307
yenmeyen hayvanların (köpek ve domuz hariç) derilerinin de tabaklandığı takdirde,
aynı hükmün onlar için de geçerli olduğu değerlendirmesinde bulunmaktadır
1374
. Bu
da Şâfiî’nin tabaklama işleminin, illetinden hareket ettiğini ve sonuçta bu hükmü
yalnız eti yenilen hayvanların derisi ile sınırlamadığını göstermektedir.
5. Bulundurulmasına Cevaz Verilen Köpek Türleri
Ş
âfiî bu hususta, “Kim bir köpek edinirse, yalnız av, ekin(bekçi) veya davar
(çoban) köpeği edinsin” hadîsini nakletmekte ve bulundurulması caiz olan köpekleri
rivayette belirtilenlerle sınırlamamakta ve ‘av, ekin ve çoban köpeği veya bu
anlamda olanlar
hariç köpek bulundurulması helal değildir’ değerlendirmesini
yapmaktadır
1375
. Bu yaklaşımı ile Şâfiî’nin bu hadîsi lafzî anlamıyla
değerlendirmediği ve kıyas yaparak insanlara fayda sağlayacak herhangi bir konuda
köpek edinilmesinde bir sakınca görmediği anlaşılmaktadır. Oysa bn Hazm, asıl
olarak av, ekin ve çoban köpeği dışında köpek edinmenin helal olmadığını ifade
ederek
1376
, bulundurulmasında sakınca olmayan ve izin verilen köpekleri hadîste
geçenlerle sınırlayarak lafzî davranmaktadır.
Ş
âfiî’nin kıyas yöntemine binaen diğer bazı hususlarda da lafzî
davranmadığına rastlanılmaktadır:
Buna manada meselâ Şâfiî’ye göre, rada memeden süt emme anlamına
gelmiş olsa da, burun ve boğazdan akıtılan süt ile de evlenme haramlığı gerçekleşir.
Yani sütün memeden emilmesi şart değildir
1377
. Çünkü rada’nın haram olmasındaki
illet, emilen sütle bedenin (et ve kemiğin) gelişmesidir. Bu illet ise, sütü mideye
ulaştıran her yolda mevcuttur. Zâhirîlere göre rada’dan dolayı süt haramlığın
doğması için sütü memeden emmek şart olup, başka bir yolla sütün mideye ulaşması
halinde haramlık gerçekleşmez
1378
.
Yine Şâfiî, Hz. Peygamberin yiyecek maddesinin teslim alınmadan önce
satımını yasaklayan hadîsinde yasağı yalnız yiyecek maddesine hasretmemekte,
1374
Şâfiî, Umm, I. 57.
1375
Şâfiî, Umm, III. 15.
1376
bn Hazm, el-Muhallâ, IX. 9.
1377
Şâfiî, Umm, V. 46.
1378
el-Hınn, Yöntem Tartışmaları, s. 350-351.
308
bunun her türlü malın alım satımında geçerli olduğunu belirtmektedir
1379
. Ayrıca ona
göre, sahipsiz buluntu develerle ilgili hüküm, kıyasen, aynı durumda olan, sığır, eşek
ve katırlar içinde geçerlidir
1380
. Şâfiî, aralarında faiz cereyan eden maddeleri
hadîslerde geçenlerle sınırlandırmamakta, bunların illetini tesbit ederek, aynı illete
sahip olan diğer maddeler arasında da faizin cereyan edeceği hükmünü
vermektedir
1381
.
Netice itibariyle Şâfiî, yorum metodolojisinde kıyas yöntemine yer vererek
gerektiğinde nassların illet ve sebebini de dikkate almak suretiyle, dinin amacına
uygun değerlendirmelerde bulunma fırsatı yakalamıştır. Şâfiî’nin kıyas ve mana
eksenli yorumları hiç şüphesiz verdiğimiz örneklerle sınırlı değildir. Hüküm
istinbâtında kıyas ameliyesine yer veren hatta ictihadı da kıyasla neredeyse sınırlayan
Ş
âfiî’nin bir çok hususta kıyasa başvurması tabiatıyla kaçınılmaz bir durumdur.
Değerlendirme:
Hadîsleri/sünneti anlama ve değerlendirme hususunda Şâfiî’de lafız ve
mana eksenli olmak üzere iki temel yaklaşıma sahip olduğu görülmektedir. Ancak bu
iki temel yaklaşım mukayese edildiğinde, lafız eksenli ve lafza bağlı yorum
anlayışının Şâfiî’de egemen olan aslî ve temel yaklaşım biçimini oluşturduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim, pratikde de hadislerin/sünnetin zahirî anlamını esas alması,
Hz. Peygamber’in söz ve tasarruflarını ilk ve genel anlamıyla anlaması,
rivâyetlerdeki süre ve miktarlara bağımlı kalması, manen rivayet olgusuna rağmen,
rivayetler metinlerindeki lafızlara odaklı yorumda bulunması, kıyasa gibi temel
ilkelere muhalif de olsa, haber-i vâhitleri tercih etmesi vs. bunu teyit etmektedir.
Dolayısıyla onda mana eksenli yaklaşımın ilke olarak öngörülmediğini ve yaygın
anlamda hakim bir konumda bulunmadığını söylemek mümkün olduğu gibi, mana
eksenli yaklaşımda bulunduğu hususlarda da ancak herhangi bir nassî delilin olması,
hadîsi ihticaca elverişli bulmaması, yine çelişkili hadîsleri uzlaştırma yöntemine ve
teoride savunmuş olduğu zahire bağlılık ilkesine her halukarda pratikte bağlı
kalamamasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bakımdan Şâfiî’de
1379
Şâfiî, Umm, III. 43.
1380
Şâfiî, Umm, IV. 84.
1381
Şâfiî, Umm, III. 25-26.
309
mana eksenli sayılabilecek örnekler ne kadar çoğaltılmış olsa da, onun teori ve
pratikte lafza bağlı anlayış ve yorumu oldukça önemsemesi nedeniyle, onda lafza
bağlı yaklaşım vasfının daha baskın olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini söylemek
mümkündür.
310
SONUÇ
Konuşan bir varlık olan insan, duygu ve düşüncelerini dil/lisan adı verilen
bir takım söz, lafız, kavram ve ifadelerle bildirmekte ve muhataplarıyla iletişim
kurabilmektedir. Esasen kurulan bu iletişim ve diyalogda kullanılan söz ve ifadeler
tamamen birer araç konumunda olup, amaç bir istek ve düşüncenin, bir bilgi ve
mesajın karşıdaki insana iletilmesinden ibarettir. Bu anlamda her bir ifade ve
cümlenin altında bir düşünce ve gaye bulunmaktadır. Lafızlar bizatihi tek başlarına
bir anlam ifade etmemekte, ancak içerdikleri anlam ve maksatla bir değer
kazanabilmektedir. Bu husus, çeşitli dillerle ifade edilen her türlü metin ve olgu için
geçerlidir. Bu nedenle dinî metinlerde yer alan söz ve lafızlarda da araç-amaç ilişkisi
söz konusudur. Bu söz ve ifadeler nihayetinde tamamen bir dile ait özellikleri
taşıması nedeniyle, bir dili/metni anlamada karşılaşılan tüm problem ve güçlükler
dinî birer metin olan hadîs rivayetleri/metinleri için de geçerlidir. Lafzen mütevatir
olması nedeniyle Kur’ân-ı Kerîm’i bir tarafa bırakacak olursak, dilin yapısından ve
kullanımından kaynaklanan bir takım sorunların yanısıra, hadîs rivayetlerinin daha
slamın başından itibaren yazıya geçirilmeyip şifahen nakledilmesi ve ravîlerin farklı
anlama ve kavrama özelliklerine sahip olmaları, hadîslerin/sünnetin anlaşılmasında
pek çok problemin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, dinî
metinlerin/nassların birer söz ve lafızdan ibaret olması, farklı anlama ve yorumları da
beraberinde getirmiş ve slam düşüncesinde nassları değerlendirmede ve hüküm
istinbatında farklı yöntem ve yaklaşımların vucut bulmasına yol açmıştır.
Hadîslerin/sünnetin anlaşılması ve bunlardan hüküm istinbatını da konu edinen fıkıh
ve usûl-i fıkh ilminde, nassların mana ve maksadını itibara alan gaî yaklaşımların
yanısıra yalnız nassların zahirî/literal anlamlarına bağlı kalan yaklaşımlar da
sergilenmiştir. Ancak nassları anlama ve değerlendirmede nassların sadece
lafzî/zahirî anlamına esas alan, konuyla ilgili diğer nassları göz ardı edip tek bir
nassa dayanan ve hükümlerin temel illet ve sebeplerine sorgulamaktan uzak duran
lafza bağlı/literalist yaklaşım, zaman zaman bir takım sıkıntı ve problemlerin
yaşanmasına da neden olmuştur. Usûl-i fıkhın, genellikle lafızların delâletinden
hareket eden bir yöntemi benimsemiş olması da, slam fıkhında diğer yorum
Dostları ilə paylaş: |