51 Y
AŞAYAN
S
OSYALİZM
“ ‘Burjuva devletlerinin biçimleri son derece çeşitlilik gösterir, ama özünde
hepsi aynıdır: şu ya da bu biçimde ama son çözümlemede tüm bu devletler, ka-
çınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdürler. Kapitalizmden komünizme geçiş de
mutlaka çok çeşitli ve zengin biçimler yaratacaktır. Ama bunların özü kaçınıl-
maz olarak aynı olacaktır: Proletarya diktatörlüğü!’
“Ekim devriminden bu yana, sosyalist devletimiz belli başlı iki gelişme aşama-
sından geçmiştir.
“Birinci aşama, Ekim devriminden sömürücü sınıfların ortadan kaldırılmasına
kadarki dönemdir. Bu dönemde ana görev, alaşağı edilen sınıfların direnişini
bastırmak, saldırganların saldırılarına karşı ülkenin savunmasını örgütlemek,
endüstri ile tarımı yeniden canlandırmak ve kapitalist öğelerin ortadan kaldırıl-
masının koşullarını hazırlamaktı. Buna uygun olarak, devletimiz bu dönemde
belli başlı iki işlev görüyordu. Birinci işlevi, ülke içinde alaşağı edilen sınıfları
bastırmaktı. Bu yönüyle devletimiz, ondan önceki devletlerle yüzeysel bir ben-
zerlik taşıyordu. Onların da işlevleri başkaldıranları bastırmaktı. Ancak ikisi
arasında temel bir fark vardı. Bizim devletimiz emekçi çoğunluğun çıkarları
doğrultusunda sömürücü azınlığı bastırırken, önceki devletler sömürücü azınlı-
ğın çıkarları doğrultusunda sömürülen çoğunluğu bastırıyorlardı. Devletimizin
ikinci işlevi, ülkeyi yabancı saldırıya karşı savunmaktı. Bu yönüyle de devleti-
miz önceki devletlerle yüzeysel bir benzerlik taşıyordu. Onlar da ülkelerinin si-
lahlı savunusunu üstlenmişlerdi. Ancak ikisi arasında temel bir fark vardı. Bizim
devletimiz, emekçi çoğunluğun kazanımlarını yabancı saldırıya karşı korurken,
önceki devletler bu gibi durumlarda sömürücü azınlığın zenginliğini ve ayrıca-
lıklarını koruyorlardı. Devletimizin bir de üçüncü bir işlevi vardı: O da devlet
organlarımızın yeni sosyalist ekonomik sistemin yavru filizlerini geliştirmek ve
halkı sosyalizm ruhunda yeniden eğitmek için yürüttükleri ekonomik örgütlen-
me ve kültürel eğitim çalışmasıydı. Ancak söz konusu dönemde bu yeni işlev
sözü edilir bir gelişme gösteremedi.
“İkinci aşama, kentte ve kırda kapitalist öğelerin ortadan kaldırılmasından sos-
yalist ekonomik sistemin tam utkusuna ve yeni anayasanın kabulüne kadarki
dönemdi. Bu dönemin başlıca görevi, sosyalist ekonomik sistemi ülke çapında
yerleştirmek, kapitalist öğelerin son kalıntılarını ortadan kaldırmak, bir kültür
devrimi gerçekleştirmek ve ülkenin savunması için baştan aşağı modern bir or-
du oluşturmaktı. Sosyalist devletlerimizin işlevleri de buna uygun bir biçimde
değişti. Ülke içinde askersel baskı işlevi kalktı, öldü gitti. çünkü sömürü kaldı-
rılmıştı, ortada sömürücüler kalmamıştı, böylece bastırılacak kimse de yoktu.
Bu baskı işlevinin yerini, sosyalist mülkiyeti, halkın mülkiyetini çalıp çırpanlara
karşı koruma işlevi aldı. Ülkeyi yabancı saldırıya karşı savunma işlevi olduğu
gibi kaldı. Dolayısıyla Kızıl Ordu ve Deniz Kuvvetleri, bunların yanı sıra, ya-
bancı casusluk servislerinin ülkemize gönderdiği casusları, suikastçıları ve boz-
guncuları ortaya çıkarıp cezalandırmada yeri doldurulamayacak bir görev gören
ceza organları ve istihbarat servisi de olduğu gibi kaldı. Devlet organlarının yü-
rüttükleri ekonomik örgütleme ve kültürel eğitim işlevi de kaldı ve sonuna dek
geliştirildi. Şimdi devletimizin ülke içindeki temel görevi, barışçı ekonomik ör-
gütleme ve kültürel eğitim çalışmasıdır. Ordu, ceza organları ve istihbarat servi-
simize gelince, bunların sivri ucu artık ülke içine değil, dışarıya, dış düşmanlara
yönelmiştir.
S
OVYET
T
OPLUMUNUN
T
OPLUMSAL
-S
İYASAL
G
ELİŞİMİ
52
“Gördüğünüz gibi, bugün tarihte örneği olmayan ve birinci aşamadaki sosyalist
devletten biçim ve işlevleri yönünden oldukça farklı, yepyeni bir sosyalist dev-
letimiz vardır.” (abç)”
Stalin’in, alıntının başında Lenin’den yaptığı aktarma bir an için şöyle düşündürüyor: Acaba
Stalin, bu yeni devletin, proletarya diktatörlüğünün bir biçimi olduğunu mu söylüyor? Ancak
alıntı dikkatli okunduğunda bunun böyle olmadığı, Stalin’in yeni devleti Lenin gibi anlamadığı
ve Lenin aktarmasını da yalnızca söylediğinden geri kaçabilmeye bir taktik köprü olarak kul-
landığı ortaya çıkıyor. Çünkü Stalin, ülke içinde bu devletin baskı rolü bitmiş, hırsızları-
dolandırıcıları cezalandırma düzeyine düşmüştür demektedir. Devletin baskıcı rolünü sınıfların
varlığıyla değil, kapitalist sınıfın varlığıyla bağlamaktadır.
Devletin, proletarya diktatörlüğünün ülke içindeki baskıcı rolünü burjuvazinin varlığıyla
bağlayabilmek için ya bilinçli çarpıtma ya da Marksizmi hiç anlamamış olmak gerekir.
Bireyler arası ilişkilerin toplumsal işbölümü yoluyla maddeleşmiş ilişkiler durumunu alması
ve bunların “düzenleme”, baskı gerektirmesi hiçbir istekçi buluşla ortadan kaldırılamaz. Bunlar
ancak bireylerin yeniden maddesel güçleri ve ilişkileri kendi egemenlikleri altına almaları ve
işbölümünü ortadan kaldırmalarıyla gerçekleşecektir.
Sovyetler Birliği’nde toplumsal işbölümü, meta dolaşımı, ücret, sınıflar, kafa-kol emeği ay-
rımı sürdükçe, çalışma yaşamın başta gelen zevki durumuna gelmedikçe, devlete (yani baskı
rolüne) gereksinme vardır. Hukuk, iş yasaları, mahkemeler, çalışma disiplini vb. hep bu baskı-
nın, zorlamanın göstergeleridir. “Herkese çalışması kadar” demek, “çalışmayan aç kalır” de-
mek, çalışma zorunluluğu, zora dayalı emek değil midir? Hak kavramının sürmesi bu zoru an-
latmaz mı?
Sonra, devleti yalnızca karşı sınıflara karşı baskı olarak ele almak da ilkel bir anlayıştır. Bu,
özünde ve son çözümlemede böyledir. Öte yanda devlet, tüm topluma, toplumun bireylerine
karşı bir soyutlamadır. Tüm bireylerin ve sınıfların üzerinde duran, hayali bir “ortak rıza”dır.
Dolayısıyla, devlet kendine egemen olan sınıfın bireylerine karşı da zorlamayı temsil eder.
Burada biraz duralım ve belki devleti ele aldığımız alt başlık altında değinmemiz gereken bir
noktaya değinelim. Üretim güçlerinin gelişmesi, emek üretkenliğinin artmasıyla beliren top-
lumsal işbölümü beraberinde nasıl çelişkiler getirmiştir? Hiç açıklamaya girmeden sınıflamaya
çalışalım: toplum X sınıf, toplum X aile, toplum X birey çelişkileri. Sonra, sınıf X sınıf, sınıf X
aile, sınıf X birey çelişkileri. Sonra aile X aile, aile X birey, birey X birey çelişkileri. Her bir
çelişkinin ekonomi-toplum-siyaset düzeylerinde, hem de birden fazla yansımaları vardır. Dev-
let, en başta sınıfsal çelişkiler olmak üzere tüm bu çelişkileri “düzenlemek”, baskı altında tut-
mak için vardır.
Sonuç olarak, proletarya diktatörlüğü kalktı, “tüm halkın devleti” geldi görüşü, Marksizm’in
devlet teorisini çarpıtmaktadır. Sosyalizmin gerçek sorunlarını kâğıt üzerinde kaldırarak ya-
şamda “ilerleme” sağlamak olabilseydi, bu belki bir işe yarayabilirdi. Oysa diktatörlüğün
“kalktığı” üzerine binlerce kongre kararı alınsın, bir şey değişmeyecektir. Marks’ın ünlü cümle-
lerini anımsayalım:
“O zaman şu soru çıkar: Devlet komünist toplumda ne gibi bir dönüşüm geçire-
cektir? Bir başka deyişle, orada devletin bugünkü işlevlerinin benzeri olan ne
gibi toplumsal işlevler varlıklarını sürdürecektir? Bu soruya ancak bilimsel bir
yanıt verilebilir. Halk sözcüğü ile devlet sözcüğünü bin türlü birleştirerek soru-
na bir pire zıplaması kadar yaklaşılamaz.