28
Meksika’da bağımsızlık tamamen kreollerin kontrolünde gerçekleşirken,
diğer bölgelerde de kreoller önemli pozisyondadır. Kıtanın genelinde egemen olan
anlayışta, zengin çocuklarının asker olmaları ve orduların beyazlardan oluşmaları
(Rouquie, 1986: 84) bağımsızlık sürecini hızlandırmıştır. Bağımsızlık öncesinde
toprak sahibi ve asker olan kreoller bağımsızlık sonrasında yönetici konumuna da
yükselmiştir.
Bağımsızlık döneminin kahramanlarından olan Simon Bolivar, Latin Amerika
için farklı bir önemdedir. ‘’Libertador’’ (kurtarıcı) lakaplı Bolivar, tarihte ilk kez
Latin Amerika devletlerinin birleşmesi fikrini ortaya atmıştır. Silahlanan halklar
bağımsızlıklarını kazandıklarında, Latin Amerika değişik bölgelerde benzer
gelenekler, toprak bütünlüğü ve temelde spanyolca ve Portekizce olmak üzere ortak
iki dille bir bütünlük içindeydi, eksik olan ekonomik bütünlüktü (Galeano, 1983:
251). Bu bütünlüğün farkına varan ve kendisi de toprak sahibi kökenli olan Bolivar,
Venezüella, Ekvator ve Kolombiya’nın bağımsızlığını sağlamış ve Büyük
Kolombiya’yı kurmuştur ancak asıl amacı bütün Latin Amerika’nın birleşmesi, tek
devlet altında toplanmasıdır. Bu proje hiç gerçekleşmemiş, daha sonra büyük
Kolombiya’yı oluşturan Venezüella, Ekvator ve Kolombiya’nın da bölünmesiyle
bütünleşmeden daha da uzaklaşılmıştır. Simon Bolivar’ın bütünleşmeci fikirlerinin
etkileri ise 19. ve 20. yüzyıl boyunca birçok kişi, örgüt ve devlet tarafından
benimsenmeye devam etmiştir. 1960’larda, Ernesto ‘Che’ Guevara’dan, günümüzde
Venezüella başkanı Hugo Chavez’e kadar birçok kişi Latin Amerika’nın
bütünleşmesi için uğraşmışlar ve teorik olarak Simon Bolivar’dan etkilenmişlerdir.
29
Bağımsızlıktan sonra Latin Amerika’da otoriter rejimler kurulmuş ve 19.
yüzyıl boyunca baskıcı iktidarlar hüküm sürmüştür. Bağımsızlık öncesi ile sonrası
arasında toplumsal koşullar açısından fazla bir fark yoktur. Avrupalı güçlerin yerini
alan sınıflar daha zenginleşmiş ve toplumsal uçurum artmıştır. Sömürgecilik de
ekonomik sömürgecilik şeklinde devam etmektedir. spanya ve Portekiz’in azalan
etkisinden faydalanan Almanya ve ngiltere bölgede etkinliklerini artırırken, yeni
bağımsızlaşan Latin Amerika ülkeleri, ekonomik olarak ngiltere, Almanya Fransa ve
Hollanda’ya daha sonra da ABD’ye bağımlı hale gelmiştir.
19. yüzyılda Latin Amerika ülkeleri tarıma dayalı ülkeler olmayı sürdürürken
bir yandan da sanayileşme başlamıştır. Bu sanayileşme, genellikle Avrupalı şirketler
aracılığıyla gerçekleştirilirken Sao Paulo gibi sanayi şehirleri büyümeye başlamıştır.
Bölgenin nüfusu da dışarıdan gelen göçlerle birlikte artmaya devam etmiştir.
Avrupalıların yanı sıra eski imparatorlukların çökmesiyle birlikte Orta Doğu’dan ve
Uzak Doğu’dan da Latin Amerika’ya göçler olmaya başlamıştır.
19. yüzyılın bir diğer önemli gelişmesi ise, Latin Amerika ülkelerinin kendi
aralarında yaptıkları savaşlardır. Latin Amerika’nın büyük ülkeleri olan Meksika,
Arjantin ve Brezilya birbirleriyle hiç savaşmazken, savaşlar genellikle küçük
devletlerin toprakları üzerinde olmuştur. Bu savaşların amaçları arasında
sömürgelerin kendi sömürgelerini yaratma çabaları yatmaktadır (Galeano, 1983:
196). Savaşlar, Bolivya, Paraguay topraklarında ya da Orta Amerika ülkelerinde olur.
Bolivya, tarihi boyunca girdiği bütün savaşlarda yenilerek denize olan sınırını
kaybetmiştir. Latin Amerika’da olan en büyük savaşlardan biri ise üçlü ittifak
30
(Brezilya, Arjantin, Uruguay) ile Paraguay arasındaki Chaco Savaşı’dır. Bu savaşın
sonunda Paraguay’ın nüfusu yarı yarıya ve erkek nüfusu dörtte üç oranında
azalmıştır (Rouque, 1986: 187). Savaşların Latin Amerika tarihi açısından önemi,
ulusal bilinçlerin yerleşmesi olmuştur. Etnik, dinsel, dilsel ve toplumsal açıdan
birbirinden fazla farkları olmayan bu ülkeler, savaşlar sayesinde bir ulusalcılık fikri
geliştirebilmiştir. Paraguay gibi, savaşlardan yenilgiyle ayrılan devletlerde
milliyetçilik etkili olmaya başlamıştır (Galeano, 1983: 194).
1.3-)
20. YÜZYIL
Latin Amerika’nın 20. yüzyıl tarihi ekonomik, politik ve toplumsal açıdan üç
bölüm altında incelenebilir. Ekonomik ve politik temelli olan bu bölümlemeye göre,
19. yüzyılın sonundan 1930’lara kadar liberal dönem, 1930–1975 yılları arası
müdahalecilik dönemi ve 1970’lerden sonrası ise neo-liberalizm dönemi olarak
adlandırılabilir. Bu bölümlendirme dünya üzerinde o dönemlerde egemen olan
politik ve ekonomik durumla paraleldir. 20. yüzyılda Latin Amerika’da ekonomik ve
politik yapı birbirini şekillendirmiştir. Bazen ekonomik yapı politik yapıya göre
ş
ekillenirken bazen de tam tersi söz konusudur. Toplumsal yaşam ise tamamen
politik yapının kontrolü altındadır. Görünüşte demokratik devletler olmalarına
rağmen Latin Amerika toplumları politik düzenin belirleyiciliğine sahiptir.
Latin Amerika 1880–1930 yılları arasında sivil bir dönem yaşamıştır ve bu
dönem Latin Amerika tarihindeki ender sivil dönemlerden biridir (Rouquie, 1986:
Dostları ilə paylaş: |