saydığımız hususlarla ilgili olarak, ortaya koyduğu düşünce ve yaklaşımlar
onun teoride lafza bağlı bir yorum anlayışını benimsediğini açıkça ortaya
koymaktadır. Açıkçası Şâfiî, her bir problemin çözümünün metinsel deliller
çerçevesinde kalarak yapılmasını benimsemekte, bunları aşarak hatta metinsel delil
olmaksızın herhangi bir düşünce veya yönteme binaen yorumda bulunulmasına ve
hareket edilmesine karşı çıkmakta ve cephe almaktadır.
Teoride nassların lafzî/zahîrî anlamlarına bağlı yaklaşımı öngören ve
zahirden ayrılmayı da sıkı şartlara bağlayan mam Şâfiî’nin, pratik anlamda hadîs
rivâyetlerini değerlendirme ve yorumlamada lafza bağlılığı daha baskın iken, nadiren
de olsa mana eksenli yorum ve değerlendirmelerde bulunduğu gözlemlenmektedir.
Bu bakımdan onun, hadîsleri/sünneti anlama ve değerlendirme konusundaki temel
yaklaşımlarını lafız eksenli ve mânâ eksenli yaklaşımlar olmak üzere iki kategoride
değerlendirmek mümkündür. Bu da onun, teoride savunduğu zahire bağlılık ilkesine
daima bağlı kalamadığını, kullandığı delillerin ihtilaflı olması veya zahire bağlı
kalmanın nasslarda gözetilen gaye ve amaçları tam anlamıyla karşılayamayacağı
düşüncesinden hareketle pratikte zaman zaman zahirin dışına çıkan yorum ve
tevillerde bulunmuştur.
Ş
âfiî’nin lafza bağlı yaklaşımda bulunduğu konular dikkate alındığında
onun, hadîslerin lafzî ve zahirî anlamını esas aldığı, Hz. Peygamberin tasarrufları
üzerinde herhangi bir ayırıma gitmeksizin, bir kategoride değerlendirdiği ve bu
hususta aksi yönde bir delil bulunmadığı müddetçe umumî ve zahirî anlamında ısrar
ettiği, hadîslerde/sünnette ifade edilen bir takım süre ve miktarları, bir takım gaye ve
gerekçelerle yoruma tabi tutmaksızın, olduğu gibi bağlı kalmayı tercih etmesi,
nasslarda Şâri‘ tarafından konulan ve ifade edilen lafız, ifade ve kavramlara bir araç
olmak yerine, bu kavramlara dayanan ve bunların lafzî anlamlarıyla sınırlı kalan bir
yaklaşım sergilemesi, kendi icithad ve kanaatine göre sabit/sahih gördüğü haber-i
vâhitleri herhangi bir sorgulamaya tabi tutmaksızın kabul edilmesini savunması,
kıyas veya şer’î bir kâideye aykırılık arzetmiş olsa da, haber-i vâhitleri tercih etmesi,
hadîslerin/sünnetin lafızlarına bağlı bir yaklaşıma verdiği ehemmiyetin bir neticesi
olarak, terğîb ve terhîb içerikli rivâyetleri de hukukta delil olarak kullanması ve
bunlardan fıkhî hüküm ve istinbatlarda bulunmuş olması, nassların mana ve
315
maksadını, illet ve sebebini itibara alan ta’lîl anlayışı yerine bunun aksini ifade eden
taabbud anlayışını hüküm ve değerlendirmelerinde esas alması ve taabbud alanını
genişletmesi ve bu arada Hz. Peygamberin bazı sünnet ve uygulamalarındaki maksat
ve gayeleri dikkate alan dinamik bir anlayışı yerine, bu tür sünnet ve uygulamaları
olduğu gibi benimseyerek şekilci ve statik bir yaklaşım sergilemesi, Şâfiî’nin lafza
bağlı yorum ve yaklaşımı ne kadar hararetle benimsediğini ortaya açıkça ortaya
koymaktadır. Şâfiî’nin bazı meselelerde zahirî yaklaşım sergilememesinin temel
nedeni ise, ilgili husustaki rivâyetleri kendi değerlendirmesine göre sabit ve ihticaca
elverişli görmemesidir. Şayet ilgili hadisleri sabit görürse, onları da hiç şüphesiz
zahirî yönüyle anlayacağında herhangi bir şüphe yoktur. Onun lafızcı davranmasının
temel nedeni kendi ictihadına göre sahih gördüğü hadislerle herhangi bir gerekçeyle
yoruma tabi tutmadan olduğu gibi amel edilmesini benimsemesidir.
Lafza bağlı yaklaşımlarda Şâfiî’nin eleştiriye açık bir yönü de, delâlet
noktasında hadîsleri de Kur’an ile aynı kurallara tabi tutmuş olmasıdır. Oysa Kur’an
lafızları kesin olduğu için onun delâleti ile hadîslerin delâleti aynı değildir.
Hadîslerin ma’nen rivâyet edildiğinin farkında olmasına rağmen Şâfiî, ilgili hadîs ve
rivâyetleri yorumlarken ve değerlendiriken bu gerçeği göz ardı ettiği ve ilgili lafızlar
Hz. Peygamber tarafından özellikle seçilerek ifade edilmiş gibi, onların lafzî
delâletini esas aldığı görülmektedir.
Hz. Peygamberden sabit olduğunu düşündüğü her türlü rivayeti, başka bir
ilke veya kurala tabi tutmaksızın müstakil birer nass olarak kabul etmesi neticesinde,
Ş
âfiî’nin bir konudaki bütün rivâyetleri göz önüne almayıp sonuçta parçacı bir
yaklaşım sergilediğini ve böylece lafızcılığa düçar olduğunu söylemek de
mümkündür. Dolayısıyla Şâfiî’nin lafza bağlı kalmasında, onun hadislere ve
rivâyetlere verdiği olağanüstü değerin önemli bir etkisi sözkonusudur. Zira o,
hadîsleri de (içerdiği anlam ve icra ettiği fonksiyon bakımından) adetâ birer Kur’an
nassı gibi değerlendirmiş, sünnetin ancak hadîs rivayetleriyle sabit olacağını ilan
etmiş, bu da nassa ve onun lafzî anlamına odaklı bir yorum anlayışını beraberinde
getirmiştir.
Aslında Şâfiî’ye gelinceye kadarki süreçte nassların nasıl bir yöntem ve
yaklaşım ile ele alınacağı (özellikle ehl-i re’y ve ehl-i hadîs ekollerini vucut
316
bulmasıyla) hemen hemen belirginleşmiştir. Şâfiî’nin yetiştiği ve yaşadığı dönemde
Ş
âfiî’nin önünde ehl-i hadîs ve ehl-i re’y taraftarlarınca yapılmış yorum ve
yaklaşımlar mevcut durumdaydı. Şâfiî tarafından hadîsleri/sünneti anlama ve
değerlendirmede ortaya konulan yorum ve yaklaşımların benzerlerinin, kendisinden
önce, başta sahabe ve tabiûndan bazı kimseler olmak üzere bir kısım ekoller veya
alimler tarafından da yapıldığı görülmektedir. Dolayısıyla Şâfiî genellikle yeni bir
yorum yapmak yerine, mevcut yorumlardan birini özellikle de -ehl-i re’yin
yorumlarının aksine- hadîs ehlinin yaklaşımını benimsediği anlaşılmaktadır. Şu
halde, lafza bağlılık hususunda Şâfiî’yi önemli kılan, kendinden önce yapılan lafza
bağlı yaklaşımları sahiplenmesi ve zahire bağlı yaklaşımları teorik olarak
temellendirmeye getirmeye yönelik sistemli gayret ve çabalarıdır
. Bu nedenle
Ş
âfiî’yi zâhirî yaklaşımı ilk başlatan kimse olarak değerlendirmek mümkün değildir.
Zira sahabeden Şâfiî’ye kadar uzanan zaman diliminde hemen hemen her âlim ve
mezhepte farklı tonlarda da olsa zahirî tutum ve yaklaşım mevcuttur. Nitekim
Ş
âfiî’nin lafza bağlı yaklaşımına dair verdiğimiz örneklerde zaman zaman Ebû
Hanîfe ve mam Mâlik’in de benzer zahirî/lafzî yaklaşımlar sergiledikleri
görülmektedir. Bu da daha sahabeden itibaren neredeyse hemen hemen bütün
fakihlerin herhalukarda hep aynı ve standart bir yorum ve yaklaşım tarzına sahip
olmadıklarını ortaya koymaktadır. Nitekim mesela bir fakih genellikle mana ve
maksat ağırlıklı bir yorum yöntemine sahipken, bazen tamamen literal bir yorumda
bulunabilmektir. Literal yorum yönü ağır basan bir başka fakih de bazen maslahat ve
gayeye yönelik bir yorumda bulunabilmektedir ki bu durum, Şâfiî için de geçerlidir.
Buna rağmen imam ve fakihlerin yorum ve yaklaşımları hususunda, onlarda genel ve
baskın olarak görülen yorum ve yaklaşımların ölçü alınarak değerlendirmede
bulunulması yanlış bir tutum sayılmamalıdır. Kısacası, bu hususta Şâfiî’nin farkı, ilke
olarak lafza/zahire bağlılığı ilk defa teorik anlamda sistemli hale getirmeye
çalışması ve pratikte de kendinden öncekilere kıyasla daha fazla zahirî yaklaşım
sergilemiş olmasıdır.
Ş
âfiî’nin lafza/zahire bağlı bu gayret ve çabalarına rağmen yine de onun,
yorum sistemine kaçınılmaz ve zorunlu olarak kıyası da eklemesi ve pratikte lafza
bağlı kalmanın zorluklarını görerek zaman zaman koyduğu bu ilkeden ayrılabilmesi,
Ş
âfiî’yi aşırı, katı zahirî bir yaklaşım izlemekten alıkoymuştur. Nassları anlama ve
Dostları ilə paylaş: |